Ruhani  

Go Back   Ruhani > İslamiyet ve İslami İlimler > Fıkıh İlmi
Kayıt ol Yardım Topluluk Ajanda Bugünki Mesajlar Arama

Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Arama Stil
Alt 02-02-2012, 04:15   #1 (permalink)

 
musemma - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Üyelik tarihi: Jan 2012


Mesajlar: 486
Konular: 443

Karma Puanı: 7

Standart Fıtrat

Aksine insana huzur getiriyor. En son cümleyi anladınız mı? Fıtri bazdaki
değerlerin müsbet ve menfi sizde tesirini gösterir. Neden ? vicdanla yaptığınız
iyi bir şey size huzur verir, yaptığınız kötülük rahatsızlık verir. İmani bazda
yaptığımız bir çok yanlışlıklar bizi avutur. Mesela Mekkelilere neden Allah’dan
gayrı ilahlara kulluk ediniyorsunuz? Denildiğinde. Allah’a daha çok yaklaşmak
için. İlahlara kulluk etme rahatsız etmiyordu, çünkü bu bilgiye dönüktür
vicdana değil. Onlar o yaptıkları işin Allah’tan başka Allah edinmek olduğunu
düşünmüyorlardı katiyetle, onlarda şirk Allah’dan başka ilah edinmekle
mümkündü. La ilahe illallah ‘da dediğim gibi hatırlarsanız? La ilahe illallah
nedir? dediğiniz de bu topluma: Allah’dan başka ilah yoktur. Geçen gün (…..)
birisi açıktan açığa böyle dedi ha: ‘’Allah’dan başka Allah kabul etmedik’’
diyor, niçin bu toplum selamette değil? Allah’dan başka ilah yoktur diye
anlamını güzel verirler, ama uygulamada Allah’dan başka Allah yoktur şeklinde.
Çünkü onlara göre Allah’dan başka Allah verdır demedikçe şirke düşmezsin.
Mekkeliler de Allah’dan başka Allah var demiyorlardı. Allah’dan başka ilahlar
edinerek şirke düşmüşlerdi. Bunları rahatsız eden fıtri boyuttaki Allah’dan
başka Allah edinme ancak. Zaten normal seyrinde Kur’an’da zikrediliyor: ‘‘Eğer
yerde ve gökte iki ilah olsaydı yeryüzü tamamen fesada uğrardı.’’ 10’ larca
Allah’dan gayrı ilah edinebiliyor ve bu rahatsız etmiyor. Aksine bunun
doğruluğunu da, babalarının yapmasından dolayı onların yaptığı doğru olarak
telakki edilir. Ve onlar delalette miydi? Biz babalarımızı nasıl bulduysak öyle
yapa geldik. Nebileri bile reddetme, bu denli deliller getirerek olmuştur. Yani
siz dedelerimizin delalette olduğunu mu söylüyorsunuz? Diye cevap vermişlerdir.
Onları nasıl bulduysak öylece devam ederiz.
Muhatablar: nebileri kabul etmek fıtrattan mıdır?
Hoca: değil, imandandır. Çünkü Rasul haktır.

Muhatab: yani ihtiyaç.
Hoca: nebilerin getirdiğine ihtiyaç vardır.

Muhatab: nebilere ihtiyaç fıtrattan beklenti olabilir mi?

Hoca: vahiy geldiyse, sünnetullah tecelli etmiştir. Oda bilgi ile. Mesela Rasul

kendisine vahiy gelmeden evvel kitab nedir iman nedir bilmiyordu. Kendisi

nebi seçilmesine rağmen bildirdikleriyle hareket ediyor kendisine bildirilenlerle

hareket ediyordu. O zaman yine deminki cümlenin tamamına dönelim.

Fıtraten sahib olduğumuz değerlerin varlığını hissetmemiz gerekiyor. Bu
değerler ne kadar salim kalmışsa yani bozulmaktan uzak, bu hem kendimiz
için işe yarar ve hem sorumluluğu bizde olan eşimizin çocukların ve
etrafımızdaki insanların bu mevzuda denge sağlamalarını temin ederiz, ve de
bunları selim bir şekilde götürme buda bize sahih bir imanı ancak bina
edebilme fırsatı verir. Selim bir fıtrat olmadığı müddetçe sahih bir imanı
koruyamıyorsun. Neden? Düşünün, müşrik olduğu halde yalan söylemeyi
kendisine yakıştıramayan Ebu Süfyan’ı, namaz kıldığı halde Müslüman olduğu
halde rahatlıkla yalan söyleye bilen birisini. İşte fıtratta bu bozulduğu için,
iman ettikten sonra katiyetle bunu oturtamıyor dengesini kuramıyor. Yalan
fıtraten kötü olduğu bilinmesi gereken bir şey. Ama insanlar onda
bozulmuşlardır.
Muhatab: Hocam: daha önce fıtratı bozulmuş, selim vasfı kalkmış, Rasul geldi,

daha sonra iman etti. Fıtratı tekrar düzelme - düzeltme imkanı oluyor mu?

İmanı tam oturmuyor mu, oturmaz mı, yada iman üzere mi fıtratı bozuk?

Hoca: Şimdi, bozul muş bir fıtratta düşünün imanı, mesela biz sahabenin
Kur’an’ın ve Sünnetin esaslar üzere şahitlik hadis nakletme müessesesindeki
işlevliği yürütsek, hiçbirimizden ne söz alınır nede şahitliğimiz geçerli kabul
edilir. ( Muhatab: günahları, kız çocuklarını gömmeleri) - Şimdi günahlardan
tövbe ve istiğfar eder. (Muhatab: bunun fıtratın bozukluğu ile alakası.) -
Alakalı olabilir. Ama Mekkelilere baktığın zaman fıtrata bağlı olan yerlerle alaka
kurarak yani şeylerini korumuşlar. Kur’an’a geldiğin zaman yani döndüğünde
Kur’an da aynı şey, şimdi; ananın babanın hakkını korumayı emrediyor. Ana ile
baba ile fıtri bir bağın var. Sılai rahmi akrabalık hukukunu korumanı istiyor
senden devamlı ilişkilere bina edilmiş esaslar gündeme gelir. Ve Mekkeliler
bunu eda etmiş. Kendilerine sığınan, misafir perverliğe bağlı kalma, mesela;
Ebu Bekir eziyet ve işkence edildiğinde peygamber eziyet ve işkence
edildiğinde Ebu Bekrin kavmi inanmadıkları halde aynı kabileden olmalarından
dolayı Ebu Bekri korumuşlardır. Hazreti Hamza’nın peygamberi koruyuşu
akrabalığındandır. Hamza da inaden haa, yoksa sende mi Muhammed’in dine
girdin denildiğin de; evet girdim ne olacak diyor! Bak yeğenine ne yaptılar
diye akrabalık duygularıyla.
Onun için Allah Azze ve Celle ki soruyorlar burada zaten, davetine
muhatab olanları neye davet ediyor denildiğinde: Tek olan Allah’a ortak
koşmamayı O’nu birlemeyi, ana baba hakkını korumayı ve akrabalık bağlarını
muhafaza etmeyi. O zaman bizim fıtraten sahib olduğumuz değerleri mutlak
yakalamamız gerekir, onların bozulmaması için veyahut bozulanı ne nisbet de
düzeltirsin. En azından bizden sonraki gelen neslin, çocuklarımızın fıtratının
bozulmaması, bunlara denkliği sağlayabiliriz. Bunu yakalatıp. Çocuğa eğer
mamayı yersen seni parka götüreceğim gezdireceğim diyen anne, bunu bir
kere iki kere üç kere beş kere on kere yaptığında, çocuğun zihnine nakşettiği
şey denir biliyor musun? Birilerine ikna için yalan söylenebilir ve
söylenebilirliği. Oda başlar bunu yaparsanız böyle edecem sana demeye. Ve o
çocuğun fıtratının bozulması daha küçükken başlar. En azından biz o fıtratı
bozmayız. Çocuğa her şeye rağmen ne gibi bir yaramazlık yaparsa yapsın,
ben yapmadım diye yalan söylemesi, ona iki günah yüklediğini, yaptım demesi
birdir. Bence yalan söylerse cezalandırılmalı, yaptığı suçu itiraf ederse onu
cezalandırmamalı. Neden? Onun fıtratının bozulmamasını temin ediyorsun.
Doğru söylediğine sebeb mükafatlandırmak gerekir. Oda nedir? Yaptığı hatayı
cezalandırmamak en azından. Fıtrat üzere doğar annesi babası onu
Yahudileştirir, Hıristiyanlaştırır, Mecusileştirir. O zaman fıtratın sahibi olan her
insan yani küçücük çocuğun bile fıtri bir yapısı vardır, nasıl doğarken İslam
üzere doğmuş, o zaman eğitime iyi ve kötü her yönüyle müsaitliği mevzu
bahistir. Devamlı örnek verdiğim gibi yani küçücük bir çocuk kadar, iyi ve
kötüyü idrak eden insan, mesela sen bana kötü bakarsın ben bu gün
havasında değil diye bunu yorumlarım ama kötüye yormamak gerekir adamın
hali nedir bilinmez derim. Ama sen küçük bir çocuğa al eline böyle kaşlarını
ekşit, bak o çocuğun yüzüne hali nedir bilir misin? Dudaklarını büzerek
ağlamaya başlar. İlla sesli azarlaman gerekmiyor, onun işitmesi de görmesi de
her muameleye dönük bizden daha hassastır. Yani ki fıtratın bozulması daha
küçük yaşlarda başlıyor. Onu korumakta küçük yaşlarda başlar. O zaman bizim
yapmamız gereken en önemli şey, fıtri bazdaki bilmemiz gereken sahib
olduğumuz değerlerin farkına varma ve bunları koruma. Ancak böylelikle sahih
bir imanı bina edebileceğimizi düşünmek.
En bozuk ortamdan gelen biri bile kendisini düzeltebilir. Ama bazen iyi
ortamdayken kötülük yapma meyliyle, kötü ortamdan gelip de kötülük yapma
meyli farklıdır. Dersler de kulağınıza geldiyse, mesela ben şöyle derim:
Müslüman olduğu halde ticaret yapan birisi aldatılmaya daha çok meyillidir.
Ticaret yaparken Müslüman olan birisi, düzelmeye daha çok meyillidir, her ne
kadar Müslüman gördüysem ticarete başlayan, ………… kendisini koruyan
göremedim, ama tüccarken Müslüman olmaya niyetlendi mi bütün haramlardan
temizlenerek geliyor, kalsa - kalsa işte bir bozukluk kalıyor, oda
bilemediğinden, ortamda gündemde olmadığındandır. Yani fıtratı bozmadan
korumak gitmek gerekir.

Bu başlıklar önceden verilmişti. Bazen çift dikiş olur sağlam olur derler
bilir misiniz? Ama bir şeyler de fazla dikiş onu yırtar sağlamlığını giderir.
Bazen bir çivi kocaman bir kanadı tutar, iki üç çivi dahi onun kadar tutamaz.
Muhatablar: Misakı reddetmede tevil mi yaptırıyorlar onu yoksa toptan mı red?
Hoca: Şimdi bizim anlattığımız şekliyle ............ bulamayınca, yani nassın
mantukuna bağlı kalıyorlar. Bu meselede de akıl yürüterek onu tevil etmişlerdir.
Mantukunun dışında kendilerince anlam yüklüyorlar mantukunca da
bırakamıyorlar. Biz işte mantukunun dışında ona mefhumu peygamberle, O
olaya birinci misak diyor. Haa bu peygamberin sözüdür. Orda bir olay var,
bunu neden yaptık? yarın böyle demeyesiniz. Onların nefisleri üzerine şahitler
kıldık ne demek? Söz almak demek demi? Böyle kendiliğinden anlaşılmış
olmasına rağmen, birinci misak sözünü de zikretmiş olması peygamberin ne
anlama gelir? Daha da yanlış anlamaları önlemek için bir settir bu. Bu ifade
olmasa bile orda bir söz alma var! Kişiyi kendi aleyhinde şahit tutma, bile –
bile bunu itiraf ettin, nasıl inkar edersin ki? Onun için tevhid meselelerini biz
anlatırken: ‘‘insan oğlunun rububiyet tevhidini ikrarı fıtratın gereğidir’’ deriz.
Bunu duydunuz mu daha önce derslerde? Haa rububiyet tevhidini kabul
insanın fıtratının gereğidir. Bir yaratıcının varlığını kabul insanın fıtratının
gereğidir.
Muhatablar: Mekkeli müşrikler de tamam yani bir takım olumlu o
toplumun vasıfları bize aktarılmış, sizin de dediğiniz gibi bu yalanla yalan
söylememeyle alakalı fıtratın düzgünlüğüne dair bir takım rivayetler var. Ama
öbür taraftan mesela işte kız çocuğuna yapılan muamele gibi hareketlerde var
yani bunlarda o toplumun fıtri yapısı ile alakalı biraz daha farklı düşünmeye
yol açmıyor mu? Yalanı yani insanlar benimle konuşu veriyor yalanı böyle o
şekil kabul eden bir topluluk o
Hoca: fıtri bozulmalar. Şimdi Mekkeliler kız çocuğu sahibi olmayı ayıp
karşılıyorlardı ve Onları öldürüyorlardı. Bizde farklı bir boyutta Mekkelilerin ki
anlaşılır, kız çocuğu sahibi olmak ayıptı erkek çocuğuyla övünüyorlardı,
bizimkiler erkeği de kızı da öldürüyorlar. İsimlerin değişmesi önemli değil, netice
olarak bir bozulma var.
Muhatablar: Tabii şu da var, o doksan dokuz tane adam öldüren kişiyle
alakalı yani mesela şuradan gösterseler dört tane adam öldürdü diye bayağı
kötü bir gözle bakılır yani
Hoca: şimdi o kıssada bizim alacağımız, sizin yani çocuk fıtrat üzere doğar
anası babası onu Yahudileştirir, Hıristiyanlaştırır, bunu da anlatırken anası
babası toplum dedim, öyle mi? Şimdi toplumda üç unsurdan başka birisi yok!
O adamdaki, kıssadaki, yüz adam öldüren doksan dokuz adam ondan sonra
bir adamı öldürüyor ya, şimdi gittiği ilim ehli diyor ki ona, bu işleri yaptığın
yeri terk et. Bu ne demek? Kötülükleri işlediğin şu toplumu terk et! İyi
insanların olduğu yere git. Ve yolda da ölüyor.
Muhatablar: yani sana bu sebeb oluyor.
Hoca: Toplum kötü ki sana kötülük işleme fırsatı veriyor.
Muhatablar: iyi arkadaşla alakalı da bir hadisi var Allah Rasulünün: İyi
arkadaşın misali böyle misk kokusu satan, kötü arkadaşın misali körükle
uğraşan misali gibidir derken, bunlarda bu meyanda ele alınabilinir değil mi?
Hoca: Birisi ferdi bazda, birisi ictimai yani toplum bazında ele alınır. Kötü
arkadaşın misali…… , kişi arkadaşının dini üzeredir diyor.
Muhatablar: Hocam birde mesela bir insan helale ve harama gitmemesi
bunun da gerek fıtri yani fıtri olarak ne gibi bir zararı olabilir bunun?
Hoca: şimdi mesela burada anlaman gereken şu: genel anlamda haram fıtri
bazda var. Helal olsun haram olsun. Senin evinden bir koyununu çalmakta
hırsızlık domuzunu çalmak ta hırsızlıktır. Haram mıdır genel anlamda hepsi? Eti
bize helal olan koyun, eti haram olan domuz günah noktasında, ikisi de
günahtır. Ama imanı bazda domuzun etini haram kılmıştır. Bunu sormayız.
Fıtri bazdaki bozukluk çalmak, imani bazdaki bozukluk, ya yaratan Allah
Mekkeliler de diyor. Kendiliğinden ölen hayvanı Allah öldürüyor, kendi kestiği
helal bizim kestiğimiz
Muhatablar: O zaman imanda şu söz konusu olur, hani onun diyor dua
ediyor kişi onun diyor yediği haram içtiği haram böyle bir dua nasıl kabul
olur gibi, bu iman da söz konusu olan bir ibadet?
Hoca: Fıtri bazda domuzu da çalsa, koyunu da çalsa haram olduğunu

domuzu yemenin haram olduğunu da biliyor.

Muhatablar: Şuanda ölen insanlar cennet yada cehennem e gidiyorlar mı

yoksa kıyamet görüldükten sonra mı?

Hoca: Bunun faydası ne şimdi?

Muhatablar: Hocam çok acayip ve saçma ama adamın biri vardı da,

savunduğu çok acayip şeyler vardı da, mesela diyor ki: her şey aynı anda

yaşanıyor mesela doğumumuz da şuan da öldüysek de aynı anda yaşıyoruz

şuanda aynı anda yaşıyoruz yani daha çok felsefeyle alakalı saçma bir şeydi

de hocam.

Hoca: Bizim inancımıza göre cennet ve cehennem de vardır.

Muhatab: Cennet ve cehhenem de var da ne zaman? Yani insan

öldükten sonra direk hemen cennet yada cehenneme mi gider yoksa sura

üfürüldükten sonra mı cennet ve cehenneme?

Hoca: Hesaptan sonra

Muhatablar: ama azab, kabir azabı olduğu için?

Hoca: tabii var.

Her peygamberin kendisine has bir özelliği vardır. Birbiriyle rekabet
için değil bu. Birinde olup öbürkünler de olmayan çok farklı boyutta mesela
peygamber (aleyhisselatu vesselam) bütün insanlığa yollanılmıştır, öbürkülerin
hepsi kendi kavmine. Oda diyor: bana verilen beş şey vardır ki, benden önce
hiç kimseye verilmemiştir. Benden önceki her peygamber kendi kavmine ben
ise siyah beyaz herkese. İsa (aleyhisselam) babasız dünyaya gelen bir nebidir.
Musa (aleyhisselam) aracı olmadan Allah’u Azze ve Celle’yle konuşan bir
peygamberdir. Her nebinin kendisine dönük bir şeyi vardır. Bu yumurta
tokuşturur gibi fazilet yarışmasına gidilmez. Bu peygamberimizin üstünlüğünü
ısbat etmek değil peygamberimize itaat edip onu örnek edinmekle üstünlüğü.
Muhatablar: ………. diğer ümmetlerden üstünlüğümüz var mı hocam?

Hoca: kuntum ……. Ummetin uhricet.

Muhatablar: Ama ayette biz peygamberleri birbirine üstün kıldık diyor

Hoca: Neden bu ümmet en hayırlı ümmettir? Beniİsrail ……….. kendi

kavmine yollanılmıştır. Bu ümmet bir Afrikalı da olsa inanıyorsa, Çinli de olsa

inanıyorsa en hayırlı ümmet, biz ırk olarak kavim olarak hayırlı bir kavim

değil, ümmet olarak hayırlı bir ümmetiz. Abdullah İbn Selam da var bunun için

de Bilal i Habeşi de var. Her kes var, Suheyl ur- Rumi de var. Değil mi, öyle mi?
Arapça da - Araplarda, Türkçe de – Türklerde bazı ıstılahi ifadeler devamlı
sürekli ekseriyetle eş anlamda kullanılıyor. Her ne kadar bunların, eş anlamlı
yani % 20 ‘lik bir kısmı olsa bile tamamını eş anlamda kullanmak aynı manaya
delalet eden kelimelermiş gibi kullanmak çok yanlışlara sebeb oluyor.
Anlatabildim mi? Onun için iman, tevhid, din, İslam bu gibi bununla alakalı
mevzularda kullandığımız ibareleri ifadeleri kullanırken de birisinden işittiğimizde
de mutlak, mustakillen kendi başına ona yüklenilen anlam veya ne kadar
müşterekse bir başkasıyla kullanıldığında, nasıl bir anlam yüklenildiğini ayırt
edebilmeniz gerekir. Bu konuşurken de dikkat edilmesi gereken bir şey
dinlenirken de. Her ne kadar dinlediğiniz okuduğunuz yani konuşan başka birisi
bir kitab alıp yazan da başka birisi olması hasebiyle, onun yanlış sevk etme
cereyanına akıntısına gitmemeniz gerekir. Birilerinin tutup bu denli ıstılahi bir
ibareye kendisinin doldurduğu bir anlam yüklemesi, bu bir saptırmadır. Tabiî ki
bu saptırma, sapma nisbet olarak bazen % 10 - % 20 - % 100 ‘lerede
varabilir. Diyelim ki tevhid kelimesinin yani İslam aleminde mevcud topluluklar
içinde kullanılış ona yüklenilen anlam olarak bakarsak, tasavvuf ehlinde aşırı
uçta olan vahdetu’l vucuda göre tevhid; varlıktaki birlik. Her şeyi Allah’tan
gayrı görmemek yani Allah’ı görmek tipinde anlaşılmıştır. Onlarda tevhid bu.
Bunun dışına çıktın mı tevhidin anlamı onlarda tersine döner şirk olur. Mesela,
Tilmesani Fususu’l Hikem de, (Muhiddin Arabi’nin adamlarından) sizin diyor
kitabınız şirk doludur diyor, tevhid esas bizim kitabımız diyor. Yani Kur’an ‘a
şirk dolu diyor! Mesela, diyor ki Muhiddin Arabi: ‘’Hırıstiyanların diyor, küfre
şirke düşmelerinin sebebi, Allah’ı tek İsa da görmeleri, diyor. Ama her şeyde
Allah’ı görselerdi küfre düşmezlerdi’’ diyor. Mesela, Firavun’a o denli mü’min
der. Hallac dan da örnek verirlerken, Hallacı da toplumun tekfir etmesi Firavunu
tekfir etmesi gibi olmuştur diyor. Anladınız. Onun için ıstılahi anlamda
kullandığımız kelimeleri, kullanırken birisinden dinlerken aslı ile sahib olduğu
anlam, bir başkasıyla müşterek olduğu anlam mana birbirinden tefrik
edilmelidir. Fıtrat, ondan sonra iman, imanla beraber çokça zikredilen İslam
veyahut bu ikisinin bağlantısında ‘‘ akide’’. Akideyi devamlı anlatırken ben, ‘‘ ’’
olarak veririm. Çünkü akide bazı şeylerin anlaşılması için sonradan oluşturulan
bir ifadedir İslam hukukunda. Yani tevhid gibi, iman gibi, İslam gibi, fıtrat
gibi asli bir ifade değildir. Bazı şeylerin anlaşılması için sonradan oluşturulan
bir terimdir, bir ifadedir. Sonra tevhid ve din. Bunlar birbirleriyle müşterek
anlamları var, ama faraza diyorum % 20 ‘yi geçmez. Bunlar bazıları bazılarının
alt yapısı olarak da bu da doğrudur ama bizatihi kendisiymiş gibi tamamen %
% ‘lük düşünemezsin. Mesela deriz ki biz: ‘‘selim bir fıtrat, sahih bir iman, halis
bir tevhid’’ Yani selim bir fıtrat sahibiyseniz sahih bir imanı bine edersiniz,
sahih bir imanınız varsa halis bir tevhid bina edilir. Burada fıtratın selimliği,
imanın sahihliği ve tevhidin halisliği mevzu bahistir. Çünkü tevhidin
sahihliğinden konuşamazsınız, halisliğinden! İmanın halisliğinden konuşamazsın,
imanın sahihliği mevzu bahistir! Ondan sonra fıtratın ise selimliği. Selim olması
ne demektir? Yani ifsadın zıddı bozulmayan, ( Muhatablar: arızadan selamette
olan.) bozulmayandır. Sahihlik imanda arızadan beri olmak. Burada fıtraten
bozulma kelimesini kullanırız, bozukluk asli değildir fıtratta. Neden? ‘‘ Kullu
mevludin yuledu alel fıtratı her doğan fıtrat üzere doğar’’ diyor. Değil mi? Yani
tam doğar, bozulma sonradan başlıyor. O bozulmayı da fe ebevahu yani anası
babası yuhavvidani ev yumessırani ev yumeccisani ev yuşerrikani anası ve
babası onu Yahudileştirir, Hıristiyanlaştırır, Mecusileştirir ve müşrikleştirir.’’ Burada
müşrikleştirir ifadesi Buhari ve Müslim de değil, Acuri’nin Kitab’uş-Şeria‘sındadır.

Mesela ben sizin yerinizde olsam, tavsiye edilen nedir? Bunu kenarına
not edersiniz, hocam bu hadisi bize öyle veya böyle bir bulu ver, tam metnini
yazalım Türkçesiyle beraber. Notların içine girmeli bu. Ondan sonra her doğan
çocuk fıtrat üzere doğar. Daha hoş bir ortamda bu size kitap tanıtır biliyor
musunuz? Evet şimdi dönelim konuya.
Onun için fıtratın bozulmuşluğu mevzu bahistir, imanın sahihliği ise
naslara dayanan, bu meyanda biz aklı devreye sokarız aklın fıtratlan alakası
imanlan alakasını ayırt ederiz. Mesela fıtrat kelimesi inan kesim nezdinde çok
sathi yüzeysel yuvarlak kullanılır. Bunun fıtratı bozulmamış, bunun fıtratı
bozulmuş deriz, hiçbir zaman bunun içine girip de bu ibare yani bu isim
müsemma olarak neleri içerir düşünmüyoruz veya düşünülmemiş,
düşünülmeyişinin sebebi; daha önceki derslerde de dikkat ettiyseniz, Kur’an’ın
bile nüzulü bir sebebe binaendir, toplumdaki çıkan müşkülatlara göre vahiy
geliyor. Eğe r toplumda bir arıza belirdiyse o arızanın üzerinde bir düşünme
başlıyor, Kur’an’ın hangi ayeti bunun için bir ilaçtır? Yine devamlı dediğimiz
gibi Türkiye de hassetsen ki örneği böyle vermek gerekir, bizim
çocukluğumuzda bazı seyyar satıcılar olurdu, valizlerine gripini doldururlar çarşı
Pazar parklarda, her derde deva diye gripin satarlardı. Çoğunun içi de nişasta
dolu olurdu. Ama gerçeklerini düşün; her derde deva derlerdi, aspirin. Yani
başı ağrısa da, kıçı ağrısa da aspirin! Giderdi de. Şimdi inanan kesimde Kur’an
her derde deva gripin tipinde aspirin tipinde gidiyor. Bunun yanlışlığı nerede?
Kur’an her derde deva gripin değil! Her derdin devasının bulunduğu bir
eczanedir. Kur’an’ı bir eczane düşüneceği yerde, Kur’an’ı bir gripin tipinde
düşünüyor. Yani Kur’an her derdin devasının olduğu bir eczanedir ama her
derde deva gripin değildir. Bazen bu yönde benim, terceme kültürüne de
karşı olduğum yani çoğu zaman dile getirilir. Neden? Suud’da zuhur eden bir
müşkülat, ilim ehli tarafından düşünülüyor, ona dönük sohbetler kitablar telif
ediliyor. Mesela Suud’da en çok gündeme gelen kabir perestlik olmuş, ilim ehli
ona da yoğun reddiyeler yazmıştır. Anlatabildim mi? Şimdi Suud’ daki tevhide
dönük bir kitabı ele aldığında ekseriyetle kabir perestlik gündeme gelir yani
şirkin o yönü gündeme gelir. Halbuki bizim toplumumuz da veyahut bir başka
toplumda, o müşkülat olmaya bilir. Mısır’daki müşkülatı gündeme alsan, orada
da en çok İslami hareket tağut yönüyle tevhidin bir kısmı ele alınıyor,
iktidarlara hükümetlere karşı olmak. Onların yazdığı bir kitab da Türkçeye
tercüme edilince, bu fikrin etrafında toplananlar neyde odaklanıyor. Bunu
anlatırken mesela Kur’an da bütün peygamberlerin davet seyrine baktığımızda
Ekserisinin hepsinin davet seyri Uluhiyet tevhidi merkezlidir, yani tevhidin
uluhiyet kısmındaki vuku bulan müşkülatlara şirklere dönük bir hareketlilik bir
tepki yani insanları sakındıran bir davet görürsünüz. Nuh’la bile ilk Rasulün
yollanılışı, ki insanlığa ilk gelen Rasul Nuh’tur, Müslim deki şefaat hadisinde de
geçtiği gibi, Nuh’tur, Uluhiyet tevhidi merkezli müşkülatları olmuştur
toplumunda. Ama İbrahim (aleyhisselam), Musa (aleyhisselam) gibi daveti
Rububiyet tevhidi merkezli Rasuller de vardır. Şimdi, tevhid ve şirk denilince,
şirkin onlarca nev’i çeşidi var, onu şirk adıyla ele aldığında sanki vuku
bulunacak şirki tekleştiriyorsun, bu bir arıza olur. Anlatabildim mi? Tevhid de
bu denli, Bir insanın muvahhid olabilmesi için tevhidin her cüz’ün de Allah’ı
birleyen birisi olması gerekir ama müşrik olması için tevhidin her cüz’ün de
Allah’a ortak koşması gerekmiyor, bir cüzünde ortak koşması yeterli değil mi?
Şimdi bununla anlatmak istediğim; bu ortamda tevhid denilince, tevhidin bütün
cüz’leriyle bakman gerekir, şirk denilince de tehlikeyi, bir tekiyle de dikkat
etmelisin iptal etmeye yeter. Yani muvahhid Allah’ı birleyen birisi olman için
tevhidin her cüz’ün de Allah’ı birleyen birisi olmalısın. Tevhidin bir cüz’ünü
gerçekleştirmen yetmiyor ama müşrik olman için her cüz’ün de Allah’a ortak
koşman gerekmiyor bir cüz’ün de ortak koşman yapılanı da götürmeye
yeterlidir. Yani bu yanlış bir tek yanlış, doğruları da götürmeye teretlidir.
Çünkü ayeti kerime de : lein eşkakte le yehbedanne ameluk vele tekunenne
minel hasirin (Muhammed) Allah’a ortak koşsan ( yani sen bile ortak koşsan)
yaptığın bütün amelleri iptal eder.’’ (Zümer,65.) Ne demek bu? Tevhiddeki bu
yanlış bir tek yanlış yaptığın doğruları da iptal etmeye yeterli! Bunu
anlatabildim mi? Haa bunu da iptal etmeye yeterli. Bu ne anlam taşıyor? Az
önceki hulasalandırdığımız ifade var ya, muvahhid olabilmen için tevhidin her
cüzünde Allah’I birleyen birisi olman gerekiyor ama müşrik olman için her
cüzünde Allah’a ortak koşman gerekmiyor, bir cüzde ortak koşman yeterli.
Haa bununla neyi anlatmak istiyorduk şimdi? Toplumumuzda tevhid deyince
bütün cüzler, şirk deyince bir tek cüz’ünün bile yeterli olduğunu düşünmelisin.
Onun için Kur’an bütün dertlere deva bir gripin değil! Her derdin devasının
bulunduğu bir eczanedir. Haa bazı şeyleri düşünememe o toplumda o nevden
bir müşkülatın vuku bulmamasıyla, şimdi; biz tutuyoruz mesela usulü hadis de
sahabe için udull’dur diyoruz yani adalet sahibidir diyoruz, hata yaparlar ama
yalan asla! Hele peygambere katiyetle. Bunu nasıl dengeliyoruz? Onlarda şirk
devrinde bile fıtrat asıldı. Yani düşünün, Adam geliyor Ebu Cehil’e diyor ki:

- Ya Ebal Hakem: diyor.( Hakim’in Müstedrek’inde) Muhammed’in bu iddiaları doğru mu? diyor.
- Yazıklar olsun sana Muhammed’in yalanını mı yakaladık ki bu güne
kadar. Ama nübüvvet Kureyş’in eşrafından bu kadar büyük insan olmasına
rağmen gitti - gitti bir yetime verildi, biz bunu hazmedemiyoruz. diyorlar.
Şimdi görülüyor ki; Ebu Cehil ne peygambere, ne de peygamberin davetine
taan ediyor mu? Etmiyor. Aksine neyi hazmedemediklerini, neden Kureyş’in
eşrafından birisine verilmedi de bu yetime verildi diyorlar. Düşünün Buhari’deki
geçen hadis de: Ebu Süfyan müşrik Şam’a gittiğinde, Allah Rasulünün mektubu
da Hirakl’e ulaşıyor o an, gidin diyor Hicazlı birileri varsa getirin diyor. Ebu
Süfyan’ı buluyorlar, hem de peygamberin amcalarından. Ona bazı sorular
soruyorlar cevap veriyor. Ebu Süfyan kervanın yanına kafilenin yanına dönünce,
‘’eğer ayıplanmayacağımı bilseydim, kendime yakıştırabilseydim’’, orada
Muhammed hakkında sorulanlara yalan cevap verirdim diyor. Düşün! müşrik
olmasına rağmen yalanı kendisine yakıştıramıyor! Ayıplanacağını o toplumdan
dışlanacağını düşünüyor. Müşrikken yalana böyle bir tavır takınan, Müslüman
olduktan sonra mümkün mü yalan söylemesi? Çünkü fıtrat bozulmamıştı. Bunu
anlatabildim değil mi?
Haa, Fıtrat şimdi, bizde çok yüzeysel sathi ele alınmış. İsim olarak
söylenilmiş, fıtratı selime, selim! bozulmamış bir fıtrat! Veya bunun fıtratı

bozulmuş diyoruz. Şimdi selim bir fıtratı ismen bilip de müsemmasınca
tanımayınca içini dolduran şeyleri, bozulduğunu nasıl anlarsın? Belki bir iki
cüzünü yakalarsın ama yani onun seliminin nasıl olduğunu bilmeyince,
fasıd’ının nasıl olduğunu ne şekilde yakalayacaksın ki? Bu meyanda, şunu yani
not düşmek gerekir ki: bazen bizden olan bizim olan değerlerimiz, biz
kullanmazsak bunları, müşterekliğinin yaygınlığı ; şimdi fıtrat istisnasız bütün
insanlığın müşterek değeridir yani müştereken sahib olduğu üzerinde yaratıldığı
bir değerdir, iman böyle değil, iman tercihle mevzu bahistir, fıtratta tercih
yoktur. Bu bizim malımız olmasına rağmen aslen, inananların ona daha çok
önem vermesi gerekirken iman karşıtı olanlar fıtratı ele alınca İslam’ın karşıtı
olarak aleyhinde kullanıyorlar fıtratı. Halbuki fıtrat lehinde kullanılmalı, fıtrattaki
değerler imanın işine yaramalı çünkü imanın alt yapısıdır. Yine ibarelerdeki
ifadelerdeki dolgunluğu ona yüklenilen anlamı yakalama babında; mesela bizde
şu an muasır olarak, muasır görünen müşkülatlarda hümanizm dedikleri bir
pislik var. Hümanizm yani insancıl olma. Bu kelime hümanizm kelimesi bizim
dilimize yeni girmiş bir kelime şimdi biz bu kelimeyi kullanmadan önce bin
senelik geçmişimizde İslami geçmişimizde bu kelimeyi hangi ifadeyle biz
gündeme getiriyorduk? Kimse bunu söyleyemez neden? Onun üzerinde çokça
durulmamış. Haa batıda buna hümanizm diyorlar, doğuda buna darma felsefesi
diyorlar, Ecevit bile bu felsefenin mürididir biliyor musunuz? Darma felsefesinin
müridiydi. Hatta onun mensuplarından bazıları Türkiye ye gelince o ortaya çıktı
da, Ecevit hakkında bazı laflar söylendi. Bu nedir şimdi bizde; hümanizm
fıtrata karşılığı, yani beşeri değerler anlamında, onun için insanlar mevlanaya
ondan sonra Yunus’a, insan sevgisine çokça önem vermeye çalışıyorlar.
Neden? Bunlar fıtri müştereklerdir yani beşeri olarak herkesin sahib olduğu
değerlerdir. O zaman biz bu kelimeyi içi dolu – dolu veyahut neyle
doldurulduğunu veyahut bu ismin müsemmasının neler olduğunu biz bilmezsek,
biz bile rast gele kullanmaya başlamışızdır. O zaman bu kelimenin içi
doldurulmuyor, yani selim dediğimiz fıtrat, bozulmamış fıtrat ne? Haa selimi
bilmeliyiz ki bozulmuşunu da yakalayıp bilelim fıtri değerlerin.

Fıtrat denildiğinde biz bunu (delilleri de sonradan teker teker gelir) birinci
misakın sorumluluğu olarak görürüz. Yani fıtrat, birinci misak beraber alırız.
İnsanın sorumluluğu beşerin sorumluluğu dediğimizde: insanı mükellef kılan
sorumlu iki unsur vardır, birisi akıl olması, ikincisi buluğa ermesidir. Katiyetle
bunda zaman ve yaş haddi diye bir tahdid yok. Doğuştan zaten aklı olup
olmadığı bilinir. Akıl olacak ikincisi baliğ, baliğ olmak buluğa ermek, erkek için
ihtilam olması kadın için hayız görmesidir. Bu o insanın yaşadığı coğrafya
parçasına göre değişebilir, Ekvator da Yemen de 8 yaşında bir kız çocuğu hayız
görebiliyor, ama bizim memleketimizde 12, 13 ‘ü bulur erkeğin 14, 15’e kadar
yani ihtilam olması değişebiliyor. Şimdi hangi yaşta ne zaman mükellef
oluyorsa, şimdi; bu zikrettiğim ifadelerin dışında bazen kullandığım ifadeleri bile
dolu – dolu kullandığımı düşünmelisiniz. Dolu – dolu, ki, bir örnek vereyim
burada münasebetine binaen, ‘‘baliğ olup akıl odlumu mükelleftir’’ bu ne
anlamı taşır? Baliğ olduğu andan itibaren emrolunduğu nehyolunduğu
yasaklandığı her şeyden hesap verir. Bu ne demektir şimdi? (Muhatablar: her
şeyi bilerek yerine getirmesi gerek.) sorumlu tutulacağı şeyi sorumlu tutulacağı
andan önce öğrenmiş olması gerekir yani eğitimin bu yaştan aşağıya çekilmiş
olması lazım. Çünkü sorumlu tutulduktan sonra öğrenmeyecek onları, tamam
hayatta her şeyi o yaşa kadar öğrenmiş olması gerekmiyor ama, sorumlu
tutulacağı şeylerin esası öğrenilmiş olması gerekiyor. Bunu anladınız? O zaman
eğitim, sorumluluk çağından bayağı önce başlar! Başlaması gerekir. Haa bu
meyanda başka ne gelir gündeme? Diyelim ki, mükellef olduğu an baliğ
olmuştur, şimdi mükellef olmayı baliğ olma, erkeğin ihtilamı kızın hayız
görmesi. Bu ne anlam taşır? Karşı cinse ihtiyacın gündeme gelmesi. Öyle mi?
O zaman bu fıtri ihtiyaç karşı cinse ilgi duymanın alaka duymanın ihtiyaç
duymanın başladığı ortamda ihtiyaçların yine fıtrata şer’i ölçülerde cevap
verebilecek bir nitelikte ferden ve toplum olarak hazırlanmış olması gerekir.
Mesela diyelim ki sen 18 yaşından önce evlenmek yoktur diye yasaklarsan
veyahut evliliği o veya bu sebeblerle askerlik yapmadan olmaz aklı başına
gelmeden olmaz gibi 20’ lere 20’ lerin üstüne çekersen, baliğ olduğu andan
itibaren o yaşına kadar bu ihtiyacı gayri meşru giderecektir. Bak bu toplumun
ifsadıdır. Çünkü fıtraten duyulan ihtiyacı geciktirmenin öyle veya böyle önüne
geçmenin anlamı var mı? Meşru bir zeminde o ihtiyaçların cevabı verilmezse
ihtiyaçlar giderilmezse gayri meşru olarak çoğalır. Ha burada sonradan tekrar
münasebetine göre girebiliriz ama anlatmak istediğim neydi koyduğum başlıkta?
Kullandığımız kelimeleri bu meyanda rast gele kullanmıyoruz. Mükellef olma,
akıl ve baliğ olmakla başlar derken; bu ifadenin içi dolu – dolu nereye
çekersen çek. Yani bir çok şeyin başlangıcı olur bir çok şeyin sorumlu
tutulmaya başladığı an bir çok şeyin başlangıcı olur ve en ufak sapmalar bile
orada ve bir çok ifsadın yaygınlaşmasını sağlar. Anlatabildim mi? İster kanunen
evliliği belli bir yaşa çekin isterseniz toplumun geleneği askerlik yapmadan
şöyle böyle, bu denir şimdi? Buluğa kadar bir kızın erkeğin, eğitimin öyle
safhalarını aştıktan sonra bir kadın olarak yetiştirilmesi gerekir, şimdi bir erkek
olarak yetiştirilmesi gerekiyor, bir ana namzedi olarak yetiştirilmesi gerekiyor,
bir kadın eş, bir koca, bir ana baba kimliklerinin içi doldurulması gerekiyor. En
ufak bir yalpalama zikzak ileride büyük yaraların açılmasına sebeb olur.
Devamlı büyük yaralar, haktan inhirafı bidatın çıkışını falan anlatırken ilerde
gelir bu, devamlı inhiraf sapma, milimetriktir, yani şöyle bir nokta koyun,
dümdüz bir çizgi yapın başlangıçta yani milyem dediğimiz yani milimetrik binde
bir dediğimiz bir sapmayı koy buraya üç metre sonra bu ne kadar açılacaktır?
(Muhatablar: aynı açıda farklı açılım olacaktır.) olacaktır. Yani sapmalar
devamlı böyledir. Onun için selefe baktığınız zaman geçmişe, sapmaların
başında görünüşü çok basit olmasına rağmen, bayağı şiddet göstermişlerdir.
Mesela o Darimi’deki gelen hadisi şerif de Ebu Musa el-Eş’ari’den gelen nakilde,
mescide halka halka olmuş insanları, birisinin halkanın başına geçip 100 kere
Allahu ekber, 100 kere subhanallah, deyin diye bir şeyler yaptıklarını görüyor.
Abdullah İbn Mesud’a gelip anlattığında, mani olmadın mı? Hoşuma gitmedi ama
sana sormadan da bir şey yapmak istemedim diyor. Gidiyor o halkaların
başına, siz ne yapıyorsunuz? Diyor, halkadakilerde hayır diyor. Şimdi diyor Allah
demek lailaheillallah demek kötü bir şey mi? Siz, günahlarınızı sayın diyor.
Ben sevaplarınızın zayi olmayacağına kefilim diyor. Ben sizi bir dalalet içinde
görüyorum diyor. Veyahutta Allah Rasulünün ashabının önüne geçtiniz diyor.
Veyahutta Allah rasulünün ashabını ilimde geçtiniz diyor. Allah Rasulünün
ashabı böyle bir şey yapmıyordu, ya siz onları ilimde geçtiniz ya çabucak
sapıttınız diyor. Ravi diyor ki: o halkadakileri ben nehveran günü haricilerin
içinde gördüm diyor. Bu ne anlatır biliyor musun? Orda basit bir inhirafla
başlamak, haricilerin safında görünene kadar götürüyor. Onun için selef yani
ümmet Kur’an ve Sünnet ölçüsünde inhirafın başlangıcı görünüş şekliyle bir
büyük tehlike olarak görünmese bile hatta ne olacak bu gibi ufak bir
sapmadan desen bile, devamlı inhiraf milimetrik de olsa bir kaç metre sonra
korkunç bir açıyla haktan uzak olacaktır yani uzaklaşacaktır. Onun için biz
kullandığımız kelimeleri kullanırken yani bir sadece İman İslam, Fıtrat açısından
demiyorum. Aynı meyanda yine ders seyri içerisinde gelecek, ilah, tağut,
vesen, cibt, sanem, Rab, bunlarda bile çoğu zaman Türkçeye aktarılırken
meallerde hep put olarak aktarılır. Ve öyle kargaşaya yanlışlara sebeb oluyor ki
tevhidi boyutta yani tevhidle iç içe şirkle iç içe olan bu kelimeler yanlışları da
dehşet korkunç oluyor. Yani sadece bir meselede değil, dinde ıstılahi olarak
kullandığımız ifadelerin hepsinde o kelimeyi ismen ve müsemma olarak yani
muhteviyat olarak içini dolduran anlam olarak bunları bilerek kullanmamız
gerekiyor. Bilirsek Kur’an okurken dinlerken bir çok doğruyu beraberinde elde
ederiz ama bilmezsen dinlerken bile insanın bu güzel kelimeleri ismen kullanıp
da müsemmasında tasavvuf ehlinin tevhidi kullandığı gibi değil mi? Ondan
sonra diyelim ki hakimiyette tevhidi kullandıkları gibi, şiaların tevhidi
kullandıkları gibi veyahut selefilerin tevhidi kullandığı gibi çok farklı anlamlar
olur. Mesela; İbn Kayyım (rahımehullah) aslen tasavvuftan gelen yani İbn
Teymiye’yi tanımadan önce tasavvufta olan birisi, o mesela tevhidi anlatırken
İbn Kayyım (rahımehullah) ‘‘ et-tevhidu huve-ttefriku beynel halıkı vel mahluk
Tevhid halık (yaratıcıyla), mahluku (yaratılanı) ayırt etmektir’’ diyor. Bu
vahdetivucudçulara reddiyedir. Hassaten, o ordaki şirki sezdiği için. Yani Kur’an
neymiş? Her derde deva bir aspirin değil! Her derdin devasının bulunduğu bir
eczane! Onun için bazen tevhidin tariflerini tekkalıp da öğrenme, tevhidi bilme,
öğrendiğin anlamına gelmez.
Muhatab: Hocam, o zaman şöyle diyebilir miyiz? Kavramda yüzeyselleştirilip
genelleştiriliyor ve içi dışı boşaltılarak yanlış dolduruluyor.
Hoca: hulasalandırılmasının sebebi nedir? Meseleyi çabucak isim olarak
tutuyoruz, ondan sonra neden halık ile mahluku ayırt etmek desin. Çünkü bu
tevhide vuku bulan bir yanlış tarifin ordaki tasavvuf tarafından sokuşturulan
çünkü onlarda vahdet’ul vucud varlıktaki birlik tevhidtir . Ama Allah ile halıkı
ayırt etmek tefriktir. Çünkü yaratıcıyla yaratılanı, hani Yunus diyor ya: yada
Muhiddin Arabi’nin dediği gibi: ‘ ‘İbadet edenle edilen aynı’’ diyor. Anlatabildim
mi? Haa burada tek kalıp tipinde mesela alınıp da bir yerde, diyelim ki tevhid
3 cüzdür, Rububiyet tevhidi, İsim ve Sıfat tevhidi, Uluhiyet tevhidi haa bunu
kalıplaşmış maket olarak Kur’an da Sünnet de bulamazsın, bu tevhidi şirki
anlatabilmenin hulasalandırılmış bir şeklidir. Biz bu denli cetvele makete takılıp
kalmıyoruz. Ama Rububiyet dediğimiz, Uluhiyet dediğimiz, İsim ve Sıfat
dediğimiz her şeyin tevhidle, yahut şirkle bozulduğunu biliriz. Anlatabildim mi?
Haa tarif ederken bir bakıyorsun bir yerde yine tevhidin Muhammed İbn
Abdulvahhab’ın kitab’ut tevhidi’ni şerh eden Şeyh Süleyman torunlarından bu
Tesir’ul Aziz’il Hamid’de bunu anlatır, tevhidin tekrar bir tarifini yaparken ne
diyor şimdi? Tevhid diyor: ‘ ‘ Tevhidullahi bi-efalihi, tevhidullahi bi-efalinaa tevhid
ikiye ayrılır, birisi Allah’ı fiillerinde birlemek, ikincisi bizim fiillerimizde O’nu
birlemek.’’ Bakın şimdi bu tarifler ne oluyor? Topluluklardaki vuku bulan
müşkülata göre o müşkülatı hulasalandırıp ve dikkat çekiyor. Haa bunu
kayduysa bu bir şeylere binaen kondu oraya. Ne demek şimdi Allah’ı fiillerinde
birlemek? İsim ve sıfatlarında O’nu hep tek kılmak. Bizim fiillerimiz de: duamız
tek O’na, Kulluğumuzu tek O’na. Bu fiillerimiz de O’nu birlemek, bu şimdi çok
yaygın, yani yaygınlığı şöyle; şirk geçmişe nazaran, şimdi Muhammed İbn
Abdulvahhab anlatırken diyor ki: ‘ ‘ Bizim zamanımızdaki şirk, Mekkelilerin
zamanındaki şirkten daha şumullü ve pis’’ diyor. Şimdi Mekkeliler normal
ortamda Allah’la aralarında aracı kılıyorlar, mesela gemiye binip denize çıkıp
fırtınaya yakalandıklarında, o sıkıntıda Allaha sığınıyorlardı. Bizimkiler diyor
sıkıştıklarında meded ya Abdulkadir Geylani! Diyor. Sıkıntıda da Allah’ı
unutuyorlar diyor. Daha pis değil mi? Onun için zamanımızdaki şirk Allah
göstermesin, daha yaygın ve pis! Şimdi biz bunu geçmişteki şirkin azlığı, belli
başlı şeylerdeki oluşan örneklerini zamanımızda örnek edinemeyiz. Hareket
noktası olarak kullanırız ama, çünkü Muhammed İbn Abdulvahhab buna dikkat
çekmek istiyor. O zamanın müşrikleri bile bu zamandakilerden daha hayırlıydı.
zamanın müşriği peygambere yalan söylemeyi kendine yakıştıramıyordu!
Şimdi inandım diyenler kendi aralarında birbirlerine ne denli sahtekarlıklar
yapıyorlar. Bu taa temel de fıtratın bozukluğudur. Çünkü selim bir fıtratın
üzerine ancak sahih bir iman bina edilir, sahih bir iman üzerinde de ancak
halis bir tevhid ayağa dikilir.
Muhatab: Hocam: doğruyu söylemek de fıtrattandır değil mi?
Hoca: Şimdi zaten fıtratı anlatırken gelecek o, her doğan çocuk fıtrat üzere
doğar derken; kullu mevludin yuledu alal fıtrati dediğinde, ayriyeten başka bir
rivayette de alel İslami diyor. Bizimkiler fıtratın üzerinde pek durmuyor, her
doğan çocuk İslam üzere doğar diyeceklerine, Müslüman olarak doğar diyorlar.
Allah’dan ki fıtrat kelimesi de zikredilmiş, zikredilmese bile böyle anlamak yine
yanlış ama fıtrat üzere doğar İslam üzere doğar bak ikisi eş anlamda
zikredilen bir kelimedir. Farklı değil, eş anlamda zikredilen iki kelimedir
bunlar. Haa o zaman şimdi her doğan çocuk fıtrat üzere doğar derken
bununla alakalı olarak da şems suresin de Allah: Feelhemehe fucurahe ve
tekvaha Allah her nefse, itaatini ve isyanını, iyiyi ve kötüyü, hayrı ve şerri
ilham etmiştir.’’ Diyor. İnsan buna mülhemdir. Şimdi yalan yani cezası bildirilir
Kur’an da, yalan kime gidersen git aynı tarifle gelir biliyor musunuz? Her ne
kadar birisinin yani isim olarak Fıransızca, Arapça, İngilizce, Türkçe de olsa
yalan, yalan nedir? Hılafı hakikat olan her şeydir. Kim yalanı güzel diye bilir?
Ama yalandan fıtrat rahatsız olur ama hiçbir zaman doğrudan fıtrat rahatsız
olmaz. Bunu fıtratı reddeder. Hatta en son noktada bazen bazı şeylerin
ısbatında itirafında aciz kalındığı yerde yani vicdanen söyle, vicdan olarak rahat
mısın? Diyor. Neden? Onun fıtratına dönük bir sorudur.
musemma isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


gizli ilimler gizli ilim
Tüm Zamanlar GMT +4.5 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 19:58.


Powered by vBulletin® Version kapalı
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.6.0
YASAL UYARI : İçerik sağlayacı paylaşım sitelerinden biri olan Ruhani.Net Adresimizde 5651 Sayılı Kanun'un 8. Maddesine ve T.C.K'nın 125. Maddesine göre TÜM ÜYELERİMİZ yaptıkları paylaşımlardan sorumludur. Ruhani.Net hakkında yapılacak tüm Hukuksal Şikayetler, Yöneticilerimiz ile iletişime geçilmesi yada iletişim formunu doldurulması halinde ilgili kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde Ruhani.Net yönetimi olarak tarafımızdan gereken işlemler yapılacak ve size dönüş sağlanacaktır. her yürlü sorunlar için email ; ruhaninet@gmail.com
sakarya escort sakarya escort sakarya escort sakarya escort serdivan escort izmir escort eporner