02-02-2012, 04:15 | #1 (permalink) |
Üyelik tarihi: Jan 2012
Mesajlar: 486
Konular: 443
Karma Puanı: 7
|
Fıtrat
Aksine insana huzur getiriyor. En son cümleyi anladınız mı? Fıtri bazdaki
değerlerin müsbet ve menfi sizde tesirini gösterir. Neden ? vicdanla yaptığınız iyi bir şey size huzur verir, yaptığınız kötülük rahatsızlık verir. İmani bazda yaptığımız bir çok yanlışlıklar bizi avutur. Mesela Mekkelilere neden Allah’dan gayrı ilahlara kulluk ediniyorsunuz? Denildiğinde. Allah’a daha çok yaklaşmak için. İlahlara kulluk etme rahatsız etmiyordu, çünkü bu bilgiye dönüktür vicdana değil. Onlar o yaptıkları işin Allah’tan başka Allah edinmek olduğunu düşünmüyorlardı katiyetle, onlarda şirk Allah’dan başka ilah edinmekle mümkündü. La ilahe illallah ‘da dediğim gibi hatırlarsanız? La ilahe illallah nedir? dediğiniz de bu topluma: Allah’dan başka ilah yoktur. Geçen gün (…..) birisi açıktan açığa böyle dedi ha: ‘’Allah’dan başka Allah kabul etmedik’’ diyor, niçin bu toplum selamette değil? Allah’dan başka ilah yoktur diye anlamını güzel verirler, ama uygulamada Allah’dan başka Allah yoktur şeklinde. Çünkü onlara göre Allah’dan başka Allah verdır demedikçe şirke düşmezsin. Mekkeliler de Allah’dan başka Allah var demiyorlardı. Allah’dan başka ilahlar edinerek şirke düşmüşlerdi. Bunları rahatsız eden fıtri boyuttaki Allah’dan başka Allah edinme ancak. Zaten normal seyrinde Kur’an’da zikrediliyor: ‘‘Eğer yerde ve gökte iki ilah olsaydı yeryüzü tamamen fesada uğrardı.’’ 10’ larca Allah’dan gayrı ilah edinebiliyor ve bu rahatsız etmiyor. Aksine bunun doğruluğunu da, babalarının yapmasından dolayı onların yaptığı doğru olarak telakki edilir. Ve onlar delalette miydi? Biz babalarımızı nasıl bulduysak öyle yapa geldik. Nebileri bile reddetme, bu denli deliller getirerek olmuştur. Yani siz dedelerimizin delalette olduğunu mu söylüyorsunuz? Diye cevap vermişlerdir. Onları nasıl bulduysak öylece devam ederiz. Muhatablar: nebileri kabul etmek fıtrattan mıdır? Hoca: değil, imandandır. Çünkü Rasul haktır. Muhatab: yani ihtiyaç. Hoca: nebilerin getirdiğine ihtiyaç vardır. Muhatab: nebilere ihtiyaç fıtrattan beklenti olabilir mi? Hoca: vahiy geldiyse, sünnetullah tecelli etmiştir. Oda bilgi ile. Mesela Rasul kendisine vahiy gelmeden evvel kitab nedir iman nedir bilmiyordu. Kendisi nebi seçilmesine rağmen bildirdikleriyle hareket ediyor kendisine bildirilenlerle hareket ediyordu. O zaman yine deminki cümlenin tamamına dönelim. Fıtraten sahib olduğumuz değerlerin varlığını hissetmemiz gerekiyor. Bu değerler ne kadar salim kalmışsa yani bozulmaktan uzak, bu hem kendimiz için işe yarar ve hem sorumluluğu bizde olan eşimizin çocukların ve etrafımızdaki insanların bu mevzuda denge sağlamalarını temin ederiz, ve de bunları selim bir şekilde götürme buda bize sahih bir imanı ancak bina edebilme fırsatı verir. Selim bir fıtrat olmadığı müddetçe sahih bir imanı koruyamıyorsun. Neden? Düşünün, müşrik olduğu halde yalan söylemeyi kendisine yakıştıramayan Ebu Süfyan’ı, namaz kıldığı halde Müslüman olduğu halde rahatlıkla yalan söyleye bilen birisini. İşte fıtratta bu bozulduğu için, iman ettikten sonra katiyetle bunu oturtamıyor dengesini kuramıyor. Yalan fıtraten kötü olduğu bilinmesi gereken bir şey. Ama insanlar onda bozulmuşlardır. Muhatab: Hocam: daha önce fıtratı bozulmuş, selim vasfı kalkmış, Rasul geldi, daha sonra iman etti. Fıtratı tekrar düzelme - düzeltme imkanı oluyor mu? İmanı tam oturmuyor mu, oturmaz mı, yada iman üzere mi fıtratı bozuk? Hoca: Şimdi, bozul muş bir fıtratta düşünün imanı, mesela biz sahabenin Kur’an’ın ve Sünnetin esaslar üzere şahitlik hadis nakletme müessesesindeki işlevliği yürütsek, hiçbirimizden ne söz alınır nede şahitliğimiz geçerli kabul edilir. ( Muhatab: günahları, kız çocuklarını gömmeleri) - Şimdi günahlardan tövbe ve istiğfar eder. (Muhatab: bunun fıtratın bozukluğu ile alakası.) - Alakalı olabilir. Ama Mekkelilere baktığın zaman fıtrata bağlı olan yerlerle alaka kurarak yani şeylerini korumuşlar. Kur’an’a geldiğin zaman yani döndüğünde Kur’an da aynı şey, şimdi; ananın babanın hakkını korumayı emrediyor. Ana ile baba ile fıtri bir bağın var. Sılai rahmi akrabalık hukukunu korumanı istiyor senden devamlı ilişkilere bina edilmiş esaslar gündeme gelir. Ve Mekkeliler bunu eda etmiş. Kendilerine sığınan, misafir perverliğe bağlı kalma, mesela; Ebu Bekir eziyet ve işkence edildiğinde peygamber eziyet ve işkence edildiğinde Ebu Bekrin kavmi inanmadıkları halde aynı kabileden olmalarından dolayı Ebu Bekri korumuşlardır. Hazreti Hamza’nın peygamberi koruyuşu akrabalığındandır. Hamza da inaden haa, yoksa sende mi Muhammed’in dine girdin denildiğin de; evet girdim ne olacak diyor! Bak yeğenine ne yaptılar diye akrabalık duygularıyla. Onun için Allah Azze ve Celle ki soruyorlar burada zaten, davetine muhatab olanları neye davet ediyor denildiğinde: Tek olan Allah’a ortak koşmamayı O’nu birlemeyi, ana baba hakkını korumayı ve akrabalık bağlarını muhafaza etmeyi. O zaman bizim fıtraten sahib olduğumuz değerleri mutlak yakalamamız gerekir, onların bozulmaması için veyahut bozulanı ne nisbet de düzeltirsin. En azından bizden sonraki gelen neslin, çocuklarımızın fıtratının bozulmaması, bunlara denkliği sağlayabiliriz. Bunu yakalatıp. Çocuğa eğer mamayı yersen seni parka götüreceğim gezdireceğim diyen anne, bunu bir kere iki kere üç kere beş kere on kere yaptığında, çocuğun zihnine nakşettiği şey denir biliyor musun? Birilerine ikna için yalan söylenebilir ve söylenebilirliği. Oda başlar bunu yaparsanız böyle edecem sana demeye. Ve o çocuğun fıtratının bozulması daha küçükken başlar. En azından biz o fıtratı bozmayız. Çocuğa her şeye rağmen ne gibi bir yaramazlık yaparsa yapsın, ben yapmadım diye yalan söylemesi, ona iki günah yüklediğini, yaptım demesi birdir. Bence yalan söylerse cezalandırılmalı, yaptığı suçu itiraf ederse onu cezalandırmamalı. Neden? Onun fıtratının bozulmamasını temin ediyorsun. Doğru söylediğine sebeb mükafatlandırmak gerekir. Oda nedir? Yaptığı hatayı cezalandırmamak en azından. Fıtrat üzere doğar annesi babası onu Yahudileştirir, Hıristiyanlaştırır, Mecusileştirir. O zaman fıtratın sahibi olan her insan yani küçücük çocuğun bile fıtri bir yapısı vardır, nasıl doğarken İslam üzere doğmuş, o zaman eğitime iyi ve kötü her yönüyle müsaitliği mevzu bahistir. Devamlı örnek verdiğim gibi yani küçücük bir çocuk kadar, iyi ve kötüyü idrak eden insan, mesela sen bana kötü bakarsın ben bu gün havasında değil diye bunu yorumlarım ama kötüye yormamak gerekir adamın hali nedir bilinmez derim. Ama sen küçük bir çocuğa al eline böyle kaşlarını ekşit, bak o çocuğun yüzüne hali nedir bilir misin? Dudaklarını büzerek ağlamaya başlar. İlla sesli azarlaman gerekmiyor, onun işitmesi de görmesi de her muameleye dönük bizden daha hassastır. Yani ki fıtratın bozulması daha küçük yaşlarda başlıyor. Onu korumakta küçük yaşlarda başlar. O zaman bizim yapmamız gereken en önemli şey, fıtri bazdaki bilmemiz gereken sahib olduğumuz değerlerin farkına varma ve bunları koruma. Ancak böylelikle sahih bir imanı bina edebileceğimizi düşünmek. En bozuk ortamdan gelen biri bile kendisini düzeltebilir. Ama bazen iyi ortamdayken kötülük yapma meyliyle, kötü ortamdan gelip de kötülük yapma meyli farklıdır. Dersler de kulağınıza geldiyse, mesela ben şöyle derim: Müslüman olduğu halde ticaret yapan birisi aldatılmaya daha çok meyillidir. Ticaret yaparken Müslüman olan birisi, düzelmeye daha çok meyillidir, her ne kadar Müslüman gördüysem ticarete başlayan, ………… kendisini koruyan göremedim, ama tüccarken Müslüman olmaya niyetlendi mi bütün haramlardan temizlenerek geliyor, kalsa - kalsa işte bir bozukluk kalıyor, oda bilemediğinden, ortamda gündemde olmadığındandır. Yani fıtratı bozmadan korumak gitmek gerekir. Bu başlıklar önceden verilmişti. Bazen çift dikiş olur sağlam olur derler bilir misiniz? Ama bir şeyler de fazla dikiş onu yırtar sağlamlığını giderir. Bazen bir çivi kocaman bir kanadı tutar, iki üç çivi dahi onun kadar tutamaz. Muhatablar: Misakı reddetmede tevil mi yaptırıyorlar onu yoksa toptan mı red? Hoca: Şimdi bizim anlattığımız şekliyle ............ bulamayınca, yani nassın mantukuna bağlı kalıyorlar. Bu meselede de akıl yürüterek onu tevil etmişlerdir. Mantukunun dışında kendilerince anlam yüklüyorlar mantukunca da bırakamıyorlar. Biz işte mantukunun dışında ona mefhumu peygamberle, O olaya birinci misak diyor. Haa bu peygamberin sözüdür. Orda bir olay var, bunu neden yaptık? yarın böyle demeyesiniz. Onların nefisleri üzerine şahitler kıldık ne demek? Söz almak demek demi? Böyle kendiliğinden anlaşılmış olmasına rağmen, birinci misak sözünü de zikretmiş olması peygamberin ne anlama gelir? Daha da yanlış anlamaları önlemek için bir settir bu. Bu ifade olmasa bile orda bir söz alma var! Kişiyi kendi aleyhinde şahit tutma, bile – bile bunu itiraf ettin, nasıl inkar edersin ki? Onun için tevhid meselelerini biz anlatırken: ‘‘insan oğlunun rububiyet tevhidini ikrarı fıtratın gereğidir’’ deriz. Bunu duydunuz mu daha önce derslerde? Haa rububiyet tevhidini kabul insanın fıtratının gereğidir. Bir yaratıcının varlığını kabul insanın fıtratının gereğidir. Muhatablar: Mekkeli müşrikler de tamam yani bir takım olumlu o toplumun vasıfları bize aktarılmış, sizin de dediğiniz gibi bu yalanla yalan söylememeyle alakalı fıtratın düzgünlüğüne dair bir takım rivayetler var. Ama öbür taraftan mesela işte kız çocuğuna yapılan muamele gibi hareketlerde var yani bunlarda o toplumun fıtri yapısı ile alakalı biraz daha farklı düşünmeye yol açmıyor mu? Yalanı yani insanlar benimle konuşu veriyor yalanı böyle o şekil kabul eden bir topluluk o Hoca: fıtri bozulmalar. Şimdi Mekkeliler kız çocuğu sahibi olmayı ayıp karşılıyorlardı ve Onları öldürüyorlardı. Bizde farklı bir boyutta Mekkelilerin ki anlaşılır, kız çocuğu sahibi olmak ayıptı erkek çocuğuyla övünüyorlardı, bizimkiler erkeği de kızı da öldürüyorlar. İsimlerin değişmesi önemli değil, netice olarak bir bozulma var. Muhatablar: Tabii şu da var, o doksan dokuz tane adam öldüren kişiyle alakalı yani mesela şuradan gösterseler dört tane adam öldürdü diye bayağı kötü bir gözle bakılır yani Hoca: şimdi o kıssada bizim alacağımız, sizin yani çocuk fıtrat üzere doğar anası babası onu Yahudileştirir, Hıristiyanlaştırır, bunu da anlatırken anası babası toplum dedim, öyle mi? Şimdi toplumda üç unsurdan başka birisi yok! O adamdaki, kıssadaki, yüz adam öldüren doksan dokuz adam ondan sonra bir adamı öldürüyor ya, şimdi gittiği ilim ehli diyor ki ona, bu işleri yaptığın yeri terk et. Bu ne demek? Kötülükleri işlediğin şu toplumu terk et! İyi insanların olduğu yere git. Ve yolda da ölüyor. Muhatablar: yani sana bu sebeb oluyor. Hoca: Toplum kötü ki sana kötülük işleme fırsatı veriyor. Muhatablar: iyi arkadaşla alakalı da bir hadisi var Allah Rasulünün: İyi arkadaşın misali böyle misk kokusu satan, kötü arkadaşın misali körükle uğraşan misali gibidir derken, bunlarda bu meyanda ele alınabilinir değil mi? Hoca: Birisi ferdi bazda, birisi ictimai yani toplum bazında ele alınır. Kötü arkadaşın misali…… , kişi arkadaşının dini üzeredir diyor. Muhatablar: Hocam birde mesela bir insan helale ve harama gitmemesi bunun da gerek fıtri yani fıtri olarak ne gibi bir zararı olabilir bunun? Hoca: şimdi mesela burada anlaman gereken şu: genel anlamda haram fıtri bazda var. Helal olsun haram olsun. Senin evinden bir koyununu çalmakta hırsızlık domuzunu çalmak ta hırsızlıktır. Haram mıdır genel anlamda hepsi? Eti bize helal olan koyun, eti haram olan domuz günah noktasında, ikisi de günahtır. Ama imanı bazda domuzun etini haram kılmıştır. Bunu sormayız. Fıtri bazdaki bozukluk çalmak, imani bazdaki bozukluk, ya yaratan Allah Mekkeliler de diyor. Kendiliğinden ölen hayvanı Allah öldürüyor, kendi kestiği helal bizim kestiğimiz Muhatablar: O zaman imanda şu söz konusu olur, hani onun diyor dua ediyor kişi onun diyor yediği haram içtiği haram böyle bir dua nasıl kabul olur gibi, bu iman da söz konusu olan bir ibadet? Hoca: Fıtri bazda domuzu da çalsa, koyunu da çalsa haram olduğunu domuzu yemenin haram olduğunu da biliyor. Muhatablar: Şuanda ölen insanlar cennet yada cehennem e gidiyorlar mı yoksa kıyamet görüldükten sonra mı? Hoca: Bunun faydası ne şimdi? Muhatablar: Hocam çok acayip ve saçma ama adamın biri vardı da, savunduğu çok acayip şeyler vardı da, mesela diyor ki: her şey aynı anda yaşanıyor mesela doğumumuz da şuan da öldüysek de aynı anda yaşıyoruz şuanda aynı anda yaşıyoruz yani daha çok felsefeyle alakalı saçma bir şeydi de hocam. Hoca: Bizim inancımıza göre cennet ve cehennem de vardır. Muhatab: Cennet ve cehhenem de var da ne zaman? Yani insan öldükten sonra direk hemen cennet yada cehenneme mi gider yoksa sura üfürüldükten sonra mı cennet ve cehenneme? Hoca: Hesaptan sonra Muhatablar: ama azab, kabir azabı olduğu için? Hoca: tabii var. Her peygamberin kendisine has bir özelliği vardır. Birbiriyle rekabet için değil bu. Birinde olup öbürkünler de olmayan çok farklı boyutta mesela peygamber (aleyhisselatu vesselam) bütün insanlığa yollanılmıştır, öbürkülerin hepsi kendi kavmine. Oda diyor: bana verilen beş şey vardır ki, benden önce hiç kimseye verilmemiştir. Benden önceki her peygamber kendi kavmine ben ise siyah beyaz herkese. İsa (aleyhisselam) babasız dünyaya gelen bir nebidir. Musa (aleyhisselam) aracı olmadan Allah’u Azze ve Celle’yle konuşan bir peygamberdir. Her nebinin kendisine dönük bir şeyi vardır. Bu yumurta tokuşturur gibi fazilet yarışmasına gidilmez. Bu peygamberimizin üstünlüğünü ısbat etmek değil peygamberimize itaat edip onu örnek edinmekle üstünlüğü. Muhatablar: ………. diğer ümmetlerden üstünlüğümüz var mı hocam? Hoca: kuntum ……. Ummetin uhricet. Muhatablar: Ama ayette biz peygamberleri birbirine üstün kıldık diyor Hoca: Neden bu ümmet en hayırlı ümmettir? Beniİsrail ……….. kendi kavmine yollanılmıştır. Bu ümmet bir Afrikalı da olsa inanıyorsa, Çinli de olsa inanıyorsa en hayırlı ümmet, biz ırk olarak kavim olarak hayırlı bir kavim değil, ümmet olarak hayırlı bir ümmetiz. Abdullah İbn Selam da var bunun için de Bilal i Habeşi de var. Her kes var, Suheyl ur- Rumi de var. Değil mi, öyle mi? Arapça da - Araplarda, Türkçe de – Türklerde bazı ıstılahi ifadeler devamlı sürekli ekseriyetle eş anlamda kullanılıyor. Her ne kadar bunların, eş anlamlı yani % 20 ‘lik bir kısmı olsa bile tamamını eş anlamda kullanmak aynı manaya delalet eden kelimelermiş gibi kullanmak çok yanlışlara sebeb oluyor. Anlatabildim mi? Onun için iman, tevhid, din, İslam bu gibi bununla alakalı mevzularda kullandığımız ibareleri ifadeleri kullanırken de birisinden işittiğimizde de mutlak, mustakillen kendi başına ona yüklenilen anlam veya ne kadar müşterekse bir başkasıyla kullanıldığında, nasıl bir anlam yüklenildiğini ayırt edebilmeniz gerekir. Bu konuşurken de dikkat edilmesi gereken bir şey dinlenirken de. Her ne kadar dinlediğiniz okuduğunuz yani konuşan başka birisi bir kitab alıp yazan da başka birisi olması hasebiyle, onun yanlış sevk etme cereyanına akıntısına gitmemeniz gerekir. Birilerinin tutup bu denli ıstılahi bir ibareye kendisinin doldurduğu bir anlam yüklemesi, bu bir saptırmadır. Tabiî ki bu saptırma, sapma nisbet olarak bazen % 10 - % 20 - % 100 ‘lerede varabilir. Diyelim ki tevhid kelimesinin yani İslam aleminde mevcud topluluklar içinde kullanılış ona yüklenilen anlam olarak bakarsak, tasavvuf ehlinde aşırı uçta olan vahdetu’l vucuda göre tevhid; varlıktaki birlik. Her şeyi Allah’tan gayrı görmemek yani Allah’ı görmek tipinde anlaşılmıştır. Onlarda tevhid bu. Bunun dışına çıktın mı tevhidin anlamı onlarda tersine döner şirk olur. Mesela, Tilmesani Fususu’l Hikem de, (Muhiddin Arabi’nin adamlarından) sizin diyor kitabınız şirk doludur diyor, tevhid esas bizim kitabımız diyor. Yani Kur’an ‘a şirk dolu diyor! Mesela, diyor ki Muhiddin Arabi: ‘’Hırıstiyanların diyor, küfre şirke düşmelerinin sebebi, Allah’ı tek İsa da görmeleri, diyor. Ama her şeyde Allah’ı görselerdi küfre düşmezlerdi’’ diyor. Mesela, Firavun’a o denli mü’min der. Hallac dan da örnek verirlerken, Hallacı da toplumun tekfir etmesi Firavunu tekfir etmesi gibi olmuştur diyor. Anladınız. Onun için ıstılahi anlamda kullandığımız kelimeleri, kullanırken birisinden dinlerken aslı ile sahib olduğu anlam, bir başkasıyla müşterek olduğu anlam mana birbirinden tefrik edilmelidir. Fıtrat, ondan sonra iman, imanla beraber çokça zikredilen İslam veyahut bu ikisinin bağlantısında ‘‘ akide’’. Akideyi devamlı anlatırken ben, ‘‘ ’’ olarak veririm. Çünkü akide bazı şeylerin anlaşılması için sonradan oluşturulan bir ifadedir İslam hukukunda. Yani tevhid gibi, iman gibi, İslam gibi, fıtrat gibi asli bir ifade değildir. Bazı şeylerin anlaşılması için sonradan oluşturulan bir terimdir, bir ifadedir. Sonra tevhid ve din. Bunlar birbirleriyle müşterek anlamları var, ama faraza diyorum % 20 ‘yi geçmez. Bunlar bazıları bazılarının alt yapısı olarak da bu da doğrudur ama bizatihi kendisiymiş gibi tamamen % % ‘lük düşünemezsin. Mesela deriz ki biz: ‘‘selim bir fıtrat, sahih bir iman, halis bir tevhid’’ Yani selim bir fıtrat sahibiyseniz sahih bir imanı bine edersiniz, sahih bir imanınız varsa halis bir tevhid bina edilir. Burada fıtratın selimliği, imanın sahihliği ve tevhidin halisliği mevzu bahistir. Çünkü tevhidin sahihliğinden konuşamazsınız, halisliğinden! İmanın halisliğinden konuşamazsın, imanın sahihliği mevzu bahistir! Ondan sonra fıtratın ise selimliği. Selim olması ne demektir? Yani ifsadın zıddı bozulmayan, ( Muhatablar: arızadan selamette olan.) bozulmayandır. Sahihlik imanda arızadan beri olmak. Burada fıtraten bozulma kelimesini kullanırız, bozukluk asli değildir fıtratta. Neden? ‘‘ Kullu mevludin yuledu alel fıtratı her doğan fıtrat üzere doğar’’ diyor. Değil mi? Yani tam doğar, bozulma sonradan başlıyor. O bozulmayı da fe ebevahu yani anası babası yuhavvidani ev yumessırani ev yumeccisani ev yuşerrikani anası ve babası onu Yahudileştirir, Hıristiyanlaştırır, Mecusileştirir ve müşrikleştirir.’’ Burada müşrikleştirir ifadesi Buhari ve Müslim de değil, Acuri’nin Kitab’uş-Şeria‘sındadır. Mesela ben sizin yerinizde olsam, tavsiye edilen nedir? Bunu kenarına not edersiniz, hocam bu hadisi bize öyle veya böyle bir bulu ver, tam metnini yazalım Türkçesiyle beraber. Notların içine girmeli bu. Ondan sonra her doğan çocuk fıtrat üzere doğar. Daha hoş bir ortamda bu size kitap tanıtır biliyor musunuz? Evet şimdi dönelim konuya. Onun için fıtratın bozulmuşluğu mevzu bahistir, imanın sahihliği ise naslara dayanan, bu meyanda biz aklı devreye sokarız aklın fıtratlan alakası imanlan alakasını ayırt ederiz. Mesela fıtrat kelimesi inan kesim nezdinde çok sathi yüzeysel yuvarlak kullanılır. Bunun fıtratı bozulmamış, bunun fıtratı bozulmuş deriz, hiçbir zaman bunun içine girip de bu ibare yani bu isim müsemma olarak neleri içerir düşünmüyoruz veya düşünülmemiş, düşünülmeyişinin sebebi; daha önceki derslerde de dikkat ettiyseniz, Kur’an’ın bile nüzulü bir sebebe binaendir, toplumdaki çıkan müşkülatlara göre vahiy geliyor. Eğe r toplumda bir arıza belirdiyse o arızanın üzerinde bir düşünme başlıyor, Kur’an’ın hangi ayeti bunun için bir ilaçtır? Yine devamlı dediğimiz gibi Türkiye de hassetsen ki örneği böyle vermek gerekir, bizim çocukluğumuzda bazı seyyar satıcılar olurdu, valizlerine gripini doldururlar çarşı Pazar parklarda, her derde deva diye gripin satarlardı. Çoğunun içi de nişasta dolu olurdu. Ama gerçeklerini düşün; her derde deva derlerdi, aspirin. Yani başı ağrısa da, kıçı ağrısa da aspirin! Giderdi de. Şimdi inanan kesimde Kur’an her derde deva gripin tipinde aspirin tipinde gidiyor. Bunun yanlışlığı nerede? Kur’an her derde deva gripin değil! Her derdin devasının bulunduğu bir eczanedir. Kur’an’ı bir eczane düşüneceği yerde, Kur’an’ı bir gripin tipinde düşünüyor. Yani Kur’an her derdin devasının olduğu bir eczanedir ama her derde deva gripin değildir. Bazen bu yönde benim, terceme kültürüne de karşı olduğum yani çoğu zaman dile getirilir. Neden? Suud’da zuhur eden bir müşkülat, ilim ehli tarafından düşünülüyor, ona dönük sohbetler kitablar telif ediliyor. Mesela Suud’da en çok gündeme gelen kabir perestlik olmuş, ilim ehli ona da yoğun reddiyeler yazmıştır. Anlatabildim mi? Şimdi Suud’ daki tevhide dönük bir kitabı ele aldığında ekseriyetle kabir perestlik gündeme gelir yani şirkin o yönü gündeme gelir. Halbuki bizim toplumumuz da veyahut bir başka toplumda, o müşkülat olmaya bilir. Mısır’daki müşkülatı gündeme alsan, orada da en çok İslami hareket tağut yönüyle tevhidin bir kısmı ele alınıyor, iktidarlara hükümetlere karşı olmak. Onların yazdığı bir kitab da Türkçeye tercüme edilince, bu fikrin etrafında toplananlar neyde odaklanıyor. Bunu anlatırken mesela Kur’an da bütün peygamberlerin davet seyrine baktığımızda Ekserisinin hepsinin davet seyri Uluhiyet tevhidi merkezlidir, yani tevhidin uluhiyet kısmındaki vuku bulan müşkülatlara şirklere dönük bir hareketlilik bir tepki yani insanları sakındıran bir davet görürsünüz. Nuh’la bile ilk Rasulün yollanılışı, ki insanlığa ilk gelen Rasul Nuh’tur, Müslim deki şefaat hadisinde de geçtiği gibi, Nuh’tur, Uluhiyet tevhidi merkezli müşkülatları olmuştur toplumunda. Ama İbrahim (aleyhisselam), Musa (aleyhisselam) gibi daveti Rububiyet tevhidi merkezli Rasuller de vardır. Şimdi, tevhid ve şirk denilince, şirkin onlarca nev’i çeşidi var, onu şirk adıyla ele aldığında sanki vuku bulunacak şirki tekleştiriyorsun, bu bir arıza olur. Anlatabildim mi? Tevhid de bu denli, Bir insanın muvahhid olabilmesi için tevhidin her cüz’ün de Allah’ı birleyen birisi olması gerekir ama müşrik olması için tevhidin her cüz’ün de Allah’a ortak koşması gerekmiyor, bir cüzünde ortak koşması yeterli değil mi? Şimdi bununla anlatmak istediğim; bu ortamda tevhid denilince, tevhidin bütün cüz’leriyle bakman gerekir, şirk denilince de tehlikeyi, bir tekiyle de dikkat etmelisin iptal etmeye yeter. Yani muvahhid Allah’ı birleyen birisi olman için tevhidin her cüz’ün de Allah’ı birleyen birisi olmalısın. Tevhidin bir cüz’ünü gerçekleştirmen yetmiyor ama müşrik olman için her cüz’ün de Allah’a ortak koşman gerekmiyor bir cüz’ün de ortak koşman yapılanı da götürmeye yeterlidir. Yani bu yanlış bir tek yanlış, doğruları da götürmeye teretlidir. Çünkü ayeti kerime de : lein eşkakte le yehbedanne ameluk vele tekunenne minel hasirin (Muhammed) Allah’a ortak koşsan ( yani sen bile ortak koşsan) yaptığın bütün amelleri iptal eder.’’ (Zümer,65.) Ne demek bu? Tevhiddeki bu yanlış bir tek yanlış yaptığın doğruları da iptal etmeye yeterli! Bunu anlatabildim mi? Haa bunu da iptal etmeye yeterli. Bu ne anlam taşıyor? Az önceki hulasalandırdığımız ifade var ya, muvahhid olabilmen için tevhidin her cüzünde Allah’I birleyen birisi olman gerekiyor ama müşrik olman için her cüzünde Allah’a ortak koşman gerekmiyor, bir cüzde ortak koşman yeterli. Haa bununla neyi anlatmak istiyorduk şimdi? Toplumumuzda tevhid deyince bütün cüzler, şirk deyince bir tek cüz’ünün bile yeterli olduğunu düşünmelisin. Onun için Kur’an bütün dertlere deva bir gripin değil! Her derdin devasının bulunduğu bir eczanedir. Haa bazı şeyleri düşünememe o toplumda o nevden bir müşkülatın vuku bulmamasıyla, şimdi; biz tutuyoruz mesela usulü hadis de sahabe için udull’dur diyoruz yani adalet sahibidir diyoruz, hata yaparlar ama yalan asla! Hele peygambere katiyetle. Bunu nasıl dengeliyoruz? Onlarda şirk devrinde bile fıtrat asıldı. Yani düşünün, Adam geliyor Ebu Cehil’e diyor ki: - Ya Ebal Hakem: diyor.( Hakim’in Müstedrek’inde) Muhammed’in bu iddiaları doğru mu? diyor. - Yazıklar olsun sana Muhammed’in yalanını mı yakaladık ki bu güne kadar. Ama nübüvvet Kureyş’in eşrafından bu kadar büyük insan olmasına rağmen gitti - gitti bir yetime verildi, biz bunu hazmedemiyoruz. diyorlar. Şimdi görülüyor ki; Ebu Cehil ne peygambere, ne de peygamberin davetine taan ediyor mu? Etmiyor. Aksine neyi hazmedemediklerini, neden Kureyş’in eşrafından birisine verilmedi de bu yetime verildi diyorlar. Düşünün Buhari’deki geçen hadis de: Ebu Süfyan müşrik Şam’a gittiğinde, Allah Rasulünün mektubu da Hirakl’e ulaşıyor o an, gidin diyor Hicazlı birileri varsa getirin diyor. Ebu Süfyan’ı buluyorlar, hem de peygamberin amcalarından. Ona bazı sorular soruyorlar cevap veriyor. Ebu Süfyan kervanın yanına kafilenin yanına dönünce, ‘’eğer ayıplanmayacağımı bilseydim, kendime yakıştırabilseydim’’, orada Muhammed hakkında sorulanlara yalan cevap verirdim diyor. Düşün! müşrik olmasına rağmen yalanı kendisine yakıştıramıyor! Ayıplanacağını o toplumdan dışlanacağını düşünüyor. Müşrikken yalana böyle bir tavır takınan, Müslüman olduktan sonra mümkün mü yalan söylemesi? Çünkü fıtrat bozulmamıştı. Bunu anlatabildim değil mi? Haa, Fıtrat şimdi, bizde çok yüzeysel sathi ele alınmış. İsim olarak söylenilmiş, fıtratı selime, selim! bozulmamış bir fıtrat! Veya bunun fıtratı bozulmuş diyoruz. Şimdi selim bir fıtratı ismen bilip de müsemmasınca tanımayınca içini dolduran şeyleri, bozulduğunu nasıl anlarsın? Belki bir iki cüzünü yakalarsın ama yani onun seliminin nasıl olduğunu bilmeyince, fasıd’ının nasıl olduğunu ne şekilde yakalayacaksın ki? Bu meyanda, şunu yani not düşmek gerekir ki: bazen bizden olan bizim olan değerlerimiz, biz kullanmazsak bunları, müşterekliğinin yaygınlığı ; şimdi fıtrat istisnasız bütün insanlığın müşterek değeridir yani müştereken sahib olduğu üzerinde yaratıldığı bir değerdir, iman böyle değil, iman tercihle mevzu bahistir, fıtratta tercih yoktur. Bu bizim malımız olmasına rağmen aslen, inananların ona daha çok önem vermesi gerekirken iman karşıtı olanlar fıtratı ele alınca İslam’ın karşıtı olarak aleyhinde kullanıyorlar fıtratı. Halbuki fıtrat lehinde kullanılmalı, fıtrattaki değerler imanın işine yaramalı çünkü imanın alt yapısıdır. Yine ibarelerdeki ifadelerdeki dolgunluğu ona yüklenilen anlamı yakalama babında; mesela bizde şu an muasır olarak, muasır görünen müşkülatlarda hümanizm dedikleri bir pislik var. Hümanizm yani insancıl olma. Bu kelime hümanizm kelimesi bizim dilimize yeni girmiş bir kelime şimdi biz bu kelimeyi kullanmadan önce bin senelik geçmişimizde İslami geçmişimizde bu kelimeyi hangi ifadeyle biz gündeme getiriyorduk? Kimse bunu söyleyemez neden? Onun üzerinde çokça durulmamış. Haa batıda buna hümanizm diyorlar, doğuda buna darma felsefesi diyorlar, Ecevit bile bu felsefenin mürididir biliyor musunuz? Darma felsefesinin müridiydi. Hatta onun mensuplarından bazıları Türkiye ye gelince o ortaya çıktı da, Ecevit hakkında bazı laflar söylendi. Bu nedir şimdi bizde; hümanizm fıtrata karşılığı, yani beşeri değerler anlamında, onun için insanlar mevlanaya ondan sonra Yunus’a, insan sevgisine çokça önem vermeye çalışıyorlar. Neden? Bunlar fıtri müştereklerdir yani beşeri olarak herkesin sahib olduğu değerlerdir. O zaman biz bu kelimeyi içi dolu – dolu veyahut neyle doldurulduğunu veyahut bu ismin müsemmasının neler olduğunu biz bilmezsek, biz bile rast gele kullanmaya başlamışızdır. O zaman bu kelimenin içi doldurulmuyor, yani selim dediğimiz fıtrat, bozulmamış fıtrat ne? Haa selimi bilmeliyiz ki bozulmuşunu da yakalayıp bilelim fıtri değerlerin. Fıtrat denildiğinde biz bunu (delilleri de sonradan teker teker gelir) birinci misakın sorumluluğu olarak görürüz. Yani fıtrat, birinci misak beraber alırız. İnsanın sorumluluğu beşerin sorumluluğu dediğimizde: insanı mükellef kılan sorumlu iki unsur vardır, birisi akıl olması, ikincisi buluğa ermesidir. Katiyetle bunda zaman ve yaş haddi diye bir tahdid yok. Doğuştan zaten aklı olup olmadığı bilinir. Akıl olacak ikincisi baliğ, baliğ olmak buluğa ermek, erkek için ihtilam olması kadın için hayız görmesidir. Bu o insanın yaşadığı coğrafya parçasına göre değişebilir, Ekvator da Yemen de 8 yaşında bir kız çocuğu hayız görebiliyor, ama bizim memleketimizde 12, 13 ‘ü bulur erkeğin 14, 15’e kadar yani ihtilam olması değişebiliyor. Şimdi hangi yaşta ne zaman mükellef oluyorsa, şimdi; bu zikrettiğim ifadelerin dışında bazen kullandığım ifadeleri bile dolu – dolu kullandığımı düşünmelisiniz. Dolu – dolu, ki, bir örnek vereyim burada münasebetine binaen, ‘‘baliğ olup akıl odlumu mükelleftir’’ bu ne anlamı taşır? Baliğ olduğu andan itibaren emrolunduğu nehyolunduğu yasaklandığı her şeyden hesap verir. Bu ne demektir şimdi? (Muhatablar: her şeyi bilerek yerine getirmesi gerek.) sorumlu tutulacağı şeyi sorumlu tutulacağı andan önce öğrenmiş olması gerekir yani eğitimin bu yaştan aşağıya çekilmiş olması lazım. Çünkü sorumlu tutulduktan sonra öğrenmeyecek onları, tamam hayatta her şeyi o yaşa kadar öğrenmiş olması gerekmiyor ama, sorumlu tutulacağı şeylerin esası öğrenilmiş olması gerekiyor. Bunu anladınız? O zaman eğitim, sorumluluk çağından bayağı önce başlar! Başlaması gerekir. Haa bu meyanda başka ne gelir gündeme? Diyelim ki, mükellef olduğu an baliğ olmuştur, şimdi mükellef olmayı baliğ olma, erkeğin ihtilamı kızın hayız görmesi. Bu ne anlam taşır? Karşı cinse ihtiyacın gündeme gelmesi. Öyle mi? O zaman bu fıtri ihtiyaç karşı cinse ilgi duymanın alaka duymanın ihtiyaç duymanın başladığı ortamda ihtiyaçların yine fıtrata şer’i ölçülerde cevap verebilecek bir nitelikte ferden ve toplum olarak hazırlanmış olması gerekir. Mesela diyelim ki sen 18 yaşından önce evlenmek yoktur diye yasaklarsan veyahut evliliği o veya bu sebeblerle askerlik yapmadan olmaz aklı başına gelmeden olmaz gibi 20’ lere 20’ lerin üstüne çekersen, baliğ olduğu andan itibaren o yaşına kadar bu ihtiyacı gayri meşru giderecektir. Bak bu toplumun ifsadıdır. Çünkü fıtraten duyulan ihtiyacı geciktirmenin öyle veya böyle önüne geçmenin anlamı var mı? Meşru bir zeminde o ihtiyaçların cevabı verilmezse ihtiyaçlar giderilmezse gayri meşru olarak çoğalır. Ha burada sonradan tekrar münasebetine göre girebiliriz ama anlatmak istediğim neydi koyduğum başlıkta? Kullandığımız kelimeleri bu meyanda rast gele kullanmıyoruz. Mükellef olma, akıl ve baliğ olmakla başlar derken; bu ifadenin içi dolu – dolu nereye çekersen çek. Yani bir çok şeyin başlangıcı olur bir çok şeyin sorumlu tutulmaya başladığı an bir çok şeyin başlangıcı olur ve en ufak sapmalar bile orada ve bir çok ifsadın yaygınlaşmasını sağlar. Anlatabildim mi? İster kanunen evliliği belli bir yaşa çekin isterseniz toplumun geleneği askerlik yapmadan şöyle böyle, bu denir şimdi? Buluğa kadar bir kızın erkeğin, eğitimin öyle safhalarını aştıktan sonra bir kadın olarak yetiştirilmesi gerekir, şimdi bir erkek olarak yetiştirilmesi gerekiyor, bir ana namzedi olarak yetiştirilmesi gerekiyor, bir kadın eş, bir koca, bir ana baba kimliklerinin içi doldurulması gerekiyor. En ufak bir yalpalama zikzak ileride büyük yaraların açılmasına sebeb olur. Devamlı büyük yaralar, haktan inhirafı bidatın çıkışını falan anlatırken ilerde gelir bu, devamlı inhiraf sapma, milimetriktir, yani şöyle bir nokta koyun, dümdüz bir çizgi yapın başlangıçta yani milyem dediğimiz yani milimetrik binde bir dediğimiz bir sapmayı koy buraya üç metre sonra bu ne kadar açılacaktır? (Muhatablar: aynı açıda farklı açılım olacaktır.) olacaktır. Yani sapmalar devamlı böyledir. Onun için selefe baktığınız zaman geçmişe, sapmaların başında görünüşü çok basit olmasına rağmen, bayağı şiddet göstermişlerdir. Mesela o Darimi’deki gelen hadisi şerif de Ebu Musa el-Eş’ari’den gelen nakilde, mescide halka halka olmuş insanları, birisinin halkanın başına geçip 100 kere Allahu ekber, 100 kere subhanallah, deyin diye bir şeyler yaptıklarını görüyor. Abdullah İbn Mesud’a gelip anlattığında, mani olmadın mı? Hoşuma gitmedi ama sana sormadan da bir şey yapmak istemedim diyor. Gidiyor o halkaların başına, siz ne yapıyorsunuz? Diyor, halkadakilerde hayır diyor. Şimdi diyor Allah demek lailaheillallah demek kötü bir şey mi? Siz, günahlarınızı sayın diyor. Ben sevaplarınızın zayi olmayacağına kefilim diyor. Ben sizi bir dalalet içinde görüyorum diyor. Veyahutta Allah Rasulünün ashabının önüne geçtiniz diyor. Veyahutta Allah rasulünün ashabını ilimde geçtiniz diyor. Allah Rasulünün ashabı böyle bir şey yapmıyordu, ya siz onları ilimde geçtiniz ya çabucak sapıttınız diyor. Ravi diyor ki: o halkadakileri ben nehveran günü haricilerin içinde gördüm diyor. Bu ne anlatır biliyor musun? Orda basit bir inhirafla başlamak, haricilerin safında görünene kadar götürüyor. Onun için selef yani ümmet Kur’an ve Sünnet ölçüsünde inhirafın başlangıcı görünüş şekliyle bir büyük tehlike olarak görünmese bile hatta ne olacak bu gibi ufak bir sapmadan desen bile, devamlı inhiraf milimetrik de olsa bir kaç metre sonra korkunç bir açıyla haktan uzak olacaktır yani uzaklaşacaktır. Onun için biz kullandığımız kelimeleri kullanırken yani bir sadece İman İslam, Fıtrat açısından demiyorum. Aynı meyanda yine ders seyri içerisinde gelecek, ilah, tağut, vesen, cibt, sanem, Rab, bunlarda bile çoğu zaman Türkçeye aktarılırken meallerde hep put olarak aktarılır. Ve öyle kargaşaya yanlışlara sebeb oluyor ki tevhidi boyutta yani tevhidle iç içe şirkle iç içe olan bu kelimeler yanlışları da dehşet korkunç oluyor. Yani sadece bir meselede değil, dinde ıstılahi olarak kullandığımız ifadelerin hepsinde o kelimeyi ismen ve müsemma olarak yani muhteviyat olarak içini dolduran anlam olarak bunları bilerek kullanmamız gerekiyor. Bilirsek Kur’an okurken dinlerken bir çok doğruyu beraberinde elde ederiz ama bilmezsen dinlerken bile insanın bu güzel kelimeleri ismen kullanıp da müsemmasında tasavvuf ehlinin tevhidi kullandığı gibi değil mi? Ondan sonra diyelim ki hakimiyette tevhidi kullandıkları gibi, şiaların tevhidi kullandıkları gibi veyahut selefilerin tevhidi kullandığı gibi çok farklı anlamlar olur. Mesela; İbn Kayyım (rahımehullah) aslen tasavvuftan gelen yani İbn Teymiye’yi tanımadan önce tasavvufta olan birisi, o mesela tevhidi anlatırken İbn Kayyım (rahımehullah) ‘‘ et-tevhidu huve-ttefriku beynel halıkı vel mahluk Tevhid halık (yaratıcıyla), mahluku (yaratılanı) ayırt etmektir’’ diyor. Bu vahdetivucudçulara reddiyedir. Hassaten, o ordaki şirki sezdiği için. Yani Kur’an neymiş? Her derde deva bir aspirin değil! Her derdin devasının bulunduğu bir eczane! Onun için bazen tevhidin tariflerini tekkalıp da öğrenme, tevhidi bilme, öğrendiğin anlamına gelmez. Muhatab: Hocam, o zaman şöyle diyebilir miyiz? Kavramda yüzeyselleştirilip genelleştiriliyor ve içi dışı boşaltılarak yanlış dolduruluyor. Hoca: hulasalandırılmasının sebebi nedir? Meseleyi çabucak isim olarak tutuyoruz, ondan sonra neden halık ile mahluku ayırt etmek desin. Çünkü bu tevhide vuku bulan bir yanlış tarifin ordaki tasavvuf tarafından sokuşturulan çünkü onlarda vahdet’ul vucud varlıktaki birlik tevhidtir . Ama Allah ile halıkı ayırt etmek tefriktir. Çünkü yaratıcıyla yaratılanı, hani Yunus diyor ya: yada Muhiddin Arabi’nin dediği gibi: ‘ ‘İbadet edenle edilen aynı’’ diyor. Anlatabildim mi? Haa burada tek kalıp tipinde mesela alınıp da bir yerde, diyelim ki tevhid 3 cüzdür, Rububiyet tevhidi, İsim ve Sıfat tevhidi, Uluhiyet tevhidi haa bunu kalıplaşmış maket olarak Kur’an da Sünnet de bulamazsın, bu tevhidi şirki anlatabilmenin hulasalandırılmış bir şeklidir. Biz bu denli cetvele makete takılıp kalmıyoruz. Ama Rububiyet dediğimiz, Uluhiyet dediğimiz, İsim ve Sıfat dediğimiz her şeyin tevhidle, yahut şirkle bozulduğunu biliriz. Anlatabildim mi? Haa tarif ederken bir bakıyorsun bir yerde yine tevhidin Muhammed İbn Abdulvahhab’ın kitab’ut tevhidi’ni şerh eden Şeyh Süleyman torunlarından bu Tesir’ul Aziz’il Hamid’de bunu anlatır, tevhidin tekrar bir tarifini yaparken ne diyor şimdi? Tevhid diyor: ‘ ‘ Tevhidullahi bi-efalihi, tevhidullahi bi-efalinaa tevhid ikiye ayrılır, birisi Allah’ı fiillerinde birlemek, ikincisi bizim fiillerimizde O’nu birlemek.’’ Bakın şimdi bu tarifler ne oluyor? Topluluklardaki vuku bulan müşkülata göre o müşkülatı hulasalandırıp ve dikkat çekiyor. Haa bunu kayduysa bu bir şeylere binaen kondu oraya. Ne demek şimdi Allah’ı fiillerinde birlemek? İsim ve sıfatlarında O’nu hep tek kılmak. Bizim fiillerimiz de: duamız tek O’na, Kulluğumuzu tek O’na. Bu fiillerimiz de O’nu birlemek, bu şimdi çok yaygın, yani yaygınlığı şöyle; şirk geçmişe nazaran, şimdi Muhammed İbn Abdulvahhab anlatırken diyor ki: ‘ ‘ Bizim zamanımızdaki şirk, Mekkelilerin zamanındaki şirkten daha şumullü ve pis’’ diyor. Şimdi Mekkeliler normal ortamda Allah’la aralarında aracı kılıyorlar, mesela gemiye binip denize çıkıp fırtınaya yakalandıklarında, o sıkıntıda Allaha sığınıyorlardı. Bizimkiler diyor sıkıştıklarında meded ya Abdulkadir Geylani! Diyor. Sıkıntıda da Allah’ı unutuyorlar diyor. Daha pis değil mi? Onun için zamanımızdaki şirk Allah göstermesin, daha yaygın ve pis! Şimdi biz bunu geçmişteki şirkin azlığı, belli başlı şeylerdeki oluşan örneklerini zamanımızda örnek edinemeyiz. Hareket noktası olarak kullanırız ama, çünkü Muhammed İbn Abdulvahhab buna dikkat çekmek istiyor. O zamanın müşrikleri bile bu zamandakilerden daha hayırlıydı. zamanın müşriği peygambere yalan söylemeyi kendine yakıştıramıyordu! Şimdi inandım diyenler kendi aralarında birbirlerine ne denli sahtekarlıklar yapıyorlar. Bu taa temel de fıtratın bozukluğudur. Çünkü selim bir fıtratın üzerine ancak sahih bir iman bina edilir, sahih bir iman üzerinde de ancak halis bir tevhid ayağa dikilir. Muhatab: Hocam: doğruyu söylemek de fıtrattandır değil mi? Hoca: Şimdi zaten fıtratı anlatırken gelecek o, her doğan çocuk fıtrat üzere doğar derken; kullu mevludin yuledu alal fıtrati dediğinde, ayriyeten başka bir rivayette de alel İslami diyor. Bizimkiler fıtratın üzerinde pek durmuyor, her doğan çocuk İslam üzere doğar diyeceklerine, Müslüman olarak doğar diyorlar. Allah’dan ki fıtrat kelimesi de zikredilmiş, zikredilmese bile böyle anlamak yine yanlış ama fıtrat üzere doğar İslam üzere doğar bak ikisi eş anlamda zikredilen bir kelimedir. Farklı değil, eş anlamda zikredilen iki kelimedir bunlar. Haa o zaman şimdi her doğan çocuk fıtrat üzere doğar derken bununla alakalı olarak da şems suresin de Allah: Feelhemehe fucurahe ve tekvaha Allah her nefse, itaatini ve isyanını, iyiyi ve kötüyü, hayrı ve şerri ilham etmiştir.’’ Diyor. İnsan buna mülhemdir. Şimdi yalan yani cezası bildirilir Kur’an da, yalan kime gidersen git aynı tarifle gelir biliyor musunuz? Her ne kadar birisinin yani isim olarak Fıransızca, Arapça, İngilizce, Türkçe de olsa yalan, yalan nedir? Hılafı hakikat olan her şeydir. Kim yalanı güzel diye bilir? Ama yalandan fıtrat rahatsız olur ama hiçbir zaman doğrudan fıtrat rahatsız olmaz. Bunu fıtratı reddeder. Hatta en son noktada bazen bazı şeylerin ısbatında itirafında aciz kalındığı yerde yani vicdanen söyle, vicdan olarak rahat mısın? Diyor. Neden? Onun fıtratına dönük bir sorudur. |
|
|