Ruhani  

Go Back   Ruhani > İslamiyet ve İslami İlimler > Tasavvuf
Kayıt ol Yardım Topluluk Ajanda Bugünki Mesajlar Arama

Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Arama Stil
Alt 01-20-2012, 12:04   #1 (permalink)

Avatar Yok
 

Üyelik tarihi: Dec 2011


Mesajlar: 536
Konular: 144

Karma Puanı: 22

Standart La ilahe illallah kelimesinin ve tevhidin açıklaması

Kitabımızın başında Kur'an ve Sünnet'ten "La ilahe illallah" kelimesinin ve tevhidin açıklaması:
"Rabbin, ondan başkasına kulluk etmemenizi ve ana babaya iyilikle davranmayı emretti. Şayet onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlılık vaktine ulaşırsa, onlara: 'Öf bile deme ve onları azarlama, onlara güzel söz söyle." (İsra: 17/23)
ayeti ve benzeri bir çok ayetle yapılmıştı. Burada tekrar açıklama ve yorum yapmanın anlamı nedir?
Gerek önceki sayfalarda sunulan ayet ve hadisler, gerekse bu bölümde sunacağımız delillerle, ihlas kelimesi dediğimiz tevhid kelimesini en güzel şekilde anlamak için bu konuyu yeniden ele alacağız.
Örneğin; ibadette tevhid konusunda, nebi ve salihlere bel bağlayıp, onlardan istekte bulunarak Allah'a (c.c.) ortak koşanlara, onlardan ihtiyaçlarının giderilmesini isteyenlere, bu yaptıkları amellerin batıl ve Allah (c.c.) katında geçersiz olduğuna ve kendilerinin de bu ameller sebebiyle müşrik olduklarına dair deliller sunacağız.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"De ki: "Onun dışında (ilah olarak) öne sürdüklerinizi çağırın, onlar sizden ne bir zararı uzaklaştırabilirler, ne de (onu yararınıza) dönüştürebilirler." (İsra: 17/56)
Tefsir alimlerinin çoğuna göre bu ayet, İsa Mesih (a.s.) ile annesine, Uzeyr'e (a.s.) ve meleklere tapan kimseler hakkında nazil olmuştur. Burada Allah (c.c.) onların bu yaptıklarını kesin bir dille yasaklayarak, tevhide aykırı hareket eden kimseleri tehdit etmiştir.
Allah'tan (c.c.) başkasından istekte bulunmak şirktir. Böyle bir amel "La ilahe illallah" diyerek yüce Allah'ın (c.c.) şehadette bulunan kimsenin şahitliğiyle çelişir ve tevhidi bozar. Çünkü ihlas kelimesi de denilen bu kelime, böyle bir batıl ameli, yani şirki reddetmektedir. Zira Allah'tan (c.c.) başkasına dua ederek, ondan herhangi bir şey istemek onu ilahlaştırmak ve ona ibadet etmek anlamına gelir.
Rasulullah (s.a.v.) bu konu ile ilgili bir hadislerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Dua ibadetin özüdür (aslıdır)." (Tirmizi Deavat: 1)
İbn Kesir (r.h.) der ki:
"Burada Allah (c.c), Rasulü'ne (s.a.v.) adeta şöyle buyuruyor:
"Ey Muhammedi Allah'tan (c.c.) başkasına kullukta bulunan o müşriklere söyle! Onlara de ki:
"Siz müşrikler Allah'ı (c.c.) bırakıp da rağbet ettiğiniz, Allah'tan (c.c.) başka ilah olduğunu ileri sürdüğünüz şeyleri, putları, tağutları, Allah'a (c.c.) koştuğunuz ortakları ve benzeri bütün ilahları çağırın. Bunlar sizden hiçbir sıkıntıyı kaldıramayacakları gibi, hiçbir şekilde fayda sağlama gücüne de sahip değildirler."
Burada anlatılmak istenen tevhidi gerçek şudur:
Bütün bu özelliklere sahip ve bütün bunları yapabilme gücüne malik olan sadece Allah'tır (c.c), O'nun hiçbir ortağı yoktur, yaratma ve emretme O'na aittir.
Bu ayette açıkça belirtildiği gibi, kendisine dua edilen varlık,ona dua ederek bir şeyler isteyen kişiye hiçbir zarar veremediği gibi, hiçbir fayda da sağlayamaz. Çünkü isteyen de acizdir, kendisinden istenilen de. Hatta kendisinden istekte bulunulan kimse bir elçi veya melek de olsa durum yine aynıdır. Bu ayet, Allah'tan (c.c.) başkasına dua eden, onlardan bir şeyler isteyen müşriklerin bu tür inançlarının tümüyle batıl ve asılsız olduğunu ortaya koymaktadır. Aynı zamanda tevhidi, yani "La ilahe illallah" kelimesinin anlamını da çok güzel bir şekilde açıklamaktadır.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
"O yakarıp durdukları da Rablerine yaklaşmak için vesile ararlar. O'nun rahmetini umar ve azabından korkarlar. Zira Rabbinin azabı gerçekten korkulmaya değerdir." (İsra: 17/57)
"Sadece Allah'tan (c.c.) istenilmesi gereken şeyleri O'ndan (c.c.) başkalarından isteyen şirk ehlinin yollan kesinlikle batıldır. Çünkü onlar kendilerine hiçbir zarar ve yarar sağlamayacak olan varlıklara bel bağlamaktadırlar. Hatta bu kimseler, Mesih İsa (a.s.), onun annesi ve Uzeyir (a.s.) gibi elçilere, salihlere ve meleklere de dua edip yakarsalar, bunlar kendilerinden dua ile istekte bulunan kimseler için hiç bir şeyi değiştirebilme gücüne sahip değildirler.
Mesih İsa (a.s.), onun annesi Meryem (a.s.) ve Uzeyir (a.s.) gibi salih kimselerin dini tevhittir. Buna rağmen ayette belirtildiği gibi insanlardan bazıları Rablerine yönelirken bunları vesile kılmak istiyorlar. Oysa ki bu müşriklerin dua edip yakardıkları içinde derece ve mertebe yönünden Allah'a (c.c.) en yakın olanları bile, Allah'a (c.c.) itaat etmek suretiyle O'na daha yakın olabilmek için meşru vesile ve yol aramaktadırlar. Onlar kendileri için Allah'ın (c.c.) rahmetini diler, azabından korkarlar.
İbn Abbas (r.a.) ayetle ilgili olarak şöyle der:
"Müşrikler 'Biz meleklere, Mesih'e ve Uzeyr'e ibadet ediyoruz' derler. Oysa melekler, Mesih ve İsa kendileri için Allah'a (c.c.) dua eden kimselerdir."
Buhari,bu ayet hakkında İbni Mesud'dan şöyle rivayet etmiştir:
"İnsanlardan bazıları cinlerden birtakım kimselere ibadet ediyorlardı, cinler müslüman oldular, onlar ise kafir olarak kaldılar."
Farklı bir rivayet de şöyledir:
"İnsanlardan bazı kimseler, cinlerden birtakım kimselere ibadet ediyorlardı. Cinler müslüman oldular. Fakat onlar, cinlerin batıl dinine yapıştılar."
İbn Mes'ud'un kavli, sarılınması gereken meşru vesilenin İslam olduğunu göstermektedir.
Bu ayetle ilgili olarak Süddi, İbn Abbas'tan rivayetle şunu bildirir:
"Bu ayette söz konusu edilen kimseler İsa, annesi ve Uzeyr'dir."
İbn Abbas bu ayetle ilgili olarak şöyle der:
"Bunlar; İsa, Uzeyr, güneş ve aydır."
Mücahid de:
"Bunlar İsa, Uzeyr ve meleklerdir." demiştir. "Rahmetini umarlar ve azabından korkarlar."
İbadet, korku ve ümit bir arada olmaksızın tamam olmaz. Herhangi bir kimse ister ibadet amacıyla Allah'a (c.c.) dua ederek çağrıda bulunsun, isterse medet beklemek için çağrıda bulunsun, kesinlikle kalbinde korku ve ümidi birarada taşımalıdır.
İbn Teymiyye (r.h.) der ki:
"Tefsir bilginlerine ait bütün bu görüşler haktır ve doğrudur. Çünkü ayet ister meleklerden olsun, ister cinlerden ve insanlardan olsun mabud edinilenlere ibadet edenlerin tümünü kapsar. İlk dönem müslümanlarının yaptıkları tefsirlerde "Bu ayette murad olunan, bir bakıma örneklemedir." denilmiştir. Örneğin, bir tercümanın kendisine "Hubz'un anlamı nedir?" diye soran bir kimseye, karşısında duran bir hamuru göstermesi gibi. Hamuru göstererek "İşte, budur" der. Burada tercüman hamura işaret ederken onun türüne, çeşidine işaret etmektedir, yoksa ekmeğin kendisine değil."
Ayeti tefsir eden imamların amacı, ayetin kapsamından olan herhangi bir şey üzerinde özelleştirme yapmak değildir. Çünkü bu ayet, Allah'tan (c.c.) başkasını dua ile çağıranların ve kendilerine dua edilenlerin tümünü kapsar, ayet bu anlamda geneldir. Çünkü dua yoluyla kendisinden bir şeyler istenen ve kendisine dua edilen kimseler de Allah'a (c.c.) vesile aramakta, O'nun rahmetini ümit etmekte ve azabından korkmaktadırlar. Bu anlamda ayet, nebilerden, salihlerden ya da bir başkasından ister "imdat" ifadesiyle ister başka bir ifade ile bir şeyler bekleyen ve isteyenlerin tümünü, ölüleri, gaibleri vb. olanların hepsini kapsar. Melek ve cinlere dua ederek onlardan bir şeyler beklemek de bu kapsamdadır. Bu ayette Allah (c.c.) onlara yalvarıp yakarmaktan şiddetle sakındırmaktadır. Çünkü bunlar kendilerine dua ile istimdat edenlerden herhangi bir zararı kaldırma veya onlara herhangi bir fayda sağlama gücüne sahip değillerdir. Onların insanlara isabet eden musibetlerin hiçbirisini ortadan kaldıracak imkanları olmadığı gibi, insanların hal ve durumlarını bir başka hal ve durumla da değiştiremezler. Bu bakımdan ayette geçen "tahvil" kelimesi belirsizlik ifadesi ile gelmiştir. Arap dili kurallarına göre buna "nekra" denir.
Kim salihlerden, nebilerden ya da bunlardan başkalarından, herhangi bir ölü veya yanında olmayan, uzakta ve sesini işitemeyecek konumda olan bir kişiden kendisine yardım etmesini isterse, bu şekilde onları dua ile çağırırsa veya meleklere bu anlamda da dua ederse, o kişi sadece Allah'a (c.c.) ait olan bir özellik ve yetkiyi Allah'tan (c.c.) istemesi gereken bir şeyi Allah'tan (c.c.) başkalarından istediği için Allah'a (c.c.) şirk koşmuş ve müşrik olmuştur.
Bu ayet, Allah'tan (c.c.) başkalarına dua ettiği ve yalvarıp yakardığı halde:
"Ben Allah'a (c.c.) şirk koşmuyorum. Çünkü şirk koşmak putlara tapmaktır." diyen ve şirki sadece putlara tapmak olarak algılayan cahillere açık bir reddiye olma özelliği taşımaktadır.
Müminler Allah'tan (c.c.) başka hiç bir kimseden ümitvar olmazlar ve sadece Allah'tan (c.c.) korkarlar. İşte tevhid dini budur.
Tevhid inancı bağlılarını şirkten şiddetle sakındırmaktadır. Müminlerin sadece Allah'ın (c.c.) rahmet ve merhametini beklemeleri, bu noktada aşırı istekli bulunmaları, bununla birlikte Allah'ın (c.c.) azabına müstehak olacak amellerden de uzak durmaları gerekmektedir.
Allah'tan (c.c.) başkalarını Allah (c.c.) ile kendisi arasında aracı kılan kimselerin durumları farklıdır. Çünkü o müşrikler sadece Allah'tan (c.c.) istemeleri gereken şeyleri Allah'tan (c.c.) başkalarından istiyorlar ve sadece Allah'a (c.c.) yapılması gereken duayı Allah'tan (c.c.) başkalarına yapıyorlar. Böylece açık bir şirk içine düşmüş oluyorlar. Oysa onlar şirkten sakındırmışlardı.
Müşrikler, salih gördükleri kimselerden, kabirde yatanlardan istekte bulunuyor, onlara dua ediyor, onlardan yardım bekliyorlar. İhtiyaçlarını Allah'tan (c.c.) isteyecekleri yerde ölülerden istiyor, Allah'ın (c.c.) bunlara tasarruf yetkisi verdiğine inanıyorlar. Oysa bu salihlerin bizzat kendileri Allah'a (c.c.) ve Allah'ın (c.c.) rahmetine muhtaçtırlar. Şimdi bunlar kendileri için bile hiçbir şekilde zarar ve yarar verme gücüne sahip değillerken, nasıl olur da başkaları için yarar veya zarar sağlayabilirler?
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Eğer onları çağırırsanız, sizin çağırmanızı işitmezler, isitseler bile size cevap veremezler. Kıyamet Günü ise onlar, sizin (onları Allah'a) ortak koşmanızı tanımazlar. (Bu gerçeği) Sana her şeyden haberi olan Allah gibi (hiç kimse) haber veremez." (Fatır: 35/14)
" İnsanlar biraraya getirildiği zaman, (onların Allah'tan başka taptıkları) onlara düşman kesilirler ve (kendilerine ibadet etmelerini de) tanımazlar." (Ahkaf: 46/6)
İnsanlardan kimileri, şirkin sadece putlara tapmak anlamına geldiğini ve sadece putlara tapan kimsenin müşrik olacağını zannediyorlar. Oysa ayette, Allah'la (c.c.) birlikte nebilere, salihlere, meleklere ve bunlardan başkalarına dua eden kimselerin de müşrik kapsamına girdikleri açıkça ifade edilmektedir. Ölülerden ve gaip kimselerden medet beklemek, onlara dua etmek, herhangi bir yarar ve zarar verme gücüne sahip olmayan kimselerden istekte bulunmak da, bir daha işlenmemek üzere tevbe edilmediği sürece bağışlanmayan büyük şirk türünden amellerdir ve ihlas kelimesiyle çelişmektedir.
Tevhidin ve "La ilahe illallah" kelimesinin ne anlama geldiğini anlayabilmek, ancak şer'i deliller üzerinde çok iyi düşünmekle mümkün olur. Kul Allah'tan (c.c.) yardım isteyerek şirkten ve şirke sebep olabilecek amellerden korunur.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"De ki: Allah'tan başka ilah olduğunu sandıklarınızı çağırın, sizin bir sıkıntınızı gidermeye ve onu değiştirmeye güçleri yetmez." (İsra: 17/56)
Ayet, meleklere, Mesih İsa'ya (a.s.) ve onun annesine ibadet (dua) edenlerle ilgili olarak inmiştir.
Ayrıca Allah (c.c.) bu müşriklerin, Allah'a (c.c.) dua eden ve kullukta bulunan müslümanlara muhalefet ettiklerini de açıklamıştır.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"O yakarıp durdukları 'da Rablerine yaklaşmak için vesile ararlar. O'nun rahmetini umar ve azabından korkarlar. Zira Rabbinin azabı gerçekten korkulmaya değerdir." (İsra: 17/57)
Bu ayette yalnızca dua ve itaatleriyle Allah'tan (c.c.) vesile arayan kimseler anlatılmaktadır. Allah (c.c.) için en büyük vesile, tüm nebi ve rasullerin tebliğ ettiği, yaratılanları bu gaye uğruna yarattığı tevhittir.
Allah'a (c.c.) tevessül, Allah (c.c.)'ın isimleri ve sıfatlarıyla yapılır.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"En güzel isimler Allah'ındır. O'na o isimlerle dua edin. O'nun isimleri konusunda eğriliğe sapanları bırakın. Onlar elbette yaptıklarının cezasını göreceklerdir." (A'raf: 7/180)
Bu konu dualarla ilgili olarak gelen hadis rivayetlerinde de geçmektedir.
Rasulullah (s.a.v.) şöyle yakarırdı:
"Allah'ım! Senden isterim. Çünkü hamd senin içindir. Mennan olan senden başka ilah da yoktur. Ey göklerin ve yerin örneksiz yaratanı, ey Celal ve kerem sahibi Allah'ım!" (Nesei, 3:52, İbn-i Mace, Davat: 9, el-Heysemi, Mevariduz-Zam'eni, 2382)
"Allah'ım, senden başka ibadete layık ilah yoktur, yalnız sen varsın, senden isterim. Sen doğmamış, doğurmamış, hiçbir dengi ve eşi olmayansın, Samed'sin" (İbn-i Mace, Deavat: 9)
İşte bu ve benzeri, salih amel olma özelliği taşıyan sahih dua ve yönelişler, içerisinde şirk barındırmayan dua ve yönelişlerdir. Allah'a (c.c.) tevessül, Allah'ın (c.c.) razı ve hoşnut olduğu amellerle yapılır, yoksa Allah'ın (c.c.) hoşlanmadığı şirk ve şirk içerikli şeylerle değil. Çünkü Allah'ın (c.c.) bizzat kendisi, kendi yüce zatını tenzih ederek şöyle buyurmuştur:
"Allah, onların ortak koştukları şeylerden münezzehtir."
"Allah'ı tenzih ederim, ben müşriklerden değilim."
Katade diyor ki:
"Allah'a itaat ederek O'na yaklaşmak, O'nun razı olacağı amellerle mümkün olur.
Allah (c.c), O'ndan (c.c.) başkalarını Allah (c.c.) ile kendisi arasında şefaatçi edinenlerin bu yaptıklarını inkar ederek şöyle buyuruyor:
"Onlar, Allah'ı bırakarak, kendilerine fayda da zarar da veremeyen şeylere taparlar ve: 'Bunlar Allah katında şefaatçilerimizdir' derler. De ki: 'Göklerde ve yerde Allah'ın bilmediği bir şeyi mi O'na haber veriyorsunuz?' Allah, onların ortak koşmalarından münezzeh ve yücedir." (Yunus: 10/18)
Kur'an'da bu konuyla ilgili olarak yukarıdaki ayete benzer pek çok ayet vardır. Bu ayetlerde kulların Allah'a (c.c.) ihlaslı olarak ibadet etmeleri, O'ndan başkasıyla ilgilerini kesmeleri emredilmekte, böyle yapmazlarsa bu yaptıklarının cezasının oldukça ağır olacağı bildirilmektedir. Nitekim Allah'ın (c.c.) Kur'an-ı Kerim'de ve Rasulullah'ın (s.a.v.) hadislerinde bize anlattığı kadarı ile önceki toplumlardan kendilerine gelen elçileri yalanlayanların başlarına gelen büyük felaketler de bilinmektedir.
İşte Nuh'un (a.s.) kavmi...
Ad, Semud ve benzeri kavimlerin durumu...
Bunlar Allah'a (c.c.) itaat ve kulluk konusunda kendilerine emredilenlere isyan etmişler, tevhidi bırakıp şirki tercih etmişlerdi.
Onlar Nuh'a (a.s.) şöyle diyorlardı:
"Kavminin inkarcılarından ileri gelenler: 'Senin ancak kendimiz gibi bir insan olduğunu görüyoruz. Daha başlangıçta iken, sana bizim ayak takımı dışında hiç kimsenin uyduğunu görmüyoruz. Sizin bizden bir üstünlüğünüz de yoktur. Biz sizi sadece yalancı sanıyoruz' dediler." (Hud: 11/27)
Hud'un (a.s.) kavmi ona şöyle dediler:
"Ey Hud! Sen bize bir belge getirmeden, senin sözünden ötürü ilahlarımızı terketmeyiz ve sana inanmayız." (Hud: 11/53)
Salih'in (a.s.) kavminin ileri gelenleri ona şöyle demişlerdi:
"Ey Salih! Sen bundan önce, aramızda kendisinden iyilik beklenir bir kimseydin. Şimdi bizi babalarımızın taptıklarına tapmaktan sakındırıyorsun? Doğrusu bizi çağırdığın şeyden şüphe ve endişe içindeyiz." dediler." (Hud: 11/62)
Şuayb'a (a.s.) ise kavmi şöyle diyordu:
"Ey Şuayb! Babalarımızın taptığını bırakmamızı emreden veya mallarımızı istediğimiz gibi kullanmamızı yasaklayan senin namazın mıdır? Oysa sen doğrusu aklı başında, yumuşak huylu birisin." dediler." (Hud: 11/87)
Allah'ın (c.c), Kitabında anlattığı bu gerçekler üzerinde çok iyi düşünmek gerekir. Rasuller kavimlerini hep Allah'a (c.c.) davet etmişler ve onların bu davetlerini kabul etmeyenlerin başına çeşitli felaketler gelmiştir. Allah (c.c), Kıyamet Gününde de onlara azap edecektir.
İbn Mes'ud'dan rivayet edildiğine göre:
"İnsanlardan birtakım kimseler, cinlerden bazılarına ibadet ediyorlardı. Cinler müslüman oldu, bunlar ise onların dinlerine bağlandılar."
Yukarıdaki ayet, Allah (c.c.) ile beraber herhangi bir veliye dua edenlerin aleyhine delildir.
Şeyhülislam İbn Teymiyye diyor ki:
"Bütün bu görüşler haktır. Çünkü ayet, yaratıklardan kendilerine ilah ve mabud edinenleri kınamaktadır. Onların Allah'tan (c.c.) başka edindikleri bu ilah ve mabutlar ister melek, ister cin ve ister insan olsun fark etmez."
İbni Kayyım, bu ayette üç makamdan söz edildiğini söylemektedir:
1. Allah (c.c.)'a yaklaşmayı ve yakın olmayı istemek, bunun yollarını aramak, O'nun sevgisini kazanmaya çalışmak.
2. Allah'a (c.c.) salih amellerle tevessül etmek.
3. Allah'ın (c.c.) rahmetini ümit etmek ve azabından korkmak.
İşte gerçek tevhid ve gerçek İslam dini budur.
Behz b. Hakim'in dedesi Nebi'ye (s.a.v.) şöyle demiştir:
"Ey Allah'ın Rasulü! Vallahi sana gelmeye şu parmaklarım sayısınca yemin etmişim. İşte geldim. Seni Hak ile gönderen Allah (c.c.) adına söyler misin, Allah (c.c.) seni ne ile gönderdi?"
Rasulullah (s.a.v.):
"İslam" diye buyurdu.
"İslam nedir?" dedi.
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Kalbini Allah'a teslim edecek ve yüzünü de Allah'a döndüreceksin, farz olan namazları kılacak ve farz olan zekatı da vereceksin." (Ahmed)
Ebu Hureyre'den Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Yolcu yolunu şaşırmamak için bu işaretlere dikkat etmelidir. İslam'da da, tıpkı yoldaki (trafik) işaretler gibi levhalar ve dikili taşlar vardır. İşte bu işaretler şunlardır:
"Allah'a ibadet ve kullukta bulunacaksın. Hiçbir şeyi O'na ortak koşmayacaksın. Namazı kılacaksın, zekatı vereceksin, Ramazan ayı orucunu tutacaksın, iyilikte emredecek, kötülüklerden de menedeceksin." (Hakim, Müstedrek: 1/21, Ebu Naim, Hilyetü'l Evliya: 5/217)
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Kim muhsin olarak yüzünü Allah'a teslim ederse, kopmayan sağlam bir kulpa yapışmıştır. Bütün işlerin sonu Allah'a varır." (Lokman: 31/22)
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"İbrahim babasına ve kavmine demişti ki: "Beni yaratan hariç, sizin taptıklarınızdan uzağım. Beni doğru yola eriştirecek olan odur." Bunu ardında (n gelecekler arasında sabit) kalacak bir söz olarak bıraktı ki (insanlar Allah'a) dönsünler." (Zuhruf: 43/26-28)
"Kelime-i Bakiye" "La ilahe illallah" kelimesidir.
İkrime, Mücahid, Dahhak, Süddi, Katade ve daha başkaları bu ayette geçen "Kelime-i Bakiye" ifadesinin "La ilahe illallah" kelimesi olduğunu söylemişlerdir. Bu kelime, İbrahim (a.s.) zamanından günümüze dek baki kalan bir kelime olarak devam edegelmektedir ve Allah'ın (c.c.) izni ile Kıyamete kadar da baki kalacaktır.
İbn Kesir bu ayet hakkında der ki:
"Ayette yer alan "kelime"den kasıt; eşi ve ortağı olmayan bir tek Allah (c.c.)'a ibadet edip, bunun dışındaki tüm putları ve tağutları reddetmektir. Bu da "La ilahe illallah" ifadesinin içerdiği manadır."
Allah (c.c.) bu kelimeyi onun soyu içinde baki kılarak, onlardan, bu kelime konusunda hidayet üzere olan babaları İbrahim'i (a.s.) örnek almalarını istemiştir.
İkrime, Mücahid, Dahhak, Katade, Süddi ve daha başka imamlar, ayette söz konusu edilen "Baki kalacak kelime"nin "La ilahe illallah" kelimesi olduğunu söylemişlerdir. Dolayısıyla İbrahim'in (a.s.) soyundan tevhid davasını sürekli devam ettirecek kimseler bulunacaktır."
"La ilahe illallah" ın anlamı, ihlas ile Allah'a (c.c.) ibadet ederek tevhidi gerçekleştirmek ve Allah'tan (c.c.) başkalarıyla ilgi ve bağı kesmektir.
Bu kelimeyi kabullenen bir kimse, Allah'tan (c.c.) başka kendilerine tapınılan tüm batıl ilahları, insanlar üzerinde hüküm koymaya ve otorite olmaya yeltenen tüm tağutları, yıldızları, heykelleri, şekillendirilmiş putları, özellikle de Nuh (a.s.) kavminin şekillendirdiği putları; Vehdi, Süva'yı, Yeğus'u, Yeuk'u ve Nesr'i, akla gelen ve gelmeyen tüm putları, insanların Allah'ı (c.c.) bırakıp da kendilerine taptıkları tüm varlıkları, müşriklerin saygıda kusur etmedikleri ve putlaştırdıkları liderleri, önderleri reddetmiş olmaktadır.
Yukarıdaki ayette İbrahim (a.s.), kendisini yaratan Allah'tan (c.c.) başka, insanların kendisine kulluk ettikleri tüm mabutları reddetmektedir. Çünkü Allah (c.c), bir tektir, eşi ve ortağı yoktur. İşte bu, ihlas kelimesinin ifade ettiği manadır.
Yine İbn Kesir (r.h.) bu ayetle ilgili olarak şöyle der:
"Ayet Haniflerin imamı, Allah'ın kulu, rasulü ve halili, kendisinden sonraki elçilerin babası İbrahim'den (a.s.) haber veriyor. İbrahim (a.s.) putlara taptıklarından dolayı babasından ve kavminden uzaklaşarak onlara şöyle demiştir:
"Beni yaratan hariç, sizin taptıklarınızdan uzağım. Beni doğru yola eriştirecek olan odur." Ve bunu belki insanlar Allah'a dönerler diye ardında kalıcı bir kelime olarak bıraktı." (Zuhruf: 43/26-28)
İbrahim (a.s.)'in bu yüce kelimeyi nasıl anlayıp, yorumladığını çok iyi düşünmek gerekir.
İşte İbrahim'in (a.s.) kendisinden sonrakilere bıraktığı bu kelime ya da söz; bir tek olan Allah'a (c.c.) ibadet ve O'ndan başkalarını reddir. Bu ise "La ilahe illallah" kelimesidir. İbrahim'in (a.s.) soyundan gelip, kendisine uyan kimseler için Allah (c.c.) bunu kalıcı bir kelime kılmıştır. Belki daha sonra onun soyundan gelenler böylece hakka dönerler. Allah (c.c.)'ın hidayeti kendilerine ulaşır da gerçeği bulurlar.
"La ilahe illallah" kelimesi incelendiğinde, bu mübarek kelime ile ayette geçen:
"Beni yaratan hariç sizin taptıklarınızdan uzağım." ifadesinin içeriğinde tam bir uyum olduğu görülür. Çünkü her iki ibare de iki ayrı içerikten oluşmaktadır. Red ve kabul.

Tevhid kelimesinde yer alan red bölümü; " La ilahe " ifadesidir.
Ayette İbrahim'in (a.s.) ağzından ifade edilen red bölümü ise; "Şüphesiz ben, sizin taptıklarınızdan uzağım." sözüdür.
Tevhid kelimesinde yer alan kabul bölümü; "İllallah" ifadesi,
Ayette İbrahim'in (a.s.) sözü olarak geçen kabul bölümü ise; "Ancak beni yaratan hariç" ifadesidir.

Şehadet kelimesini söyleyen bir kimse, bu gerçek üzerinde çok iyi düşünmeli, ilim ve amel noktasında şehadetin gereklerini en iyi şekilde yerine getirmelidir.

Kurratü'l-Uyun adlı kitapta da yukarıdaki açıklamaların doğrulandığını görmekteyiz:
"Bu ayette red anlamındaki ifade:
"Ben sizin taptıklarınızdan uzağım." kabul anlamındaki ifade ise:
"Ancak beni yaratana kulluk ederim." ifadesidir. Dikkat edilirse İbrahim (a.s.) bu ifadeleri ibadet ve kulluğu sadece Allah'a (c.c.) ait kılmış ve insanların O'ndan başka taptıkları şeylerden uzak olduğunu açıkça ve hiç çekinmeden bildirmiştir. Bu ayet, tevhid kelimesi için çok güzel bir yorumdur."
Allah (c.c.) bu ayette, şehadet kelimesinin gereği olan dostluk ve düşmanlık kavramlarını açıklamıştır.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Bu böyledir. Çünkü Allah, hakkın ta kendisidir. O'ndan başka taptıkları ise şüphesiz batılın ta kendisidir. Gerçekten Allah yücedir, büyüktür." (Hac: 22/62)
Herhangi bir ibadetin Allah (c.c.)'tan başkasının rızası için yapılması batıldır ve sahibine, tevbe edilmediği taktirde bağışlanmayacak olan şirkten başka bir şey kazandırmayacaktır.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Sonra onlara: "Sizin şirk koştuklarınız nerede?" denilecektir." (Mü'min: 40/73)
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Onlar, Allah'ı bırakıp bilginlerini ve rahiplerini rabler edindiler ve Meryemoğlu Mesih'i de... Oysa onlar, tek olan Allah'a ibadet etmekten başka bir şeyle emrolunmamışlardı. O'ndan başka ibadete layık ilah yoktur. O, bunların şirk koştukları şeylerden yücedir." (Tevbe: 9/31)
Bu ayette geçen "ahbar" kelimesi "alimler" demektir, "ruhban" kelimesi ise "abitler" anlamındadır.

Süddi der ki:
"Onlar insanlara öğüt vermek istediler, fakat bunu yaparken Allah'ın (c.c.) Kitabını arkalarına attılar. Bunun için Allah (c.c.) Tevbe 31 ayetini indirdi."
Ayetin muhatap aldığı kimseler, alim ve abit kabul ettikleri insanların söylediklerine kayıtsız-şartsız uydukları ve bu konuda:
"Allah (c.c.) ne diyor?" diye hiç önemsemedikleri için Allah'tan (c.c.) başkasına ibadet etmiş oldular. Çünkü onlar Allah'ın (c.c.) helal kıldığını haram, haram kıldığını da helal kılma konusunda onlara itaat ediyor ve onları Allah'tan (c.c.) başka rabler ediniyorlardı. Oysa ki insanlar üzerine kanun koymak, helal ve haram ölçülerini belirlemek, sadece Allah'a (c.c.) aittir. İbadette sadece Rab olmaya layık olan Allah'a (c.c.) yapılır.
Helal, Allah'ın (c.c.) helal kıldığı,
Haram da Allah'ın (c.c.) haram kıldığıdır.
Din ise, Allah'ın (c.c.) şeriat olarak gönderdiğidir.

İbn Teymiyye (r.h.), bu ayetle ilgili olarak der ki:
"Ayette, alimlerini ve rahiplerini rabler edindikleri bildirilen kimseler, Allah'ın (c.c.) haram kıldığını helal, helal kıldığını da haram kıldıklarında onlara itaat ettiler. Bu iki şekilde olmuştur:
1. Alim ve rahiplerin Allah'ın (c.c.) dinini değiştirdiklerini bilerek, onların din adına yaptıkları değişikliklerde onlara tabi oldular. Böylece Allah'ın (c.c.) haram kıldığını helal, helal kıldığını da haram bildiler. "Büyükler nederse doğrudur" gibi mantıklarla bu ölçüleri belirleme yetkisini alim ve rahiplerine verdiler. Halbuki aslında gerçeğin böyle olmadığını çok iyi biliyorlardı. Onlar böyle yapmakla rasullerin getirdiği dine aykırı davranmış oldular. Bile bile böyle yaptıklarından dolayı da küfre girdiler. Gerçi bunlar alim ve rahiplerine yönelerek, onlara doğru namaz kılıp secde etmiyorlardı ama, yine de bu yaptıklarıyla müşrik olmuşlardı. Çünkü bir kimse bile bile Allah'ın (c.c.) dinine aykırı olan bir hususta bir başkasına uyarsa müşrik olur.
2. Harama haram ve helale helal olarak inanmadaki itikatları sabit olmasına rağmen günah ve isyan konusunda başkalarına uydular. Bunlar da tıpkı kendilerine uydukları kimseler gibi günahkardırlar.
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"İtaat ancak maruftadır." (Buhari: 9/79, Müslim İmarat: 39, 40)
Bu ayet açıkça şunu göstermektedir ki:
Her kim haramı helal, helali de haram kılma konusunda Kitap ve Sünnete sırt çevirir, bu konuda Allah (c.c.) ve Rasulünden (s.a.v.) başkasına itaat ederse, bu şekilde Allah (c.c.)'ın kendilerine izin vermediği konularda onlara uyarsa, onları rab ve ilah edinerek Allah (c.c.)'a ortak kılmış olur.Bu da Allah (c.c.)'ın indirdiği tevhid dinine aykırı, tevhid kelimesinin içeriğine zıttır.Çünkü ilah; kendisine kulluk edilen varlık anlamındadır. Allah'tan (c.c.) başkalarına itaat ve kulluk etmek ise şirktir, kendisine itaat ve kulluk edilen varlıkları Allah'tan (c.c.) başka rabler edinmek demektir.
Görüldüğü gibi, yasama konusunda Allah'tan (c.c.) başkalarına itaat edilmesi, Allah'tan (c.c.) başkasına ibadet olarak kabul edilmiş, kendilerine itaat edilen kimselerin de rab edinilmiş olacağı açıklanmıştır. Ne acıdır ki, bu ümmet içerisinde de böyleleri vardır. Bu en büyük şirk olup, tevhidle çelişmektedir ve "La ilahe illallah" kelimesinin içeriğine terstir.
Bu ayet bize; şehadet kelimesinin, Allah'tan (c.c.) başkalarını rab edinme gibi bir eğilimi tümüyle reddetmeyi gerektirdiğini gösteriyor. Çünkü "La ilahe illallah" kelimesi, şirki red ve bunun zıttı olan tevhidi kabul etmek anlamını taşımaktadır.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"O, melekleri ve nebileri rabler edinmenizi emretmez. Siz müslüman olduktan sonra size küfrü mü emredecek?" (Al-i İmran: 3/80)
İnsanlar kimi zaman nebi ve melekleri Allah'a (c.c.) ortak koşar duruma düştükleri için bu ayette özellikle nebilerle melekler üzerinde durulmuştur. Melek ya da nebi bile olsa, herhangi bir yaratığın Allah'a (c.c.) ortak koşulması ya da Allah'a (c.c.) ait hak, yetki ve sıfatların herhangi bir yaratığa verilmesi şirktir.
İnsanların Allah'tan (c.c.) başka taptıkları tüm şeyler onların rabbi ve mabududur.
Allah'a (c.c.) ve Allah'ın (c.c.) yasalarına rağmen, kendisine her itaat olunan varlık puttur, tağuttur.
Her kim, Allah'ın (c.c.) şeriat olarak indirdiğinin ve Rasulünün (s.a.v.) gösterdiğinin dışında bir kimseye mutlak olarak itaat ve tabi olursa, o, itaat eden ve tabi olan kişinin rabbi ve mabudu olmuş olur.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah'ın yolundan şaşırtıp, saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve ancak zan ve tahminle yalan söylerler." (En'am: 6/116)
"Şüphesiz Rabbin, kendi yolundan sapanları daha iyi bilir. O, dosdoğru yolda olanları daha iyi bilendir." (En'am: 6/117)
Bu ayetler üzerinde az da olsa düşünen bir kimse, "La ilahe illallah" sözünün ne anlama geldiğini bilir ve tevhidi anlar. Halbuki günümüzde ilim sahibi olduklarını söyleyen kimselerin dahi çoğu, bu anlamdaki tevhidi inkar konumuna düşmüşlerdir. Nitekim bu ümmetten de, daha öncekilerden de böyle itikadı yanlışlara düşen kimseler olagelmiştir.
Hicretin üçüncü asrından sonra artık cehalet alabildiğince yaygınlaşmış, insanlar Ehl-i Beyt'in kabirleri hakkında aşırılıklara ve taşkınlıklara düşmüşlerdir. Ehli Beyt'e ait kabirlerin ve daha başka kabirlerin üzerine binalar, mescitler ve türbeler yapmışlardır. Bu dönemlerde yaşayan insanlar arasında tevhide aykırı pek çok amel yaygınlaşmış, kendilerini müslüman zanneden kimseler şirk karanlığında yollarını kaybederek fitneye uğramışlardır. Onlar ölülelere ibadet ve tazim etmekteydiler. Pek çok kimse böylesi bir yanlışın içerisine düşmüştü. O dönemlerde iyilik ile kötülük birbirine karıştırılmış; hayır şer gibi, şer de hayır gibi algılanır olmuştu. Bid'at sünnet gibi, sünnet de bid'at gibi kabul görüyordu. Küçükler böyle bir ortamda yetişip büyüyor, yetişkinler de böyle bir ortamda yaşlanıyor ve ölüyorlardı.
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"İslam, garip olarak başladı, yine başladığı gibi garipliğe dönecektir. İnsanların fesada uğradıkları bir zamanda salih olanlara ve insanları ıslah edenlere ne mutlu!" (Müslim imam 232, Tirmizi İmam 13. İbn Mace Fiten: 15, Darimi Rikak: 43, Ahmed: 1/184, 398, 4/73, 2/389)
Başka bir rivayette de bu hadis:
"İnsanların ifsat ettiklerini ıslah edenlere ne mutlu!" şeklinde gelmiştir.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"İnsanlar içinde öyleleri vardır ki, Allah'tan başka varlıkları O'na eş tutarlar ve onları Allah'ı sever gibi severler, iman sahiplerinin Allah'a olan sevgileri ise daha kuvvetlidir. Zulmedenler azabı gördüklerinde tüm kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının çok şiddetli olduğunu anlayacaklarını keşke bilselerdi." (Bakara: 2/165)
Bu ayette Allah (c.c.)'tan başkasına tapınan ve onları yüce Allah'a (c.c.) eş ve denk tutan müşriklerin, kendi ilahlarını tıpkı Allah'ı (c.c.) severcesine yoğun bir sevgi ve bağlılıkla sevdikleri ifade edilmektedir.
Onlar Allah'tan (c.c.) başkalarına dua ve rağbet ediyor, Allah'tan (c.c.) başkalarına umut bağlıyor, bir şey isteyecekleri zaman bunu O'ndan (c.c.) başkalarından istiyorlar. İhtiyaçlarının giderilmesini, sıkıntılarının ortadan kaldırılmasını güçsüz ve fani yaratıklardan bekliyorlar. Türbelere, kabirlere, tağutlara ve pis putlara tapanların durumu işte böyledir. Bunlar Allah (c.c.)'ı seviyor olsalar ve böyle görünseler bile, bununla birlikte Allah'a (c.c.) eş koştukları ortaklara olan sevgilerinden de vazgeçmiyorlar, onları adeta Allah'ı (c.c.) severcesine seviyorlar.
Gerçek şu ki; bunlar aslında Allah'ı (c.c.) sevmiyorlar. Çünkü Allah'ı (c.c.) sevmek, ancak O'nu isim ve sıfatları ile tanımaya bağlıdır. Gerçekten Allah'ı (c.c.) seven bir kimsenin, Allah'tan (c.c.) başkasını O'na ortak kabul etmesi mümkün değildir.
Müşriklerin Allah'a (c.c.) koştukları ortakları sevmeleri, Allah'a (c.c.) karşı duymaları gereken sevgi gibidir. Allah'a (c.c.) olan sevgileri, aslında yüceltmeden ve korkudan kaynaklanan bir sevgidir.
Her sevgi ibadet demek değildir. Böyle olmadığı için her sevginin yüceltme ve korku merkezli olması da gerekmez. Bundan dolayıdır ki, ayette:
"Allah sevgisi gibi" denilmiş, "Onların Allah için olan sevgileri gibi" denilmiştir. Çünkü onlar aynı zamanda Allah'a (c.c.) koştukları ortaklarını büyük bir saygıyla sever, onlardan çok korkar ve onlara bağlanırlar. Allah'a (c.c.) koştukları ortaklar adına kurban keser, en değerli varlıklarını bu yolda verir ve harcarlar. Çünkü onlar Allah'a (c.c.) koştukları bu ortaklardan kendilerine yardım etmelerini istemekte, sıkıntı ve dertlerini gidermelerini beklemektedirler.
Hatta o müşrikler, Allah'a (c.c.) koştukları bu ortaklar tarafından ekinlerinin yakılacağı, çocuklarının zarar göreceği, can ve mallarının telef edileceği, çeşitli felaket ve musibetlere uğratılacakları inancı içerisindedirler. Halbuki onlar, Allah'tan (c.c.) bile böylesine korkup ümit var olmazlar. Çünkü onlar puthanelerindeki bekçilerden, alim ve şeyh kabul ettikleri soytarılardan ve kocakarı masallarından pek çok uydurma ve yalan yanlış hikayeler dinlemişlerdir. Onlar böylece davalarını uydurma hikayeler ve efsaneler aracılığı ile desteklemek isterler. Onları dinleyen ve dinini bilmeyen kimseler de onlara kanıp, inanırlar ve sapıklıkta kalırlar. Sonra da şirk üzerinde iken canları çıkar.
Bu kimseler Allah (c.c.)'a koştukları ortaklardan korktukları kadar Allah (c.c.)'tan korkmamakta ve o ortaklardan beklenti içinde oldukları kadar Allah (c.c.)'tan beklememektedirler.
Bu söylediklerimiz sadece kuru ve asılsız bir iddia değil, ne yazık ki geçmişte yaşanan ve günümüzde de halen yaşanmakta olan pratik ve gözle görülür bir gerçektir.
O müşrikler Allah'a (c.c.) koştukları bu ortaklar adına, kabirlerde yatan ölüler ve türbeler adına öylesine cömert davranırlar ki, bunlar uğruna harcadıklarının çok azını dahi Allah (c.c.) için vermezler ya da ana babaya iyilik, yakınların ziyareti, yoksul olan komşularını ya da yaşadığı bölgedeki fakirleri doyurmak için harcamazlar. Bu özellik ne yazık ki, türbecilerin ve ölülerden medet bekleyen kimselerin hepsinde bariz bir şekilde mevcuttur. Bunların durumlarını yakından inceleyen ve onların yaptıklarının içyüzüne vakıf olan bir kimse Kur'an'da geçen müşriklerle ilgili ayetleri onlara uyarlamakta ve onların cahiliye müşriklerinden olduklarını tespit etmekte asla zorlanmaz.
Her kim tevhid kelimesini bu anlamda öğrenirse, ihlaslı davranır ve şirk ile alakasını keserse, o zaman gerçekleri görebilir. Çünkü her şey zıttıyla öğrenilir. Şirkin küçüğünün öğrenilmesi, tevhide aykırı olan en büyük şirkin öğrenilmesinden geçer. Küçük şirk, tevhidin kemaline aykırıdır.
Şirkten sakınan bir kimse gerçekten muvahhit olmuştur. Ayrıca insanları şirke götüren yolların da tespit edilip kapatılması gerekir. Ancak bu şekilde şirkten korunmak mümkün olur. Şirkten sakınmak tevhidin ve İhlasın bir gereğidir.
Aynı zamanda tevhidin delillerinin bilinmesi, Allah (c.c.)'ın isim ve sıfatlarının ispatı, yüce Allah (c.c.)'ın layık olmadığı şeylerden tenzih edilmesi de şarttır. Allah (c.c.)'ın kemal sıfatlarını ve Rububiyetinin delillerini gereğince bilerek onlara iman eden bir kimse gerçekten kurtulmuştur. İbadet yalnızca O'na yapılır. İşte tevhid ve şehadet kelimesinin anlamı ve içeriği budur.
"Allah sevgisi gibi" ifadesi, "Allah (c.c.) için olan sevgileri gibi" manasında değildir. Buradaki mana: "Onları tıpkı kendisinden başka ilah olmayan Allah'a (c.c.) karşı olması gereken sevgi cinsinden bir sevgi ile severler." şeklindedir. Yine de en iyisini Allah (c.c.) bilir."
Buna ibadet sevgisi de denir. Çünkü aşırı sevgi, aşırı saygıyı ve boyun eğmeyi gerektirir. İşte bu öylesi bir sevgidir ki, dua, sığınma ve yakarış bundan doğar, sıkıntıların ve dertlerin yok edilme isteği bundan kaynaklanır. Müminlerin, tüm sevgilerini bu anlamda Allah'a (c.c.) vermeleri ve O'na karşı aşırı bir sevgiyle bağlılık göstermeleri gerekir. Oysa ki müşrikler bu sevgiyi sadece yüce Allah'a (c.c.) ortak koştukları velilere gösterirler. Ne yazık ve ne acıdır ki, onlar Allah'tan (c.c.) korkmazlar.
Kurratü'l-Uyun'da deniliyor ki:
"Ayette geçen "endad" kelimesi; emsal ve denkler, nezirler, eşler anlamına gelmektedir. İbn Kesir ve başka müfessirlerin söyledikleri budur.
Her kim ki, sadece Allah'a (c.c.) yapılması gereken herhangi bir ibadet çeşidini Allah'tan (c.c.) başkası için yaparsa, ona rağbet eder ve ondan korkarsa, o kimse onu Allah'a (c.c.) eş kılmış, denk tutmuş olur. Çünkü sadece Allah'ın (c.c.) layık olduğu bir şeye bir başkasını ortak kılmıştır."
İbn Kayyım (r.h.) der ki:
"Allah'a (c.c.) ibadette, Allah'tan (c.c.) başka hiç kimseye pay yoktur. Sevenin tevhidi; kalbinde bulunan sevginin tümünü, sevgisinin hiçbir parçasını asla bir başkasına ayırmaksızın, sevdiği varlığa vermesidir. İşte bu sevgi, o kulun salih amel sahibi bir kimse olduğunu, Allah'ın (c.c.) kendisine sunduğu nimetlere ehil olduğunu ve gözbebeği konumunda bulunduğunu gösterir. Böyle bir kimsenin gönlünde sadece Allah (c.c.) ve Rasulünün (s.a.v.) sevgisi olur. Allah (c.c.) ve Rasulü (s.a.v.) o kimse için herkesten ve her şeyden daha fazla sevimli olur ki, işte bu kimse imanın tadını tatmış bir kimsedir.
Bir kimse hiç kimseyi Allah'ı (c.c.) sevdiği gibi sevmemeli, yalnızca Allah'ı (c.c.) sevmelidir.
Allah'tan (c.c.) başkalarını Allah (c.c.) gibi sevenler, "La ilahe illallah" deyip, namaz kılsalar, oruç tutsalar da Allah'tan (c.c.) başkalarına olan sevgi ve ibadetleri sebebiyle Allah (c.c.)'a ortak koşmuş ve müşrik olmuşlardır. Onların Allah'a (c.c.) ortaklar edinmeleri ve onları adeta Allah'ı (c.c.) sever gibi sevmeleri, kendilerinin bütün salih amellerini geçersiz ve anlamsız kılar. Çünkü müşrik olan bir kimsenin yaptığı amel makbul değildir. Bu gibi kimseler "La ilahe illallah" deseler bile, bu kelimenin kapsadığı diğer iman ve amel esaslarını terk etmiş olduklarından dolayı müşrik sayılırlar.
Müşrik olan olan bir kimse, "La ilahe illallah" kelimesinin gerçek anlamını bilmemekte ya da bildiği halde bu kelimenin anlam ve içeriğini kabul etmemekte direnen bir kimsedir. Bu kelimenin anlamını bilmeyen ya da bildiği halde kabul etmemekte direnen bir kimsenin sevgide bir başkasını Allah'a (c.c.) ortak koşması kaçınılmazdır. İşte bu, bildiğiyle bağdaşmayan cehalettir. Bu kişi söylediği bu kelime ile, şirk olma özelliği taşıyan davranışları terk etmemekte, bu kelimenin içeriği olarak kabul etmesi gereken şeyleri kabul etmemektedir. Eğer bu müşrik, bu kelimenin anlamını gereği gibi bilseydi ve bu kelimenin neleri ifade ettiğini kavrayabilseydi, kesinlikle şirk ve küfür olma özelliği taşıyan söz ve davranışları reddederdi.
Ebu Cafer b. Cerir:
"O'nun için ortaklar ediniyorlar" ayetinde bildirilen, insanların Allah'a (c.c.) karşı koştukları bu ortakların, Allah'a (c.c.) karşı gelme konusunda kendilerine itaat olunan ve O'na denk tutulan kimseler olduklarını söylemektedir.
Mücahid (r.h.) şöyle diyor:
"Onları Allah'ı sever gibi severler" ayetindeki ifade; "İsim, sıfat ve fiillerinde Allah'a (c.c.) "benzer eşler ve denkler edinirler" anlamındadır. Yani iman edenlerin Allah'a (c.c.) karşı olan sevgileri ne kadar fazla ise, kafirlerin de putlarına olan sevgileri o derece fazladır."
Tevhid ve şehadet kelimesinin tefsiri mahiyetinde olan aşağıdaki ayeti kerimede yüce Allah kafirlerle ilgili olarak şöyle buyuruyor:
"Onlar ateşten çıkacak değillerdir." (Bakara: 2/167)
Onlar Allah'a (c.c.) ortak edindikleri şeyleri tıpkı Allah'ı (c.c.) sever gibi severler.Bu da gösteriyor ki, bunlar Allah'ı (c.c.) büyük bir saygıyla seviyorlar, fakat yine de İslama girmiş olmuyorlar. Peki durum böyle olduğuna göre, Allah'a (c.c.) denk tuttuklarını Allah'tan (c.c.) daha çok sevenler için ne buyrulur?
Başka bir varlığı sevgi konusunda Allah'a (c.c.) ortak koşan bir kimsenin bu yaptığı, ibadette Allah'a (c.c.) şirk koşmaktır. İşte bu, Allah'ın (c.c.) bağışlamadığı bir şirk çeşididir.
Çünkü Allah (c.c.) bunlar için:
"Onlar ateşten çıkacak değillerdir." (Bakara: 2/167) buyurmuştur.
Kim sadece Allah'ı (c.c.) sever ve sevdiğini de Allah (c.c.) için severse bu kimse muhlistir, samimidir. Allah'ı (c.c.) severken Allah (c.c.) ile birlikte başkasını da severse bu da müşriktir.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin ki sakınasınız. O, sizin için yeryüzünü bir döşek, gökyüzünü de bir bina kıldı ve gökten su indirerek onunla sizin için ürünler çıkardı. Öyleyse bile bile Allah'a eşler koşmayın." (Bakara: 2/21-22)
Tevhid ve şehadet kelimeleri şirki bütün çeşitleriyle reddederek, bütün ibadetlerin yalnız Allah'a (c.c.) yapılması gerektiğini ikrar eder.
"La ilahe illallah" kelimesi şirkin her çeşidini reddetmekte, sevgi ve muhabbetin yalnızca Allah (c.c.) için olması gerektiğini bildirmektedir. İşte bu, tevhid kelimesinin mutabakat anlamında ifade ettiği manadır. Bu kelimenin ne manaya geldiğinin kesinlikle bilinmesi, buna inanılması, zahir ve batın anlamda bu kelimenin gereklerine göre amel edilmesi gerekir.
Şeyhülislam İbn Teymiyye (r.h.) şöyle der:
"Kim ihtiyaç ve sıkıntılarını Allah'tan (c.c.) başkasına arzederse, bir süre sonra ihtiyaçlarını arzettiği o kimseyi sevmeye başlar. Bu da, o kimsenin, aslında ihtiyaçlarını kendisine arzettiği kimseyi sevdiğini gösterir."
İbn Kayyım (r.h.) der ki:
"Sevgilinin tevhidi, onu bir kaç sevgili sahibi kılmamalıdır. Yani Allah'a (c.c.) ibadette başkasını ortak etmemelidir.
Sevgide tevhid, kalpten Allah'tan (c.c.) başkalarına duyulan tüm sevgileri çıkarıp atmak, sevgiyi sadece Allah'a (c.c.) tahsis etmek ve Allah'tan (c.c.) başka hiçbir varlığın sevgisine yer vermemekle sağlanır. Bu tür sevgi çeşidi, aşk diye de adlandırılabilir. Artık kul bundan böyle kalbinde bir başka sevgiye yer vermez. Bu durumda Allah (c.c.) ve Rasulü (s.a.v.) kişinin kendisine her şeyden daha önde gelir. Böyle bir kişinin başkalarını sevmedeki ölçüsü, öncelikle Allah (c.c.) sevgisi ile bağlantılıdır. O yalnızca Allah'ı (c.c.) sever, başkalarını da sadece ve sadece Allah (c.c.) için sever.
Nitekim Rasulullah (s.a.v.) bir hadiste şöyle buyurmuştur:
"Kimde şu üç özellik bulunursa, imanın tadını tatmış olur.
- Allah ve Rasulünün kendisi için her şeyden daha sevgili olması,
- Sevdiğini yalnızca Allah için sevmesi, kızdığına yalnızca Allah için kızması.
- Ateşe atılmaktan hoşlanmadığı gibi, Allah kendisini kurtardıktan sonra tekrar küfre girmekten öylece sakınması." (Buhari İman: 13, Beğavi, Şerhus-Sünne: 1/49, Kadı İyaz, Eş-Şufa: 2/44)
Allah'ın Rasulünü sevmek, Allah'ı (c.c.) sevmektir. Kişinin sevgisi eğer Allah (c.c.) içinse, bu meşru olan sevgidir. Eğer muhabbeti Allah'tan (c.c.) başkası içinse, bu, kişinin Allah'a (c.c.) olan sevgisini eksiltir ve başkasına olan sevgisini artırır. Böyle bir sevgi de, kişinin sevgilisine karşı olan tüm olumsuz hallere göz-yummasını beraberinde getirir. İşte bu da küfürdür. Küfür adeta ateşe atılmak kadar veya ondan daha çok kendisinden rahatsız olunması gereken bir şeydir. Bir kimsedeki sevgi, en yüce sevgi olan Allah (c.c.) sevgisi ise, o kişi buna göre değer kazanır. Bir kimse, Allah'a (c.c.) imanı kendi nefsine tercih etme noktasında küfürle ateşe atılma arasında tercih yapmak zorunda bırakılsa, ateşe atılmaya razı olmalı da yine de küfrü tercih etmemelidir. Çünkü Allah'a (c.c.) iman, o kişinin nefsinden, canından, malından ve kısacası her şeyden önce gelir. İşte bu türden bir sevgi, aşıkların sevgililerine karşı beslediklerinden de öte, çok üstün ye çok yüce bir sevgidir. Bunun bir benzeri yoktur. Bu sevgi sınırsız bir şekilde yüceltmeyi, bağlılığı ve itaati gerektirir. Onun bir yaratığa karşı beslenen sevgiyle kıyaslanması bile düşünülemez. Bir kul böylesi bir özel sevgiyle birlikte, bir başkasına da Allah (c.c.) sevgisinin önüne geçecek bir sevgi gösterirse, bu kimse müşriktir ve bağışlanmayan bir şirkin içindedir.
Allah (c.c.) böylelerinden yücedir, münezzehtir. Böyle kimseler cezalandırılmaya ve rahmetten uzaklaştırılmaya elbette layıktırlar."
Küfre davet edenler, Ademoğullarının liderleri ve şeyhleridir. Bunlar insanları aldatarak yoldan çıkarırlar. Tıpkı tarikatçıların yaptıkları gibi. Çünkü bunlar müritlerine ve bağlılarına Allah'a (c.c.) şirk koşmayı süslü göstermişler, küfrü süsleyerek insanlara sunmuşlardır.
Tarikatçıların şeytani telkinlerinin temeli şudur:
Onlar çeşitli saygı türleriyle, korku ve yönelme ile müritlerin şeyhlere tapmaları sistemini icat etmişlerdir.
Onlar, şeyhlerin müritlerinin kalplerinden geçenleri bildiğine, müritlerinin hiç haberi olmadan onların kalplerine girip çıktığına inanırlar.
Onlara göre müritler Allah'ı (c.c.) zikirden önce şeyhlerini kalplerinde hazır tutmalıdırlar. Körü körüne tazim ve saygı ile şeyhlerine yönelirler. Allah (c.c.) ile kendileri arasında şeyhlerini aracı kılarlar. Onlara rabıta yaparlar. Onlar ölümlerinden sonra Allah'ın (c.c.) salih kullarını ilah edinirler, onların kabirlerini de tapınak haline dönüştürürler. Oysa o salihler ne böyle bir şey istemişlerdir ne de bu yapılanlardan hoşnutturlar.
Örneğin, Hz. Hüseyin (r.a.), kardeşleri, babası ve oğulları gibi...
Mısır'da İmam Şafii gibi...
Bağdat'ta Ebu Hanife ve Abdulkadir Geylani gibi ve daha niceleri...
Bunların hepsi Kıyamet Gününde bu anlamda kendilerine yaklaşanlardan uzaklaşacaklardır."
Tasavvufçuların adaplarını içeren kitaplarında bu konularla ilgili çok çeşitli hurafelere rastlanır. Tarikatçılara göre bu davranışlar müritler ile şeyhleri arasında kesinlikle bağlı kalması gereken sözleşme maddeleridirler. Bu türden küfür, şirk ve sapıklıkların pek çoğunu Şa'rani'nin kitaplarında ve diğer tasavvufi içerikli kitaplarda bulmak mümkündür.
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Üç özellik vardır ki, bunlar kimde bulunursa, imanın tadına ulaşmıştır:
Allah ve Rasulünü her şeyden daha çok sevmek,
Sevdiğini Allah için sevmek, kızdığına da Allah (c.c.) için kızmak.
Ateşe atılmaktan nasıl hoşlanmıyorsa, aynı şekilde tekrar küfre girmekten de öylesine rahatsız olmak."
Allah'ın (c.c) Rasulünü sevmek, Allah'ı (c.c.) sevmekten ileri gelir. Allah'ı (c.c.) seven bir kişi onun elçisini de sever.
Bir kişiye duyulan sevgi eğer Allah (c.c.) rızası içinse, bu sevgi Allah (c.c.) için duyulan bir sevgidir. Eğer sevgi Allah'tan (c.c.) başkası içinse, bu sevgi Allah (c.c.) sevgisini azaltır, Allah'tan (c.c.) başkasına olan bağlılığı artırır.
Küfre dönmeyi istemek adeta ateşe girmeyi istemek veya ondan daha da kötü olan bir şeydir ki, hiçbir müslüman böyle bir şeye asla rıza göstermez. Eğer kişinin Allah sevgisi her şeyden daha fazla ise, elbette küfürden adeta ateşten kaçarcasına kaçar. Normalde bir kişi, kendi canına olandan daha üstün bir sevgi taşımazken, böyle bir kimse küfürle ateşe atılma arasında bir tercih yapma zorunda bırakılırsa, kesinlikle ateşe atılmayı ister de, yine küfre girmeyi istemez. İşte bu hal, imanın kişinin kendi nefsinden daha önce geldiğinin bir göstergesidir. Bu sevgi, aşıkların sevgililerine karşı gösterdikleri sevginin çok çok üstünde bir sevgidir. Hatta bu sevginin bir benzeri yoktur.
Tıpkı gönlünü bir kimseye kaptıranın bir benzerinin olmaması gibi. Bu öyle bir sevgidir ki, sevgili için canı, malı, çocukları, kısacası her şeyi feda etmeyi gerektirir. Bu, öylesi bir sevgidir ki, sonsuz bir baş eğmeyi, bağlılığı ve yüceltmeyi beraberinde getirir. İşte bu sevginin bu anlamda bir yaratığa ait kılınması düşünülemez. Bu bakımdan kim Allah (c.c.) ile başkası arasında bir şirket (ortaklık) kurarsa bu asla bağışlanması mümkün olmayan büyük bir şirk olur.
"... Oysa iman edenlerin Allah'a olan sevgileri çok daha fazladır..." (Bakara: 2/165)
İman edenler, Allah'a (c.c.) ortak koşanların, koştukları ortaklara karşı olan sevgilerinden çok daha fazla bir sevgi ve saygı ile Allah'a (c.c.) bağlıdırlar. Çünkü müminlerin Rablerine olan sevgileri herhangi bir yaratığın sevgisine benzemez. Onlar, Allah'a (c.c.) olan sevgilerinde ihlas ve samimiyet sahibidirler. Yalnızca Allah'ı (c.c.) ve Allah'ı (c.c.) sevenleri severler, yaptıkları tüm amelleri de ihlaslı bir şekilde sadece Allah (c.c.) için yaparlar. Allah'tan (c.c.) başka insanların tapageldikleri tüm şeyleri reddederler. Çünkü onlar "La ilahe illallah" kelimesinin ne anlama geldiğini bilirler ve hayatlarını bu kelimenin içeriğine uygun düşecek şekilde düzenlerler.
"... İman edenlerin sevgisi..." (Bakara: 2/165)
Bunlar, Allah'ı (c.c.) sevmeleri, O'nu tam anlamıyla tanımaları, tazimleri ve tevhide olan bağlılıkları açısından, hiçbir şeyi Allah'a (c.c.) ortak koşmazlar. Aksine sadece Allah'a (c.c.) kulluk eder ve yalnız O'na tevekkülde bulunurlar. Tüm işlerinde de sadece O'na sığınırlar.
Ebu Malik'ten Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Kim Lailahe illallah der ve Allah'tan başka kendisine kulluk edilenleri reddederse, malı ve canı haram olur. Hesabı ise Allah'a aittir." (Müslim İman: 23, Ahmed: 3/472, 6/394)
Bu hadiste Rasulullah (s.a.v.) can ve mal güvenliğini iki temel esasa bağlamaktadır:
1. Bilerek ve yakin manasıyla tevhid kelimesini söylemek.
2. Allah'tan (c.c.) başka kendisine kulluk edilen her şeyi reddetmek.
Gerek tevhid kelimesini dil ile söylemek ve gerekse Allah'tan (c.c.) başka kendisine kulluk edilen sahte ilahları reddetmek sadece kuru sözlerle olmaz. Hem söz hem de salih amelin bir arada olması, kişinin pratik hayatıyla Allah'a (c.c.) iman ettiğini, putları, tağutları ve sahte yeryüzü ilahlarını da reddettiğini ispatlaması gerekir.
"Tevhidin gerçekleşmesi konusunda bu iki esasa bağlı kalınmadıkça can ve mal güvenliği olmaz. Bir kimse sadece tevhid kelimesini söyler de, Allah'tan (c.c.) başka kendisine kulluk edilen sahte yeryüzü ilahlarını bırakmaz ve onlardan vazgeçmezse yine can ve mal güvenliği olmaz. Çünkü bu kimse şirki ve küfrü terketmemiştir. Dolayısıyla sadece sözle "La ilahe illallah" demekle iş bitmez. Bu husus üzerinde iyi düşünmek gerekir."
Hanedan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Etiketler
açıklaması, illallah, kelimesinin, la ilahe, tevhidin


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


gizli ilimler gizli ilim
Tüm Zamanlar GMT +4.5 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 17:57.


Powered by vBulletin® Version kapalı
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.6.0
YASAL UYARI : İçerik sağlayacı paylaşım sitelerinden biri olan Ruhani.Net Adresimizde 5651 Sayılı Kanun'un 8. Maddesine ve T.C.K'nın 125. Maddesine göre TÜM ÜYELERİMİZ yaptıkları paylaşımlardan sorumludur. Ruhani.Net hakkında yapılacak tüm Hukuksal Şikayetler, Yöneticilerimiz ile iletişime geçilmesi yada iletişim formunu doldurulması halinde ilgili kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde Ruhani.Net yönetimi olarak tarafımızdan gereken işlemler yapılacak ve size dönüş sağlanacaktır. her yürlü sorunlar için email ; ruhaninet@gmail.com
sakarya escort sakarya escort sakarya escort sakarya escort serdivan escort izmir escort eporner