Ruhani  

Go Back   Ruhani > İslamiyet ve İslami İlimler > Tasavvuf
Kayıt ol Yardım Topluluk Ajanda Bugünki Mesajlar Arama

Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Arama Stil
Alt 01-27-2012, 00:22   #1 (permalink)

 
Sahir - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Üyelik tarihi: Dec 2011


Mesajlar: 656
Konular: 633

Karma Puanı: 10

Standart irfan, arif ve mutasavvıflar

Horasan sufileri

İbrahim Edhem

Tam ismi İbrahim bin Edhem bin Mansur bin Yezid bin Cabir ‘Aceli’dir. Bekir bin Va’il’e mensubdur. İbrahim Edhem, hicri 110 senesinde Belh’de Horasan arabları içinde dünyaya gelmiştir. Sofi geleneği içinde anlatılan kıssalara göre; tövbe olayı onu zahidane bir yaşama sürüklemiştir. İbrahim Edhem Belh şehrinin şehzadesiydi, ömrünü yeme içme, eğlence ve avla geçiriyordu. Bir gün av esnasında, gaibden bir ses ona; bu işler için yaratılmadığını hatırlatır. Bu söz, İbrahim Edheme büyük tesir eder ve sesin geldiği yana gider. Orada Hızırı bulur, bunu söyleyen Hızırdır. Hızır onu dünyevi taalukatı terke teşvik eder. İbrahim Edhem bunun üzerine her şeyi terk etti ve her şeyden soyundu; gece yolda karşılaştığı bir çobana çıkardığı elbiselerini verdi, onun elbiselerini giyindi. Ehlini, çoluğunu çocuğunu, malını mülkünü bırakıp diyar-ı gurbet eyledi.
İbrahim Edhemin tasavvufu daha çok zühd ve riyazetti. Ondan nakledilmiştir ki; kendine mihnet, fakirlik ve cehd kapılarını açan; nimet, izzet ve kesalet kapılarını kapatan kimse süleha derecesine ulaşır.
Bütün bu zühdler onun yanında hala halis bir tasavvuf olarak görülmez. O, helaldan başkasını yememe konusunda çok titiz davranırdı. Helal çok az ele geçiyor ve böylelikle çok az yiyordu. Genelde kendi elinin emeği ile geçinirdi; geceleri sahralarda odun toplardı, bahçivanlık yapardı, Kufe’de sele örer, bir çok yerde ekin biçer ve harmanlarda çalışırdı.
Mekke’de Süfyan-ı Servi, Fudayl İyad, Ebu Yusuf Tarsusi ve Ebu Hanife ile görüştüğü rivayetleri mevcuttur.
Vefat tarihi ihtilaflı olarak hicri 160 ve 166 yılları olarak kaydedilmiştir. Her ne kadar Bağdat, Şam, Kudüs ve cebel şam’da makam ve kabrine işaret edilse de, Bizans’da Sokin kalesine yakın bir mahalle defnedilmiştir.



Beyazıd-i Bistami

Tam ismi; Beyazıd bin İsa bin Suruşan’dır. Suruşan Mecusilikten İslama dönmüştü. Şimdiki Bestam; Yeni kale bölgesinde Şahrud şehrinin bir ferseng kuzeyindedir. O zamanlarda Irak tarafında Horasan şehri sayılırdı.
Doğum tarihi hakkında kesin bir malumat olmamakla birlikte, vefatının hicri 234 veya 261 yılları olduğu konusunda ihtilaflı rivayetler vardır. Yetmiş beş yıl yaşadığı göz önüne alınırsa doğum yılı da hicri 161 ya da 188 yılları olmalıdır. Kendisinden sonra talim ve irfan konusunda ve kendi ahvalinden nakledilen En-nur min kelimati Ebu Tayfur adlı kitab kalmıştır. Bu kitap, halifelerinden Ebu’l-fazl Muhammed bin Ali Sehlegi Sofi tarafından telif edilmiştir. Bu kitapta şeyhin kendisi ve yakınları tarafından nakledilen bir çok rivayet mevcuttur.
Beyazıd Bestami’nin zahiren ümmi olduğu, hiçbir kitap telif etmediği ortadadır. Derler ki; ulemadan biri Beyazıd sözlerine itiraz etti ve bu söz ilme muvafık değildir dedi. Şeyh sordu; sen bütün ilimleri elde ettin mi? Hayır dedi alim. O zaman dedi şeyh, bu senin ulaşmadığın ilimlerdendir o zaman.
Şeyhin zühdü ve aşkı, o dönemlerde çoğunluğu Mecusi olan Bestamın sosyal çevresinde cazibe tesiri oluşturmuştur. Halk, Müslüman olsun gayrı Müslim olsun onun hakkında hayret ve övgüyle bahsetmişlerdir. Beyazıd Bestami, diğer şeyhler gibi sefere çıkmamış, seyahat etmemiştir. Bir gün kendisine müridanın seferden hiç geri durmadığı söylendiğinde, demiştir ki; benim yarim mukimdir, sefere çıkmaz, ben de onunla mukimim sefere çıkmam.
Derler ki; Ahmed Hıdreviye Onun yanına geldiğinde Şeyh ona sordu ki: ne kadar seyahet edersin? O da dedi ki; su bir mekanda kalırsa bozulur. Şeyh dedi ki: derya ol ki bozulmayasın.
Bununla birlikte, Bayazıd-i Bestami devrinin diğer tanınmış şeyhleriyle görüşmelerde ve yazışmalarda bulunmuştur. Bunlardan başlıcaları; Ebu Türab Nahişi (öl. 246 hicri), Zün-nun-i Mısri, Yahya bin Mu’az (öl. 258 hicri).
Bayazıd-i Bestami’nin Bestam’daki hayatı genelde halvet ve inzivada geçmiştir. Başkalarıyla görüşmesi ve yazışması mahduddur. Rivayetlere bakıldığında görülür ki; şeriat hududlarını aşmamış, itina gösterip onun üzerine ısrarcı olmuştur. Kendisinden şöyle nakledilmiştir; eğer bir kimseyi kerametle havada uçar görseniz de, emr ve nehyi ve şeriat hududunu nasıl muhafaza ettiğini öğrenmeden önce ona aldanmayın. Bir keresinde ona; bu dereceye nasıl ulaştın? Diye sorulduğunda, aç karın ve çıplak bedenle cevabını vermiştir.
Onun yolu genelde nefs murakabesi üzerine kurulmuştu, halkı irşada, onları kabul ve onlarla görüşmeye teveccüh etmezdi. Hatta halkı kendisinden uzak tutmaya gayret ederdi. Bu yönüyle bir miktar ehl-i melamet renklerini taşırdı.



Keramiyan

Keramiyan, Muhammed bin Keram’ın takipçileridir. Muahammed bin Keram, Sistan’ın Zerenc şehrinde yetişti. Bir müddet Horasan’da ilim tahsil etti. Bir müddet de Mekke’de kaldı. Nişabur’a dönünce Emir Tahir bin Abdullah tarafından bir müddet zindana atıldı. Oradan kurtulunca cihad kasdıyla Şama gitti. Ama döndüğünde ikinci kez sekiz yıl daha zindana atıldı. Muhammed bin Tahir tarafından azad edildiğinde Filistin’e gitti. Orada vaaz ve ta’limle meşgul oldu. Dört yıl sonra Kudüs’de hicri 255 yılında vefat etti. Eriha kapısı yanında defnedildi. Müeidlerinin zaviyelerde itikafa çekilme adetleri vardı, bundan dolayı kabri başına hankah bir zaviye inşa ettiler. Bu hankah Keramiyan öğretisin merkezi oldu. Bu şekilde Keramiler, medrese ve hankah arasında bir birlik oluşturdular. Medrese eğitim ve görüşleriyle hankahda oturmayı birleştirmede önemli bir tesir yapmışlardır.
İbn Keram’ın öğretisinin en önemli esası zühd ve layık olmayandan kaçınmaktır. Onlar kesb u karı inkar eden bir tevekkülde ısrar etmişlerdir. Bu görüşlerini, kar u kesbi terk etmelerine rağmen Hz. Peygamber SAS tarafından hiç kınanmayan ashab-ı suffenin ahvaline istinad etmişlerdir.
Asrın mutasavvıfları arasında; Yahya bin Mu’az (öl. 258 hicri) ve İbrahim Havas (öl. 291 hicri) zahiren Kerami tarikatına mensubdular.



Hakemiyan

Hakemiler, Hakim-i Tirmizi’ye mensubdurlar. Hakim-i Tirmizi’nin tam adı; Ebu Abdullah Muhammed bin Ali bin Hüseyin’dir. Horasan’da doğmuş ve ömrünün büyük çoğunluğunu orada geçirmiştir. Aynı yerde de vefat etmiştir. Seksen veya doksan yıl yaşadığı rivayet edilir. Vefatı hicri 296 yılları civarındadır.
O, mütefekkir bir sofi, muhaddis bir alimdi. Kendini daha çok muhaddis olarak tanıtırdı. O, çocukluğunda oyun ve eğlence yerine ders ve mütalaaya son derece düşkündü. Yirmi yedi yaşlarında, gönlüne Mekke’yi ziyaret etmek düştü. Irak’a, oradan Basra yoluyla Mekke’ye gitti. Ka’bede ettiği dua; Hakkın kendisini zühd ve slah yoluna eriştirmesi, Kuran’ı hıfz etmeyi bahş etmesiydi. Dönüş yolunda Kuran’ı ezberlemeye başladı ve Tirmiz’e döndüğünde tamamlamıştı.
Tirmiz’e geri döndüğünde gönlünü uzlet, halvet ve inziva sevdası bürüdü. Ekseri viranelerde ve şehir dışındaki mezarlıklarda inzivaya başladı.
Hayatındaki iki önemli olaydan birincisi Tirmiz’den Belh’e sürülmesiydi. Bu sürgün, velayet konusunda, onun evliyayı enbiyadan üstün saydığı bir konuşması sonucunda çıkan bir kavganın neticesinde gerçekleşti. Her ne kadar bazıları bunun yanlış anlaşılmadan kaynaklanan bir itham olduğunu söylemişlerse de yine de Tirmizden sürülmesine engel olunamadı.
İkincisi; Onun Nişabur’a yolculuğudur. Bu yolculuk, Onun orada meşhur ve yaygın olan Melamilere bağlanmasına vesile olmuştur.
O der ki; Murakabe-i nefs ve onun şerlerinden kaçınmanın kendisi bir hicabdır, (ki bu görüş melametiye tarikatının esasıdır). Hakka ulaşma yolunda görülen şudur ki; bütün bu musibetler insanın nefsinden değil, gönlün Hakdan uzak ve hali olmasındandır.
Onun etvar ve ahval hakkındaki görüşleri, kendisinden sonra gelen sofiye düşüncesinde ve talimde calib bir etki yapmıştır. Onun görüşlerine göre; sadr, kalb, fuad ve lübb-i deruni farklı manalara haizdir. Şöyle ki; sadr zahirde, kalb onun derununda, fuad onun derununda, lübb de fuadın derunundadır. Sadr; İslam nurunun madeni, kalb; iman nurunun madeni, fuad; marifet nurunun madeni, lübb ise tevhidi nurunu ihtiva eder.
Hakim-i Tirmizi’nin uzun yıllar halvet ve inzivada kalması, mutallaatı ve telifleri için güzel bir fırsat oluşturmuştur. 126’ya yakın eser telif etmiş, fakat bunların bir çoğu kaybolmuştur. Ancak altmışa yakın risalesi elde kalabilmiş, bunlardan bir çoğu tab’ olmuştur. Bu risaleler çeşitli içeriklere sahip olup; tefsir, kelam, hadis, fıkıh ve tasavvuf üzerinedir.
Eserlerinden bazısı; Nevadiru’l-usul, hatmu’l-velaye, risaletu beyanu’l-fark beyne’s-sadr ve’l-kalb ve’l-fuad, arşu’l-muvahhidin, riyazet ve edebu’n-nefs, hakikatü’l-ademiye, meailu’t-tabir, el-aklu ve’l-heva, ‘ilelü’l-ubudiye, el-ekyas, ‘azabu’l-kabr, et-tevhid.



Seyyariyan

Seyyariler, Ebu’l-Abbas Seyyari’nin takipçileridir. Onun adı, Kasım bin Ebu’l-kasım bin Abdullah bin el-Mehdi’dir. Anesinin dedesi olan Ahmed bin Seyyar’ın adından dolayı Seyyari lakabıyla çağrılmıştır. Fakih ve muhaddis olan Seyyari, Merv şehrinde bütün ilimlerin imamı olarak bilinirdi. Onun tarikatının esası, cem’ ve tefarruka üzerine mebnidir; cem’den murad zahiren müşahede, tefarrukadan muradsa mücahededir.
Bir defasında ona müride ne riyazat gerekir diye sorulduğunda, cevaben; şer’i emirlere sabr, menahiden uzak durmak ve salihlerle sohbet, demiştir.
Onun bazı sözlerinde cebr fikrinin galebe ettiği görülür. Ondan nakledilen bir sözünde demiştir ki; o günah levhde yazılmışken insan nasıl olurdu günahı terk edebilir.
Ebu’l-Abbas Seyyari hicri 342 yılında vefat etmiştir.



Ebu’l-hasan Harkani

Tam ismi, Ali bin Ahmed olup hicri 425 senesi Muharreminin onunda, Sultan Mahmud Gaznevinin hükümdarlığının sonlarına doğru vefat etmiştir.
O, başlangıçta bir köylü hayatı sürüyordu; odunculuk ve hayvancılık yapıyordu. Onun tarikatı hoşgürüden hali olmamakla birlikte katı ve kuralcıdır. Şeraite riayet konusunda çok dikkat etmiş ve titiz davranmıştır.
Raks ve semadan kaçınmış ve her zaman takipçilerine uzak durmalarını tavsiye etmiştir. Onun doğduğu ve sülalesinin yaşadığı Harkan, Bestam dağlarında bir köydü, bundan dolayı Beyazıd ile hemşeriydi. Sofi rivayet ve kıssalarına göre Beyazıd, Ebu’l-hasan Harkani’nin zuhurunu müjdelemiştir.



Ebu Said Ebi’l-hayr

İsmi, Fazlullah bin Ebi’l-hayr’dır. Ebu Said-i mehne ve Pir-i Mihene diye tanınmıştır.
Doğumu hicri 357 yılının muharrem ayında; vefatı da hicri 440 yılının dört şabanında, Abyurd ile Serhas arasında bulunan Mihene’de gerçekleşmiştir. Ömrü tamtamına bin aydır, yani yetmiş üç yıl dört ay ömür sürmüştür.
Sözlerinde; bir nevi mülayim vahdet ve fena fikri görülür. Dervişin biri ondan sordu; onu nerde arayım? Dedi ki nerde aradın da bulamadın.
Derdi ki; sofinin, Hakdan başka hiçbir şeye teveccüh etmemesi gerekir. Bilhassa benliğini ve kendi varlığını suya gark etmeli ki necat bulsun.
Yine böyle bir meclisde ona sordular ki; onu hangi isimle çağırmak gerek? Hiç bir şeyle dedi.
Kendinden geriye ne bir divan ne de bir mensur eser kalmıştır. O, tasavvufu tarif edilecek ve anlatılacak değil, yaşanacak ve tecrübe edilecek bir yol olarak görüyordu.
Müridlerinden birini dedi ki; Hikaye yazıcı olma, öyle ol ki senin hikayeni yazsınlar.
Ebu’l-kasım Bişr Yasin (öl. 380 hicri), Lokman Serahsi ve Şeyh Ebu’l-abbas Amili onun şeyhlerindendi.
Onun makamat ve kerametleri; Esraru’t-tevhidi fi makamat-ı Ebi Said ve Halat-ı u Suhanan-ı Ebi Said adlı bu iki kitapda toplanmıştır.



Ebu’l-kasım Kuşeyri

Ebu’l-kasım Abdülkerim bin Hevazin bin Abdülmelik bin Muhammed’dir. Hicri 376 yılının Rebiü’l-evvel ayında, bugünkü Koçan şehrinin sınırları içinde olan Ustuva’da dünyaya gelmiştir.
Çocukluğunda babasını kaybetmiş, hesap ilmi okumuş, kendi ekmeğini kazanmak için Nişabur’a gitmiştir. Orada fıkıh, kelam ve tefsire merak salıp Hakim Nişaburi ve İbn Furek İsfehani gibi alimlerden şeriat dersleri aldı. Kuşeyri, yüzmede ve silah kullanmada da kendi zamanının yeganelerindendi.
Kuşeyri, Nişabur’a gelmeden önce meczub Ali Dakkak ile karşılaştı. Ebu Ali ile bu Batıni bağlantı ilerleyen zaman içinde zahiri yakınlığa dönüştü. Şeyh, sonradan Ümmü’l-benin diye çağrılacak kızı Fatma’yı onunla evlendirdi. Kuşeyri, Şeyh Ebu Ali Dakkak’tan sonra Ebu Abdurahman Silmi’ye bağlandı.
Onun tasavvuf anlayışı; muhtat ve mutedil, şeriata mutabık, umumen şeyhlerin davasından uzak bir numuneydi. Kuşeyri, şeriatın zahirene her zaman bağlı kalmıştır. Ona göre; Şeriata riayet zaruridir, ona riyasetsizlik saliki tarikatta yersiz yapar.
Onun vaaz meclisleri, Nişabur’da o kadar şöhret buldu ki, sözlerinin tesirinden taşlar erir, şeytan doğru yola gelir gibi övgü dolu sözlerle anılmaya başladı.
Kuşeyri, verdiği vaazlardan oluşan telifatlarda bulundu. Bunlar: Lataifu’l-işaret; sofi duyumuyla Kuranın yorumudur, tertibü’s-süluk, nahvü’l-kulub; nahvi usulle kalbin ahvalini arifane biçimde açıklar. Onun en önemli temel eseri, hicir 438 yılında tamamlanan Risaletü’l-kuşeyri’dir. İmam Kuşeyri, hicri 465 senesinde Nişabur’da vefat etdi, kayınpederi ve Şeyhi olan Ebu Ali Dakkak’ın yanına defnedildi.



Ebu Nasr Sirac

Ebu Nasr’ın ismi; Abdullah bin Ali bin Yahya’dır. O, Tavusu’l-fukara lakabıyla çağrılırdı.
Ebu Nasr ehl-i tasavvuf bir aile içinde dünyaya geldi. Bir rivayete göre babası namaz halinde vefat etmiştir. O, tasavvuf ve zühdden başka şer’i ilimlerle de özel bir ilgi duymuştur, kendisi fakih meşayihden sayılmıştır.
Ebu Nasr, taliblere el veren ehl-i irşad biri değildir. Vaktinin büyük çoğunluğunu seyahet ve uzletlerle geçirmiştir.
Onun en önemli eseri; tasavvufun Kuran ve sünnetle mugayir olmadığını; sofinin Peygamberin ve sahabenin takipcisi olduğunu anlattığı El-lema’ adlı kitabdır.
O, hicri 378 yılının Receb ayında vefat etmiş ve Tus’a defnedilmiştir.



Ebu Bekir Muhammed bin İbrahim Buhari Gülabadi

Gülabad, Buhara’nın bir mahallesidir. O daha çok te’lif ettiği, Et-ta’aruf li-mezhebi’t-tasavvuf adlı eserle tanınmıştır. Bu kitab tasavvuf düşüncesini savunmada o kadar önemlidir ki Ta’aaruf olmasa tasavvuf batıl olurdu denmiştir. Ta’arruf; şeriat ve tasavvufu kapsayan ve tasavvufu ehl-i sünnet akidesinle birleştiren bir tasniftir.
Bu kitaba, defalarca Arapça ve Farsça şerhler yazılmıştır. Bunlardan biri de Hoca Abdullah Ensari’nin şerhidir.



Ebu Abdurrahman Sülemi

Ebu Abdurrahman Muhammed bin Hüseyin bin Muhammed bin Salim Ezdi, daha çok Sülemi diye tanınmıştır. Hicri 325 yılın Cemaziye’l-ahir ayının onunda, Nişabur’da dünyaya gelmiştir.
Babası; tasavvuf anlayışından dolayı memleketini terk etti, Mekke’ye yerleşti. Çocukluğunda yetiştirilmesi ve terbiyesi dedesi Ebu Amr bin İsmail bin Necid Sülemi’ye düştü. Bundan dolayı her yerde Sülemi diye tanındı ve çağrıldı.
O da babası gibi bir çok seyahatlerde bulundu, en önemli işi sofilerin ahbarlarını toplamak olmuştur. Sadece onlarla ilgili rivayetleri toplamakla yetinmemiş onların sözlerini ve işaretlerini de toplamıştır.
Kendisinin 30 tane kitabı vardır; başlıcaları Tabakat-ı sofiye, Tarih-i sofiye, hakaik-i tefsir, Risale-i melametiye, Kitabu’l-futuvve, adab-ı sofiye ve süluk-ı arifin.
Ebu Abdurrahman, hicri 412 senesinin 3 şabanında Nişabur’da vefat etmiş ve kendi hankahına gömülmüştür.



Hüceyri

Ebu’l-hasan Ali bin Osman bin Ali Gaznevi el-hüceyri, Gaznelidir, asıl şöhreti Keşfu’l-mahcub adlı eserle olmuştur. Bu kitab risale-i Kuşeyri usulünde yazılmıştır. Bu kitapta; meşayihin ahvalleri ve sofiye akaidinden bahsedilir. En önemli bahsi; kendi zamanındaki sofi fırkalarını tanıtmasıdır.
Hicri 456 yılında vefat etmiştir, mezarı Lahor’dadır, günümüzde Hazret-i Data genc-bahş adıyla umum bir ziyaretgahdır.



Hoca Abdullah Ensari

Babası Ebu Mansur Muhammed’dir, kendisi de Ebu İsmail lakabıyla tanınmıştır. Nesebi, Hz. Peygamberin SAS ashabından Ebu Eyüb Ensari’ye dayanır. Hicri 396 yılının 2 Şabanında dünya gelmiştir. Pir-i Herat lakabıyla ünlenmiş ve çağrılmıştır.
Kuran hafızlığı yanında hadise de rağbet etmiştir. Bunlarla birlikte bir çok şiir ezberlemiş, kendisi de şiir söylemiştir. Bunlarla birlikte daha çok tefsir üzerine çalışmış, ömrünün sonuna kadar da bu çalışmalarına devam etmiştir. Kendi tefsirini telif esnasında yüz yedi tane tefsir incelediğini söylediği nakledilir. Onun tefsiri marifet ve keşf-i esrar üzerinedir.
Şeyh, daha çok seciyeli ve akıcı bir Farsçayla yazmış olduğu Münacat-name adlı eseriyle meşhur olmuştur.
Tasavvufda en önemli eseri; Sofinin makamları geçmede alması gereken yolu beyan ettiği Menazili’s-sairin adlı eseridir.
Diğer bir kaitabı, Hanbeli mezhebine göre yazılmış Erbaine fi delaili’t-tevhid adlı eseridir. Sofiye sözlerini açıklayan Muhabbet-name adlı eseri de önemli bir yere sahiptir.
O kelamcılar ve felsefecilerle mücadele etmiş, her iki grubu da ehl-i bidat saymıştır. Bu konuda Zemmü’l-kelam adlı bir eseri de mevcuttur.
Şeyhleri; Yahya bin Ammar Şeybani, Ebu İsmail Ahmed bin Mahmud bin Hamza’dır.
Kadı Ebu manzur Ezdi hadis hocasıdır.
Şeyh Ebu’l-hasan Harkani ve Şeyh Ebu said Ebu’l-hayr ile görüştüğü de rivayet edilir.
O, hicri 481 yılının zilhiccesinde Herat’da vefat etmiştir.



Şeyh Ahmed Gazali

Künyesi Ebu’l-fütuh, lakabı Mecdeddin’dir. Sofiliğin yanında aynı zamanda alim ve fakih bir kimseydi. Kardeşi İmam Gazali’nin naibi olarak Bağdat’taki Nizamiye medresesinde ders vermiştir.
Her sahada, bilhassa tasavvufda Şeyh Ahmed kardeşinden daha çok şöhret ve ehemmiyet buldu. Sofiye nezdinde ondan bir çok kerametler nakledilmesi, onun alem-i irfanda kardeşinden daha yüksek mertebelerde olduğunu göstermektedir.
Onun sözlerinde, Hallac öğretisinin kokusu görülür. Sema ve raks konusunda; haram olan şey melahi, fısk ve fucurdur demiştir. Aynu’l-kudat Hemedani onun öğrencilerindendir.
Suvagu’l-uşşak ve bevariku’l-esma adlı esrleri vardır.
Şeyh Ahmed 520 senesinde Kazvin’de vefat etmiş ve oraya defnedilmiştir.



Bagdad ekolü

1-Ebu Haşim Kufi, Sofi ünvanıyla adlandırılan ilk kişidir.
2 -Süfyan-ı Servi; (öl. Hicri161) Ebu Haşim Kufi’nin çağdaşıydı. İmam Cafer-i Sadık’ın ashabındandı.
3-Abdullah bin Mübarek; Her ne kadar Merv şehrinden olsa da, hayatının büyük kısmını Mekke ve Bagdad’da geçirmiştir. Fıkıh ve hadisle uğraşmasına rağmen zamanın meşhur sofilerindendi ve ömrünü tasavvufla iştigalle geçirdi.
Hicri 181 senesinde Irak ve Şam arasında Heyet’de vefat etmiştir.
4-Fudayl bin İyad; Horasan’da yetişmiştir. Gençliğinde haramilik yaptı, sonra pişman olup tövbe etti. Hadis ve dini ilimler tahsil etti. Uzlete büyük önem verirdi. Hicri 187 yılında Mekke’de vefat etmiştir.
5-Feth-i Musuli; (öl. Hicri 220) Feth bin Said, Bişr-i Hafi ve Sırr-ı Sakati’nin akranlarındandı.
6-Bişr-i Hafi; Bişr, önceleri içki ve eğlenceye düşkündü, sonraları bunlardan tövbe etti. Ondan sonra bütün ömrü şuride bir aşk içinde geçmiştir.
Yalın yak manasına gelen Hafi lakabı, fuzuli olanı terk etmedeki mücahadesi ve edebe olan riayetinden dolayı verilmiştir.
7-Maruf-ı Kerhi; Adı Ebu Mahfuz Maruf bin Firuzan olup Kerh şehrindendir. Bagdad tasavvuf ekolü ve bir çok sofi silsilesi ona mensubdur.
Anne ve babası hiristiyandı, kendisinin İmam Ali Rıza’nın A eliyle müslüman olduğu söylenir. Hatta İmam Rızanın hizmetinde bulunduğu, Onun kapıcılığını yaptığı rivayetleri de vardır.
Sırr-ı Sakati onun yetiştirdiklerindendir. Hicri 201 senesinde vefat etmiştir.
8-Sırr-ı Sakati; O, Maruf-ı Kerhi’nin talebelerindendi, Cüneyd’in üstadı ve şeyhidir. Bagdad ekolü onun tarafından kurulmuştur. Tasavvufda mutedil bir usluba riayet etmiştir. Sünnet ve şeriata uyma konusunda itina göstermiştir. Onun görüşüne göre; Sofinin keşf yoluyla elde ettiği eğer şeriata uygun değilse boşuna ve faydasızdır.
9-Haris Muhasibi; Ebu Abdullah Haris bin Esed Muhasibi, hicri 165 senesinde Basra’da dünyaya gelmiştir. O, asrın zühhad ve şeyhlerindendi. En önemli eseri Er-riayet adlı kitabıdır. O, nefsi gururun mayası yani aslı saymıştır, muhasebe ve murakabeyi nefsden kurtulmada usul görmüş ve uygulamıştır. Muhasibi adıyla anılması da bundan dolayıdır.
10-Cüneyd-i Bagdadi; Ebu’l-kasım Cüneyd bin Muhammed bin Cüneyd Kavariri, her nekadar Bagdad’da büyüse de aslı Nehavend’dendir. Hicri 220 yılında dünyaya gelmiştir.
Bagdad ekolünün büyük şeyhlerindendir. Onun devri tasavvufun altın çağı olarak adlandırılmıştır.
Tasavvufu diğer ilimlerin yanında bir yere koyan kişi Cüneyd olmuştur. Onun hali, irfani tecrübeleri yaşamakla beraber şatahattan ari ve ilm-i fıkha uygundur. Onun şöyle dediği nakledilir ki; Biz tasavvufu açlıkta ve dünyayı terkte bulduk.
Cüneyd harraz idi, yani mesleği ham ipek satıcısıydı. İşinden dolayı halkın içinde olmasına rağmen halkla iritbatı yoktu.
Cüneydin ekolü; tevhid ve marifet üzerine kurumluydu, tasavvuf anlayışı da fıkha uygundu.
Onu diğerlerinden ayıran sahv meselesi üzerindeki ısrarıdır. Kuran’da misaka işaret eden beli sözü ona göre; insanı Hakka bağlayan aşkın binasıdır. Bundan hareketle aşk onun öğretisinde ubudiyetten ayrı değildir. Aşık, üzerine düşen ibadeti yerine getirir, Hakkı kalbinde müşahade eder.
Ona göre; süluğun en yüce merhalesi sahv merhalesidir. Yani derviş, Hakla birlikteyken irşad ve destgiri için halkın yanında huzura gelir.
Cüneydin şeyhleri; Sırr-ı Sakati, Haris Muhasibi, Muhammedu’l-kassab ve Yahya bin Muaz Razi’dir.
Cüneydin vefatı 297 yılındadır, kabri Bagdad’ın Şunizdiye mahallesinde ve hala sofilerin ziyaretgah yeridir.
Sahir isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Etiketler
arif, irfan, irfan arif mutasavvıflar, mutasavvıflar


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


gizli ilimler gizli ilim
Tüm Zamanlar GMT +4.5 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 12:39.


Powered by vBulletin® Version kapalı
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.6.0
YASAL UYARI : İçerik sağlayacı paylaşım sitelerinden biri olan Ruhani.Net Adresimizde 5651 Sayılı Kanun'un 8. Maddesine ve T.C.K'nın 125. Maddesine göre TÜM ÜYELERİMİZ yaptıkları paylaşımlardan sorumludur. Ruhani.Net hakkında yapılacak tüm Hukuksal Şikayetler, Yöneticilerimiz ile iletişime geçilmesi yada iletişim formunu doldurulması halinde ilgili kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde Ruhani.Net yönetimi olarak tarafımızdan gereken işlemler yapılacak ve size dönüş sağlanacaktır. her yürlü sorunlar için email ; ruhaninet@gmail.com
sakarya escort sakarya escort sakarya escort sakarya escort serdivan escort izmir escort eporner