Ruhani  

Go Back   Ruhani > İslamiyet ve İslami İlimler > Fıkıh İlmi
Kayıt ol Yardım Topluluk Ajanda Bugünki Mesajlar Arama

Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Arama Stil
Alt 02-02-2012, 04:08   #1 (permalink)

 
musemma - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Üyelik tarihi: Jan 2012


Mesajlar: 486
Konular: 443

Karma Puanı: 7

Standart İnsanın Bilmekle Yükümlü Olduğu Üç Esas

Sana: İnsanın bilmekle yükümlü olduğu üç esas nedir? diye sorulursa de ki: Kulun Rabbini, dinini ve peygamberi Muhammed’i –sallallahu aleyhi ve sellem– bilmesidir, diye cevap ver.”
Usul (esaslar) kelimesi asıl kelimesinin çoğuludur, bu da üzerine başka şeylerin bina edildiği şey demektir. Duvarın aslı (esası, temeli) da burdan gelmektedir. Dalların kendisinden ayrıldığı ağacın aslı (gövdesi) da buradan gelmektedir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Allah’ın hoş bir sözü nasıl misallendirdiğini görmez misin? Aslı (kökü, gövdesi) sabit ve dalları gökte olan güzel bir ağaç gibidir.” (İbrahim, 14/24)
Metinde işaret olunan üç esas insanın kabrinde kendisine hakkında soru sorulacak esaslardır: Rabbin kim? Dinin ne? ve Peygamberin kim? diye.
Metinde: “…denilirse” diye soru şeklinde bu hususların dile getirilmesi, insanın bunlara dikkat etmesi içindir. Çünkü bu gerçekten pek büyük bir meseledir ve bunlar önemli esasları teşkil ederler. Yine metinde bunlar insan tarafından bilinmesi gereken üç esas olarak söz konusu edilmektedirler. Zira kişinin kabrine gömülüp, arkadaşları onu bırakıp gideceklerinde iki meleğin kendisine hakkında soru soracakları hususlar bunlardır.
İki melek gelecek, kabrinde onu oturtacaklar ve ona: “Rabbin kim? Dinin ne?” ve “Peygamberin kim?” diye soru soracaklardır. Mü’min olan kişi: “Rabbim Allah, dinim İslâm, Peygamberim Muhammed’dir” diye cevap verecektir. Bu hususta şüphesi bulunan yahut münafıklık eden kimse ise: “Hı, hı bilemiyorum” diyecektir. “Ben insanların bir şeyler söylediğini duydum, ben de onu söyledim.”

Birinci Esas
Kulun Rabbini Bilmesi

Allah’ı bilmenin bazı yolları vardır: Bu yollardan birincisi Allahu Teâla’nın yarattıkları üzerinde düşünmek ve fikrini yormaktır. Bu hem yüce Allah’ı bilmeye, hem O’nun egemenliğinin azametini, kudretinin ve hikmetinin mükemmelliğini, rahmetinin kuşatıcılığını bilmeye götürür. İşte yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Onlar göklerin ve yerin hükümdarlığına, Allah’ın yarattığı herhangi bir şeye… bakmazlar mı?” (el-A’raf, 7/185)
“De ki: Ben size ancak bir öğüt veriyorum. Yalnızca Allah için ikişer ikişer, birer birer kalkınız. Sonra… düşününüz.” (Sebe’, 34/46)
“Muhakkak göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün değişip durmasında elbette akıl sahipleri için deliller vardır.” (Al-i İmrân, 3/190)
“Gece ve gündüzün değişip durmasında, Allah’ın göklerde ve yerde yarattığı şeylerde sakınacak bir topluluk için –şüphesiz– nice âyetler (belgeler) vardır.” (Yunus, 10/6)
Yine yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır:
“Muhakkak göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün değişmesinde, insanlar için faydalı şeylerle, denizlerde akıp giden gemilerde Allah’ın gökten indirip ölümünden sonra kendisi ile yeryüzünü dirilttiği suda ve orada her çeşit canlıyı üretip yaymasında, rüzgârları estirişinde ve gökle yer arasında boyun eğdirilmiş olan bulutlarda, aklını kullanan bir topluluk için nice âyetler (belgeler) vardır.” (el-Bakara, 2/164)
Kulun yüce Rabbini bilmesinin yollarından birisi de Rabbinin şer’î âyetleri üzerinde düşünmektir. Bu âyetler ise rasûllerin (salât ve selâm onlara) getirmiş oldukları vahiy demektir. Kul bu ilâhî âyetler üzerinde bunlardaki insanların dünya ve âhiretteki hayatlarının ancak kendileriyle ayakta durabileceği pek büyük menfaatler üzerinde düşünür. Bunlar üzerinde dikkatle düşünecek, bunların ihtiva ettiği ilim ve hikmeti tefekkür edecek olursa, bunların kulların maslahatları ile uyum arzettiklerini ve bir düzen içerisinde onları bütünlediklerini görür. Böylelikle kul aziz ve celil olan Rabbini şu buyruğunda dile getirdiği gibi bilmiş olur:
“Hâlâ onlar Kur’ân’ı gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer o Allah’tan başkasından gelseydi, elbette içinde birbirini tutmayan bir çok şeyler bulurlardı.” (en-Nisâ, 4/82)
Allah’ı bilmenin yollarından birisi de yüce Allah’ın mü’minin kalbine O’nu bilmesini sağlayacak ilimden yerleştirdikleridir. Bu yolla kişi adeta gözüyle görürcesine Rabbini bilip tanır. Peygamber –sallallahu aleyhi ve sellem– de Cebrail kendisine ihsanın ne olduğunu sorunca: “Allah’ı görüyormuşsun gibi ibadet etmendir, sen O’nu görmüyorsan dahi O şüphesiz ki seni görür” diye cevap vermiştir.
Bilinmesi gereken ikinci esas ise dindir. Kul bu dinin gereğince amel etmekle mükelleftir. Bu dinin ihtiva ettiği hikmet, rahmet, insanların maslahatı ve onlardan fesada götüren şeylerin bertaraf edilmesi gereğince ameli ihtiva eder. Bu din üzerinde Kitap ve sünnete dayalı bir şekilde hakkıyla düşünen bir kimse bu dinin gerçek din olduğunu, kendisi olmaksızın insanların menfaatine olan şeylerin ayakta kalmalarının imkânsız olduğunu, İslâm’ın ve bugün müslümanların hali arasında bir mukayese yapmamak gerektiğini anlar. Gerçekten müslümanlar birçok bakımdan kusurludurlar. Pek büyük sakıncaları ve yasakları işlemiş bulunuyorlar. Öyle ki kimi İslâm topraklarında müslümanlar arasında yaşayanlar hiç de İslâmî olmayan bir atmosfer içerisinde yaşamış olurlar.
Yüce Allah’a hamdolsun ki İslâm dini daha önce gelmiş olan bütün dinlerin ihtiva ettikleri maslahatların hepsini kuşatmaktadır. Onlardan farklı olarak her zaman, her mekân ve her toplum için de elverişli olmak gibi bir özelliği vardır. Onun her zaman, her mekân ve her topluma elverişli olmasının anlamı da şudur: Bu dine sarılmak hangi zaman ve mekânda olursa olsun, hiçbir toplumun, hiçbir maslahatı ile çatışmaz. Aksine o toplumun düzelmesi ona bağlıdır. Bunun anlamı da o her zaman, her mekân ve her topluma boyun eğer, onlar tarafından şekillendirilir, değildir. Çünkü İslâm dini salih olan her bir ameli emreder, kötü olan her bir işi de yasaklar. O erdemli her türlü ahlâkı emrettiği gibi, bayağı her türlü huyu da yasaklar.
Üçüncü esas insanın Peygamberi Muhammed’i –sallallahu aleyhi ve sellem– bilip tanımasıdır. Bu da Muhammed’in –sallallahu aleyhi ve sellem– hayatını incelemekle, onun ibadetini, ahlâkını, yüce Allah’a davetini, Allah yolunda cihadını ve buna benzer hayatının diğer yönlerini yakından tanımakla mümkün olur. Bu sebeble peygamberini daha çok tanımak, ona imanını daha çok pekiştirmek isteyen her bir insanın elinden geldiğince savaş ve barış hallerindeki uygulamalarını, zorluk, sıkıntı ve bolluktaki yaşayışını, kısacası bütün hallerini incelemesi ve okuması gerekir. Allah azze ve celle’den bizleri zahirleri ve batınları itibariyle yüce rasûllerine uyanlardan kılmasını, bu hal üzere canımızı almasını niyaz ederiz. Elbetteki bu duayı gerçekleştirecek ve bunu gerçekleştirmeye kadir olan O’dur.
“Bundan dolayı sana Rabbin kimdir? diye sorulursa, de ki: Rabbim Allah’tır, O nimetleriyle beni de, bütün âlemleri de terbiye edip, beslemiştir. O benim ma’budumdur ve ben O’ndan başkasına ibadet etmem. Buna delil de yüce Allah’ın: “Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’adır.” (el-Fatiha, 1/1) buyruğudur. Allah’ın dışındaki her bir varlık da âlemdir, ben de o âlemden bir kişiyim.”
“Rabbin kimdir?” sorusu; “Seni yaratan, senin ihtiyaçlarını karşılayan, seni bu şekilde var eden ve seni rızıklandıran kimdir?” demektir.
Terbiye, sayesinde terbiye edilenin dosdoğru bir şekilde varlığını ortaya çıkartan her türlü gözetim ve kollayıp, gözetmekten ibarettir. Metinde geçen ifadeler “er-Rabb” lâfzının terbiyeden alınmış olduğu manasının kabul edildiğini göstermektedir. Çünkü orada “hem beni, hem de bütün âlemleri nimetleriyle terbiye eden” ifadesi geçmektedir. Bütün âlemleri nimetleriyle terbiye eden ve yaratılış maksatlarına göre onları hazırlayan, rızkı onların ihtiyaçlarını karşılayan Allah’tır. Allah Tebareke ve Teâla, Musa –aleyhi’s-selâm– ile Firavun arasındaki konuşmaları bize şöylece aktarmaktadır:
“Firavun: ‘Sizin rabbiniz kimdir? Ey Musa’ dedi. (Musa): ‘Rabbimiz bütün her şeye hilkatini verip, sonra da doğru yolu gösterendir’ dedi.” (Tâ’hâ, 20/49-50)
O halde âlemlerden her bir varlığı nimetleriyle terbiye eden yüce Allah’tır.
Yüce Allah’ın kulların üzerindeki nimetleri ise pek çoktur. Bunları sayıp, dökmeye imkân bulunmamaktadır. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Eğer Allah’ın nimetini topluca saymak isteseniz, onları sayamazsınız.” (İbrahim, 14/34)
O halde bizi yaratan, bizi donatan, ihtiyaçlarımızı karşılayan, bizi rızıklandıran tek başına yüce Allah’tır. Bundan dolayı sadece O ibadete lâyıktır.
Bundan dolayı benim biricik ma’budum O’dur. Önünde zilletle boyun eğerek, sevgi ve ta’zim ile eğildiğim yalnız O’dur, O’nun bana emrettiklerini yaparım, bana yasakladıklarını terk ederim. Yüce Allah’tan başka kendisine ibadet ettiğim hiçbir kimse yoktur.
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Senden önce gönderdiğimiz her bir peygambere mutlaka şunu vahyederdik: ‘Benden başka ilâh yoktur. O halde yalnız Bana ibadet edin.” (el-Enbiyâ, 21/25)
“Halbuki onlar O’nun dininde ihlâs sahipleri ve hanifler olarak Allah’a ibadet etmelerinden, namazı dosdoğru kılmalarından, zekâtı vermelerinden başkası ile emrolunmadılar. Dosdoğru din işte budur.” (el-Beyyine, 98/5)
Her türlü noksanlığın kendisinden uzak olduğu Yüce Allah’ın bütün yaratıkların Rabbi, terbiye edicisi olduğuna da yüce Allah’ın: “Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’adır.” buyruğu delil gösterilmiştir. Yani kemal, celâl ve azamet vasıflarına sahip olan yalnız yüce Allah’tır. “Âlemlerin Rabbi” ise nimetlerle onları terbiye eden, onları yaratan, onların mutlak egemeni olan ve dilediği şekilde onların işlerini çekip çeviren demektir.
Yüce Allah’ın dışındaki her şey de âlemdir. O’nun dışındaki varlıklara âlem denilmesinin sebebi, kendilerini yaratana, maliklerine, işlerini çekip çevirene alâmet oluşlarından dolayıdır. Her bir şey yüce Allah’ın bir ve tek olduğuna delil teşkil etmektedir.
Bu şekilde bu soruya cevap veren ben de bu âlemden bir kişiyim. O benim Rabbim olduğuna göre bir ve tek olarak O’na ibadet etmek de benim görevimdir.
“Sana: Rabbini ne ile bildin? diye sorulursa, de ki: Ben Rabbimi âyetleriyle ve yaratıklarıyla bildim. Gece ve gündüz, güneş ve ay da O’nun âyetlerindendir. Yedi gök, yedi yer, onların içindekiler ve aralarındakiler de O’nun yarattıklarının bir kısmıdır. Buna delil de yüce Allah’ın şu buyruklarıdır: “O’nun âyetlerinden (varlık ve buyruğunun delillerinden) bir kısmı da gece ile gündüz, güneş ve ay’dır. Güneş’e de secde etmeyin, ay’a da. Eğer yalnız O’na ibadet ediyorsanız, onları yaratan Allah’a secde edin.” (Fussilet, 41/37)
“Şüphesiz ki, gökleri ve yeri altı günde yaratan sonra da Arş üzerinde istivâ eden, geceyi, durmadan onu kovalayan gündüze bürüyüp örten: güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğmiş durumda yaratan Rabbiniz Allah’dır. İyi bilin ki yaratma da, emretme de yalnız O’nundur. Âlemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir!” (el-A’raf, 7/54)”
Yani sana, sen yüce Allah’ı hangi yolla bildin diye sorulacak olursa, sen de O’nu âyetleriyle ve yarattıklarıyla bildim diye cevap ver.
“el-Âyât (âyetler: deliller, belgeler)” kelimesi “âyet”in çoğuludur. Bu da bir şeye delâlet eden ve onu açıklayan alâmet demektir.
Yüce Allah’ın âyetleri de iki türlüdür: Kevnî âyetler, şer’î âyetler.
Kevnî âyetler, bütün mahlûkattır. Şer’î âyetler ise Allah’ın peygamberlerine indirmiş olduğu vahiy demektir. Buna göre metinde geçen “âyetleri ve mahlûkatı ile” ifadesi, şâyet buradaki “âyetler”i kevnî ve şer’î âyetler olarak yorumlayacak olursak, özel olanın genel olana atfedilmesi kabilinden olur. Eğer “âyetler”i şer’î âyetler diye açıklarsak, o takdirde birbirinden farklı şeylerin, birbirlerine atfedilmesi kabilindendir.
Durum ne olursa olsun, Allah azze ve celle kevnî âyetleri ile bilinir. Bunlar ise O’nun pek büyük yaratıkları, bu yaratıklardaki harikulade san’at ve en ileri derecedeki hikmet ile bilinir. Yine yüce Allah, şer’î âyetleri, bu âyetlerdeki adalet ve maslahatları ihtiva edip, mefsedetleri bertaraf etmesi özellikleri ile bilinir:
“Her bir şeyde vardır, O’na bir âyet,
O’nun varlık ve birliğine eder delâlet.”
(Metinde sözü edilen) bütün bu yaratıklar yüce Allah’ın kudretinin, hikmetinin ve rahmetinin kemaline delil teşkil eden âyetlerindendir. Güneş Allah’ın âyetlerinden bir âyettir. Çünkü yüce Allah onu yarattığı andan itibaren kainatın bozulmasına izin vereceği vakte kadar son derece düzenli ve harikulade bir şekilde yol almaktadır. O yüce Allah’ın şu buyruğunda belirtildiği gibi belli bir karar yerine yürüyüp, gitmektedir:
“Güneş kendisi için belirlenmiş bir karar yerine kadar akıp, gider. İşte bu Aziz (kudreti ile her şeye galip ve), Alîm (her şeyi çok iyi bilen Allah’ın) takdiridir.” (Yâsin, 36/38)
Güneş hacmiyle ve etkileriyle Allah’ın âyetlerindendir. Güneşin hacmi pek büyüktür. Etkilerine gelince, ondan insan bedeninin, ağaçların, ırmakların, denizlerin ve daha başka pek çok varlıkların elde ettiği bir çok faydalarıdır. Biz bu güneşe, bu pek büyük âyete, bizimle onun arasındaki bu mesafeye bakacak olursak, buna rağmen bizim onun oldukça yüksek olan sıcaklığını, ısısını duyduğumuzu görüp, arkasından onun meydana getirdiği ve insanların ekonomik açıdan çokça tasarrufta bulunmalarını sağlayan pek büyük aydınlığı üzerinde düşündüğümüz takdirde insanların gündüzün hiçbir aydınlatma aracına ihtiyaç duymadıklarını görürüz. Bu pek büyük menfaati sebebiyle de insanlar çokça ekonomik kazanımlar elde etmektedirler. İşte bunlar bizim ancak pek azını idrak edebildiğimiz âyetler arasında sayılır.
Ay da aynı şekilde yüce Allah’ın âyetlerindendir. Çünkü yüce Allah her bir gece ay’a ayrı bir konaklama yeri tayin ve tesbit etmiş bulunmaktadır:
“Ay’a gelince, biz onun için de konaklar takdir ve tayin ettik. Sonunda o kuruyup, incelen eski hurma dalı gibi yay şekline döner.” (Yâsin, 36/39)
Ay önceleri pek küçük ortaya çıkar, sonra yavaş yavaş büyür, nihayet tamamlanır. Sonra tekrar eksilmeye koyulur. O bu yönüyle insana benzemektedir, çünkü insan önce zayıf olarak yaratılır. Daha sonra aşama aşama güç elde eder, durur ve sonunda tekrar zayıflık dönemine geri döner. Yaratıcıların en güzeli olan Allah’ın şanı ne yücedir. Gece ile gündüzün, güneş ile ay’ın yüce Allah’ın birer âyeti olduğunun delili ise yüce Allah’ın: “O’nun âyetlerinden bir kısmı da gece ile gündüz, güneş ve ay’dır...” (Fussilet, 41/37) âyetidir. Yani medlullerine –Allah’ın varlık ve birliğine– delâlet eden apaçık ve açıklayıcı alâmetlerden birisi de hem bizatihi gece ile gündüzdür. Hem de onların değişip, durmalarıdır. Yüce Allah’ın onlarda yerleştirmiş olduğu kulların maslahatları ve onların hallerinin değişip, durmasıdır. Güneş ve ay da hem zatları itibariyle, hem hareketleri, hem de düzenlilikleri itibariyle, hem de bunun sonucunda ortaya çıkan, kulların gerçekleşen menfaatleri ve onlara gelebilecek zararların önlenmesi suretiyle de birer âyettirler.
Daha sonra yüce Allah kullarına güneşe ya da aya secde etmelerini yasaklamaktadır. Bunlar kendi kanaatlerine göre istedikleri kadar büyük olsunlar değişmez, çünkü ikisi de yaratılmış birer varlık olduğundan dolayı ibadete lâyık değildirler. İbadete lâyık ve hak sahibi olan sadece onları yaratan Allah’tır.
Yüce Allah’ın göklerin ve yerin yaratıcısı olduğunun delillerinden birisi de O’nun: “Şüphesiz Rabbiniz o Allah’tır ki gökleri ve yeri altı günde yarattı.” (el-A’raf, 7/54) âyetidir. Bu buyrukta yüce Allah’ın varlık ve birliğinin bir takım belgeleri dile getirilmektedir:
1- Yüce Allah bu pek büyük yaratıkları altı günde yaratmıştır. Dileseydi bunları bir anda dahi yaratırdı. Ancak O, hikmetinin gerektirdiği şekilde sebebler ile sonuçlar arasında belli bir bağ takdir buyurmuştur.
2- O, Arş’a istivâ etmiştir, yani celâl ve azametine yakışan bir surette özel bir şekilde Arşın üzerine yükselmiştir. Bu ise mutlak egemenliğin ve malik oluşun kemalini gösterir.
3- Yüce Allah geceyi, gündüze bürür. Yani geceyi gündüze örter. Gece tıpkı güneşin ışığı üzerine indirilen ve onu örten bir perde gibidir.
4- Yüce Allah güneş’i, ay’ı ve yıldızları kendi emirlerinin mahkûmu olarak yaratmıştır. O kullarının maslahatına olmak üzere bu varlıklara dilediği emirleri verir.
5- Yaratmak ve emretmek başkasının değil de yalnızca O’nun olduğundan ötürü, O’nun mülkü (mutlak sahipliği) her şeyi kapsar ve egemenliği de mükemmel ve eksiksizdir.
6- O’nun rububiyeti bütün âlemleredir ve hepsini kapsar.
“Rab, ma’budun kendisidir. Buna delil de yüce Allah’ın şu buyruklarıdır: “Ey İnsanlar! Sizi de, sizden öncekileri de yaratan Rabbinize ibadet edin ki takvâ sahibi olasınız. O (Rabbiniz) ki yeryüzünü sizin için bir döşek, göğü de bir bina yaptı. O gökten su indirip, onunla size rızık olmak üzere meyveler çıkardı. Artık siz de bildiğiniz halde Allah’a eşler koşmayınız.” (el-Bakara, 2/21-22) İbn Kesir –yüce Allah’ın rahmeti üzerine olsun–: “Bütün bu eşyayı yaratan kim ise, ibadete lâyık olan da O’dur.” demektedir.”
Müellif -Allah Ona Rahmet Etsin- “rab kimse ma’bud odur” sözleriyle yüce Allah’ın şu buyruğuna işaret etmektedir:
“Şüphesiz ki, gökleri ve yeri altı günde yaratan sonra da Arş’a üzerinde istivâ eden, geceyi, durmadan onu kovalayan gündüze bürüyüp örten: güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğmiş durumda yaratan Rabbiniz Allah’dır. İyi bilin ki yaratma da, emretme de yalnız O’nundur. Âlemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir!” (el-A’raf, 7/54)
Buna göre rab kimse, ma’bud da odur. Ma’bud da ibadet olunmaya lâyık olan kimse demektir. Yahut ta ibadete lâyık olduğu için, kendisine ibadet olunan demektir. Burda maksat kendisine ibadet olunan herkes rab’dır demek değildir. Allah’tan başka ibadet olunan ilâhlar ile o ilâhlara ibadet edenlerin Allah’tan başka rab edindikleri varlıklar aslında rab değildirler.
Çünkü rab yaratan, her şeye mutlak malik olan ve bütün işleri idare eden, çekip çevirendir.
Daha sonra Allah’ın ibadete lâyık olan biricik rab olduğuna el-Bakara sûresinin 21 ve 22. âyet-i kerîmelerini delil göstermektedir. Bu âyetlerde nidâ Âdemoğullarının kendileri olan bütün insanlara yöneliktir. Yüce Allah onlara yalnızca kendisine, O’na hiçbir şeyi ortak koşmamak suretiyle ibadet etmelerini, O’na eş koşmamalarını emretmektedir. Ayrıca bununla ortaksız olarak bir ve tek yaratıcı kendisi olduğundan dolayı ibadete hak sahibi olduğunu açıklamaktadır.
“Sizi de, sizden öncekileri de yaratan” buyruğu daha önceki emrin (meâlde sondaki emrin) sebebini açıklayan bir sıfat durumundadır. Yani siz O’na ibadet ediniz, çünkü sizi yaratan Rabbiniz O’dur. Yaratan rab O olduğundan ötürü, sizin de O’na ibadet etmeniz gerekir. Bundan dolayı biz şöyle diyoruz: Yüce Allah’ın rububiyetini kabul eden herkesin yalnızca O’na ibadet etmesi gerekir. Aksi takdirde o kişi çelişkiye düşmüş olur.
O’na ibadet takvâyı elde etmek için yapılır. Takvâ ise Allah’ın emirlerine uymak, yasaklarından kaçınmak suretiyle, Allah’ın azabına karşı gerekli koruyucu sebebleri edinmek demektir. Ayet-i kerîmede belirtildiğine göre yüce Allah bizim için herhangi bir zorluk ve yorgunluk söz konusu olmaksızın tıpkı insanın yatağında uyuması gibi yeryüzünden faydalanabileceğimize işaret etmektedir.
Gök de bizim üzerimizdedir, tıpkı bir bina gibidir. Çünkü bina yukarıda yapılan demektir. Bu yönüyle sema da yeryüzündekilerin binasıdır ve orası yüce Allah’ın şu buyruğunda belirttiği gibi koruma altında bulunan bir tavandır:
“Ve gökyüzünü korunmuş bir tavan yaptık. Halbuki yine onlar O’nun âyetlerinden yüz çeviricidirler.” (el-Enbiyâ, 21/32)
Yüce Allah semâdan yani yukarıdaki bulutlardan bizim için tertemiz bir su indirmiştir. O sudan içeriz ve o su vasıtası ile hayvanlarımızı da sularız. en-Nahl sûresinde (16/10. âyetinde) belirtildiği gibi.
Bütün bunlar bize bir rızık olmak üzere verilmiş bağışlardır. Bir başka âyet-i kerîmede de: “Size de, hayvanlarınıza da fayda olmak üzere (bunları yaratmıştır.)” (en-Nâziât, 79/33) diye buyurmaktadır.
O halde ey insanlar sizleri de, sizden öncekileri de yaratan, yeryüzünü sizin için bir döşek, sema’yı bir bina yapan, gökten size bir su indirip de onunla size bir rızık olmak üzere çeşitli meyveler çıkartan Rabbinize eşler koşarak Allah’a ibadet ettiğiniz gibi onlara ibadet etmeyiniz ya da Allah’ı sevdiğiniz gibi, onları sevmeyiniz. Çünkü böylesi ne aklen, ne de şer’an size yakışan bir şeydir.
Sizler O’nun hiçbir ortağının olmadığını bilip dururken, yaratmak, rızık vermek ve bütün varlıkların işlerini idare etmek O’nun elinde olduğunu biliyorken ibadette sakın O’na ortak koşmayınız.
Müellifin sözünü nakletmiş olduğu İbn Kesir’in tam adı İmadu’d-Din Ebu’l-Fidâ İsmail b. Ömer’dir. Kureyş’lidir ve Dımaşk’lıdır. Meşhur hadîs hafızıdır. Tefsiri ve tarihi vardır. Şeyhu’l-İslâm İbn Teymiye’nin öğrencilerindendir, 774 h. yılında vefat etmiştir.
musemma isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


gizli ilimler gizli ilim
Tüm Zamanlar GMT +4.5 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 15:58.


Powered by vBulletin® Version kapalı
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.6.0
YASAL UYARI : İçerik sağlayacı paylaşım sitelerinden biri olan Ruhani.Net Adresimizde 5651 Sayılı Kanun'un 8. Maddesine ve T.C.K'nın 125. Maddesine göre TÜM ÜYELERİMİZ yaptıkları paylaşımlardan sorumludur. Ruhani.Net hakkında yapılacak tüm Hukuksal Şikayetler, Yöneticilerimiz ile iletişime geçilmesi yada iletişim formunu doldurulması halinde ilgili kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde Ruhani.Net yönetimi olarak tarafımızdan gereken işlemler yapılacak ve size dönüş sağlanacaktır. her yürlü sorunlar için email ; ruhaninet@gmail.com
sakarya escort sakarya escort sakarya escort sakarya escort serdivan escort izmir escort eporner