Ruhani  

Go Back   Ruhani > İslamiyet ve İslami İlimler > Fıkıh İlmi
Kayıt ol Yardım Topluluk Ajanda Bugünki Mesajlar Arama

Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Arama Stil
Alt 01-21-2012, 14:57   #1 (permalink)

 
Sahir - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Üyelik tarihi: Dec 2011


Mesajlar: 656
Konular: 633

Karma Puanı: 10

Standart Kaza İle Kader Allah'ın Sıfatlarıdır

rıaza, kader ve meşîet sıfatlan keyfiyetsiz olarak Allah Teâlâ'nın ezeldeki sıfatlarıdır.

Kazadan kasdedilen icmali hükümdür. Kaderden kasdedilen da tafsili hükümdür. Mûtezile'nin: “Eğer küfür Allah'ın kazası ile olsaydı Allah'ın ona razı olması gerekirdi; zira kazaya razı olmak lâzım*dır Lâzım ise batıldır. Çünkü küfre razı olmak küfürdür. Öyle ise, küfrün, Allah'ın kazası ile meydana gelmediği sabit olmuştur. Dola*yısıyla Ehl-i Sünnet'in de meylettiği gibi kulların bütün işleri Allah'ın kazası ile değildir.” sözleri şu şekilde reddedilmiştir: Küfür makzîdir, yani hükmedilen olaydır, kaza değildir. Hükmedilene değil, hükme, yani kazaya razı olmak gerekir. Bunun izahı şöyledir: Küfrün bir Al*lah Teâlâ'ya nisbet ciheti vardır. O da Allah'ın küfrü hikmeti gereği olarak yaratmasıdır. Allah'ın dilemesinde bu nokta üzerine bir itira*zımız yoktur. Çünkü Allah Mâlikül-Mülktür. Dilediği gibi hareket etmekte serbesttir. Hiçbir şeyden faydalanmadığı gibi, hiçbir şeyden zarar da görmez. Küfrün bir mükellefe nisbet edilme ciheti vardır ki o da küfrün kendi kazancı, ihtiyar ve iradesiyle kulda bir sıfat olarak vuku' bulmasıdır. İşte itiraz buraya yapılmaktadır. Zira kul, kendi ih*tiyarı ile küfrü kazanmakla Mevlâsını kızdırmış ve âhirette devamlı bir azaba müstahak olmuştur. Kendi küfrüne razı olanın küfründü ittifak vardır. Başkasının küfrüne razı olanın küfründe ise ihtilâf var*dır. En sağlam olan görüş, eğer küfrü sevmiyorsa başkasının küfrü*ne razı olmakla bir kimse kâfir olmaz. Lâkin, Allah'ın ondan imanı selbetmesini temenni eder ki, yaptığı zulüm ve eziyetlerden dolayı maruz kalacağı azap dolayısıyla ondan intikam alsın. Tatarhaniye adlı kitapta da aynen böyle yazılmıştır. Musa aleyhisselâm'dan hi*kâye olarak Cenab-ı Hakk'ın şu sözü de bunu takviye etmektedir:

“Musa şöyle dua etti: Ey rabbimiz! Sen Fir'avn'a ve etrafındaki*lere dünya hayatında giyecek bir süs eşyası ve mallar verdin. Ey rabbimiz! Mallarını mahvet ve kalblerini şiddetle sık ki, o acıklı azab görmedikçe iman etmesinler.” [143]

Meşîet sıfatı, kaza ve kadere tâalluk eden Allah'ın sıfatıdır. Bu üçü Allah Teâlâ'nın Kitâb ve Sünnetle sabit olan ezelî sıfatlandır. Ancak diğer sıfatları gibi bunlar keyfiyeti meçhul olan müteşabih sıfatlardandır. Öyle ki bunların hakikati yaratıklar için gizlidir. Her mü'minin bunlara inanması ve bunları vasfetmekte aklın gereğinin bâtıl olduğuna inanması gerekir. Çünkü bu sıfatlar vasfı ile bilmek yalnız başına aklın işi değildir, ilimde derinleşen gerçek âlimlerin hepsi bu konuda aynı hükmü kabul eder.

Şems'ül-Eimme es-Serahsî şöyle diyor:

“Müminler bu konuda iki fırkaya ayrılır. Birincisi, bir nevi cehaletten dolayı Allah'ın sıfatlarının keyfiyetini ve vasfını araştırmaya müptelâdır. Bir kısmı da ilim ile bir nevi ikram edildiği için bu konuda bir araştırma yapmak hususunda duraklama halindedir. Bu yönden ibtilâya uğramak, çok kerre birinci yönden mütelâ olmaktan daha iyidir. Zira yalnız, mak*sadı talep etmekte tevekkuf ederek sadece inanmakla müptelâ olmak, akim bir şeyi gerektirmediğini ve bir şeyi defetmediğini açıklamak*tır. Böylesine, hüküm Allah'a ait olduğu ve dilediğini yapıp dilediği gibi hükmeder olduğu bilinsin için aklın hiç bir mecali olmadığı yerde gerçeğe inanmak gerekir.”

Hulâsa, ikinci vecih daha kuvvetlidir. Zira o, aklın hazzı, tab'in lezzeti bulunmayan şüphesiz bir gayb emrine imandır. Belki Şeriat tarafından işitilen hakka yalnızca uymaktır. Evvelkisi böyle değildir. O aklına itimad eder, düşünce ve anlayışına dayanır. Bununla şu hu*sus ortaya çıkıyor: Kulluğa ait konularda boyun eğmek daha fazilet*lidir, daha kâmildir. Çünkü bunda nefsin bir hazzı yoktur. Belki Hak*kı elde etmede halisane bir şekilde emirlere uymak vardır. Bu se*bepten Cenabı Hak şöyle buyuruyor.

“Bir de sana ruhtan soruyorlar. De ki, ruh Rabbimin bildiği bir iştir. Ve size ilimden az bir şey verilmiştir.” [144]

Bir Hadîs'te, ruh hakkında yan bilgiye de sahip değilim, buyuruluyor. Nitekim, anlamaktan âciz olduğunu anlamak da anlamaktır. Hz. Ali bir gün Minberde iken kendisine bir soru da bilmiyorum, cevabını vermiştir. Bunun üzerine Hz. Ali'ye nurlu makama çıkıp da nasıl bilmiyorum, diyorsun? denilince övle cevap verdi: Bu makama bildiğim nisbetinde çıktım. Bilmediğim nisbetinde çıkacak olsaydım, göklere çıkardım. İmam Ebû Yusuf için de böyle bir soru olayı vukubulmuştur, ve aynı cevabı vermiştir. İmam Ebû Yusuf'a:

“Sen devlet bütçesinden şu kadar maaş alıyorsunda bu durumu tahkik etmekten âciz kalıyorsun, denilince: “Evet, ben bütçe*den bildiğim nisbetinde para alıyorum. Eğer bilmediğim nisbetinde para alacak olsaydım, tüm devlet bütçesi bana yetmezdi.” cevabını verdi.


Kulun İşi Kendi İradesi İle Meydana Gelir:


İmam Âzam Ebû Hanife, yukarıdaki metinde, Allah Teâlâ'nın kadîm bir sıfatının var olduğunu gerçekleştirmek, bir yönde değil, başka bir yönde, bir vakitte değil başka bir vakitte tahsis eden Al*lah'ın kadim bir sıfatının var olduğunu gerçekleştirmek ve Kerramiye taifesi ile Mutezileyi reddetmek için irade sıfatını tekrar zikretmiştir. Mutezileden bazıları, irade sıfatının hadis olduğunu söylüyor, fakat büyük bir çoğunluğu Allah'ın kötülükleri ve çirkinlikleri murad etme*sini inkâr ediyorlar. Hatta şöyle diyorlar: Şüphesiz Allah Teâlâ kâfirin imanını, fasıkın tâatını murad eder, küfür ve mâsiyetini istemez ve dilemez. Çünkü çirkini murad etmek çirkindir, çirkini yaratmak da çirkindir. Mutezile ve Kerramiye taifesinin bu görüşleri reddedil*miştir. Zira çirkin, çirkin olan işi yapmak ve onunla vasıflanmak*tır. Onlara göre, mahlûkatın yaptığı işlerin çoğu Allah Teâlâ'nm iradesinin hilâfına vukubulmaktadir. Bu düşünce ise cidden çok kö*tüdür. Öyle ki bir köy halkının reisi bile bu düşünceye tahammül edemez. Buna göre, kulların ihtiyari işleri vardır. Eğer yaptıkları işler ibadet ise ondan dolayı sevap kazanırlar. Eğer isyankârlık ise bundan dolayı da cezalandırılırlar. Durum, Cebriyye mezhebine mensup kişilerin inandıkları gibi kulun ne kazanma, ne de yaratma bakımından bir iş yapma yetkisi yoktur, sözü doğru değildir. On*lara göre, kulun hareketleri cansız varlıkların hareketleri gibidir. Kulun, kendi işinde ne kasıd, ne iradeye itibar etme makamında mü*essir kudreti ve ne de kazanma yönünden bir kudreti yoktur.

Kulun kendi fiilinde itibar edilecek bir müessir kudreti, kazan*ma kudreti, kasdı, irade ve ihtiyarı yoktur, diyorlar. Bu düşünce isa batıldır. Zira bizler, elini hareket ettiren ile, eli titreyenin hareketle*ri arasında büyük bir fark görüyoruz. Birincisi kendi ihtiyar ve ira*desi ile oluyor, ikincisi ise mecburî oluyor. Yâni istemese de eli titriyor.

Eğer denilirse ki; Allah'ın ilim ve iradesi tâalluk ettikten sonra kulun işi üzerinde cebir ve baskı lâzım gelir. Çünkü Allah'ın ilim ve iradesi ya işin varlığına tâalluk ederler, bu şekilde o işin varlığı va*cip olur; yahut ilim ve irade o işin yokluğuna tâalluk ederler, o zaman da o işin olması mümkün olmaz. Çünkü Allah'ın ilminin cehalete inkılâp etmesi ve Allah'ın muradının iradesinden geri kalması lâzım gelir. O takdirde bu vücub ve imkânsızlık ile birlikte ihtiyar kalmaz.

Bu soruya karşılık verilecek cevabımız şöyledir. Allah Teâlâ, ku*lun o işi kendi ihtiyarı ile yapıp yapmayacağını bilir, ona göre murad eder, o zaman bir müşkül bahiskonusu olmaz. Daha da incelersek şu cevabı da ilâve edebiliriz: Kulun, kudret ve iradesini iş için sarfetmesi kesib yani kazanmadır. Allah Teâlâ'nın o işi icad etmesi ise yaratmadır. Allah Teâlâ yaratıcı, kul ise kazanıcıdır. Allah Teâlâ kâfirin imanını, fasıkın tâatını diledi; kâfir ise küfrü, fasık da fışkı istedi. Kâfir ile fasıkın dilemeleri Allah'ın iradesine galib geldiğine inanan kimseden daha sapığı var mıdır? Buna göre, Allah Teâlâ'nın aşağıda zikredilen âyetleri ile sahih hadislerin durumu buna göre müşkül hale gelir, denilebilir. Bu âyetler şunlardır:

“Allah'a ortak koşanlar şöyle diyecekler: Eğer Allah dileseydi ne biz müşrik olurduk, ne de babalarımız, ne de bir şeyi haram yapabi*lirdik Bunlardan öncekiler de böyle yalanlamışlardı.” [145]

“Bir de Allah'a ortak koşanlar, şöyle derler: Eğer Allah dileseydi de atalarımız, kendisinden başka hiçbir varlığa tapmazdık, onun emri dışında hiçbir şeyi haram yapmazdık. Kendilerinden evvelkiler de böyle yaptılar. Buna karşı peygamberlerin vazifesi ancak açık bir tebliğdir.” [146]

“Bir de şöyle dediler: Rahman dileseydi, biz o meleklere tapmazdık. Onların bu hususta hiçbir bilgisi yoktur. Onlar ancak yalan söy*lüyorlar.” [147]

“İblis şöyle dedi: Rabbim! Beni azdırmana yemin ederim ki, mu*hakkak ben yeryüzünde kullara kötülükleri süsleyeceğim ve elbet*te onların hepsini azdıracağım.” [148]

“Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde kim varsa hepsi toptan iman ederlerdi. O halde mümin olsunlar diye, insanları sen mi zorlaya*caksın?” [149]

“Eğer Allah dileseydi, peygamberlerden sonra gelen müminler kendilerini hidayete ulaştırıcı apaçık mucizeler geldikten sonra bir*birini öldürmezlerdi. Lâkin Allah dilediğini yapar.”[150]

Üzerinde Selef ve Halef âlimlerinin ittifak ettiği sahih Hadîs de şudur:

“Allah'ın dilediği olur, dilemediği olmaz.”

Bir şair bu konuda ne güzel söylemiştir:

“Ben istemesem de, senin dilediğin olur,

Sen dilemesen, benim dilediğim olmaz.”


Kader Hakkındaki Münakaşalar


Yukarıdaki âyetlerle adı geçen Hadîs-i Şerif ileri sürülerek ya*pılan itiraza şöyle cevap verilir: Kerramiye ve Mûtezile'nin, Allah'ın dilemesinin, kulun işini emrettiğine delil olduğuna inanmaları Al*lah'ın şeriatı ile, peygamberlerine gönderdiği emirlerinin, kaza ve kaderi ile kitaplarını gönderdiği peygamberlerinin birbirine karşı çıkması gerekirdi. Bu ise onları bu düşünceden yasaklamaktadır. Onlar Meşîet-i âmme sıfatını emr-i dâfia olarak yaptılar. Meîşeti tevhid yönü ile zikretme diler. Onu, Allah'ın emrine muhalif,

şeriatına karşı olarak zikrettiler. Onlar zındıklar ve cahil inkarcılarda olduğu gibi yaptılar. Zındıklar ve inkarcılar bir emir ile emredilip bir iş*ten yasaklanınca kaderi delil olarak ileri sürüyorlar. Bir hırsız Hz. Ömer'e kaderi ileri sürerek mazeret beyan ettiği zaman Hz. Ömer kendisine:

“Ben de senin elini Allah'ın kaderi ile kesiyorum,” cevabı*nı verdi. Şu âyet de buna delâlet etmektedir:

“Bunlardan öncekiler böylece tekzib etmişlerdi. Sonunda aza*bımızı taddılar. Onlara de ki: Sizde kitap ve hüccetten bir şey varsa onu bize çıkarın, getirin. Siz, yalnız kendi zannınıza uyarak yalan söylüyorsunuz.” [151]

Hülâsa, Mûtezile'nin sözü, kendisi ile batıl kasd edilen hak bir sözdür, İblis'in “Yâ rabbi! Beni rahmetinden uzaklaştırman sebebiyle sözü, kaderi delil getirdiği için zemmedilmiştir. Böylece kaderi itiraf etmiş ve ispat etmiştir. Bu sebeple iblis, Mutelizi’lerden daha çok Allah’ı tanımıştır, denilmiştir. İblisin sözü, Cenabı Allah’ın şu sözüne mutabık düştüğü için kaderi kabul etmiş olduğu söylenmiştir. Cenabı Hak buyuruyor:

“Biz, her gönderdiğimiz peygamberi, ancak içinde bulunduğu kavminin dili ile gönderdik ki, onlara apaçık anlatsın. Artık, Allah dilediğini sapıklıkta bırakır, dilediğine de hidayet verir. O, her şeye galibtir, hükmünde hikmet sahibidir.”[152]

“Allah kimi hidayete ulaştırırsa, o, hak yola ulaşandır ve kimi de adaleti ile saptırırsa, işte bunlar ziyana uğrayanlardır.” [153]

Âdem aleyhisselâm'ın, Musa aleyhisselâm'a:

“Beni yaratmadan kırk sene önce yapacağımı yazdığı bir işten dolayı beni kötülüyor musun?” sözü, isyanda bulunan kişinin tevbe ettikten sonra itiraz hakkı olmadığına mebnidir. Âsi, Allah Teâlâ'nın tâatına döndükten sonra Allah'ın kaza ve kaderine sarılmalıdır. Belki, isyanının yaratı*lışından önce mukadder bulunduğuna, tevbe etmeden evvel o işe başlayınca, hükmünde ve kazasında Allah'ın kaza ve kaderine sarılması gerekir. Zira böyle olmazsa, o zaman Allah'a karşı gelmiş gibi olur. Çünkü Cenabı Allah kendisine isyan edilmesini yasaklamış, em*rine uyulmasını emretmiştir. Allah'ın kazasını kimse geri döndüremez Allah'ın hükmünü tâkib eden yoktur, işine galib olan da yoktur. Vehb b. Münebbih'ten şöyle dediği rivayet edilmiştir: Kadere baktım, hayretler içinde kaldım. Sonra tekrar baktım, yine hayretler içinde kaldım ve kaderi en iyi bilenlerin, ondan en çok sakınan*lar olduğunu buldum. İnsanlar içinde kaderi en çok bilmeyenler, o hususta en çok konuşanlardır. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in:

“Kader bahsi açıldığı zaman dilinizi tutun.” mealindeki hadisi de bu sözümüzü takviye eder. Yani kaderin hakikatini beyandan dilinizi tutun, kadere ve kaderin hakikatına imandan değil. Cenabı Hakk'ın:

Her nerede olursanız ölüm size erişir. Velev ki tahkim edilmiş yüksek kalelerde olun. Bununla beraber onlara bir iyilik gelse, bu Allah'tandır, derler. Bir musibet de gelince: bu, senin uğursuzluğundandır, derler. De ki, hepsi Allah'tandır.” [154]

âyetinde doğrusu, haseneden kasd edilen nimet, seyyieden kasd edi*len de belâdır. Burada lehimizde ve aleyhimizde bir delil yoktur. Bir kavle göre hasene, Allah'a itaattir, seyyie ise Allah'a isyandır. Bununla beraber kaderiye mezhebine mensup olanlar şu âyeti delil ola*rak ileri süremezler:

“Sana gelen her iyilik Allah'tandır ve sana gelen her kötülük de kendi nefsindendir.” [155]

Çünkü kaderiyeye göre, ister iyilik olsun, ister kötülük olsun, ku*lun bütün işleri Allah'tandır. Kur'an ise iyilik ile kötülüğü birbirinden ayırd ettiği halde onlar bir ayırım yapmadan kulun bütün işle*rini Allah Teâlâ'ya nisbet etmektedirler. Çünkü Cenabı Hak şöyle buyuruyor:

“De ki, hepsi Allah'tandır.” [156] Allah Teâlâ bu âyette kötülüklerin Allah'tan olduğunu açıkladığı gibi, iyiliklerin de Allah'tan olduğunu beyan buyurmuştur. Onlar ise bununla ameller hususunda hükmetmemektedirler. Ancak cezalar hakkında böyle düşünmektedirler. Fakat birinci mâna üzerine Cenab-ı Hak nimet olan hasenat ile, musibet ve belâlardan ibaret bulunan kötülükleri birbirinden ayırd etmiştir. Ve birinin Allah'tan, diğerinin de insanın kendinden olduğunu beyan buyurmuştur. Zira iyilik Allah'a nisbet edilir, çünkü Allah Teâlâ her yönden buna lâyıktır. Kötülükleri ise Allah Teâlâ, bir hikmet icabı yaratır. Bu kötülükler de hikmeti itibariyle kullarına bir ihsanıdır. Zira Allah Teâlâ, asla kötülük yapmaz. O'nun bütün işleri gü*zeldir ve hayırdır. Bu konuda rivayet edilen bir hadîs-i şerifte şöyle buyuruluyor:

“Hayrın hepsi senin elindedir. Şer ise sana ait değildir.” Yâni sen, halis bir kötülük yaratamazsın, belki bütün yarattıkların*da bir hikmet vardır, bu hikmet itibarıyla yarattığın işler de hayır olur. Lâkin bu işler bazı insanlar için kötülük olur ki buna cüz'î iza*fî kötülük denilir. Yahut külli ve mutlak şer olur ki Cenabı Allah bundan münezzehtir.

Bu sebepten Allah Teâlâ'ya şer tek olarak asla nisbet edilemez Belki şer ve yaratıkların umumuna dahil olur.

“Allah her şeyin ya*ratıcısıdır.” mealindeki âyet-i kerime ile;

“De ki hepsi Allah'tandır.” mealindeki âyetlerde olduğu gibi. Yahut da

“Yarattıklarının şerrin*den falakım rabbine sığınırım.”[157] mealindeki âyette olduğu gibi şer sebebe nisbet edilir. Yahut:

“Doğrusu biz bilmeyiz; o yeryüzündeki kimselerle bir kötülük mü murad edilmiştir, yoksa rableri onlar için bir iyilik yapmak mı dile*miştir?” [158]

“Başınıza gelen her musibet, kendi ellerinizin kazandığı yüzündendir. Allah ise günahların birçoğunu bağışlıyor.” [159]

Bu, dayanılan ilk mânaya göredir. İkinci mânaya göre ise, tâat Allah Teâlâ'ya nisbet edilir. Zira Allah'a itaat, halis bir hayırdır. Ter*biye icabı, kötülük Allah Teâlâ'ya nisbet edilmez. Çünkü kötülük, şer suretindedir. Yaratma yönündense hep Allah Teâlâ'dandır. Tâati yaratmak fazilettir, kötülüğü yaratmak adalettir. Allah Teâlâ, yaptığı işten dolayı sorguya çekilemez. Kullar ise yaptıklarından do*layı sorumludurlar.

Sonra Allah Teâlâ'nın

“Sana isabet eden kötülük nefsindendir.” mealindeki âyetinde birçok hikmetler vardır. Zira kul, kendi nefsinin, kazandığı kötülükten dolayı tatmin olmaz ve yaptığı kötülükten ötü*rü kalbi rahat olmaz. Çünkü orada şer vardır. Şer ancak nefisten ge*lir. Kul, insanların sözleri ile meşgul olmadığı gibi, kendine kötülük yaptıkları zaman insanları kötülemekle meşgul olmaz. Zira bu, ken*disine isabet eden kötülüklerdendir. Kötülük ise kendine ancak gü*nahı sebebiyle isabet etmiştir. Kul, bu sebeple Allah'a dönerek nefsi*nin şerrinden ve amelinin kötülüğünden ona sığınır. Ve Allah'tan kendisine itaat hususunda yardım ister, böylece kendisi için bütünü ile hayır meydana gelir, her türlü kötülük def olur. Bu sebepten du*aların en faydalısı, Allah'tan hidayeti istemektir. Zira hidayet, kötülüğü terk edip Allah'a itaat etmek hususunda Allah'tan yardım is*temektir.

Hülâsa, Allah'ın meşîet ve irâdesinin tâalluk ettiği şeye kudreti de tâalluk eder. İradesi tâalluk etmezse, kudreti de tâalluk etmez. Allah Teâlâ, muhal olan şeyleri yapmaya kadirdir, denilemez. Zira mu*halin vaki olması mümkün değildir. Allah Teâlâ, muhale kadir değildir de denilemez.


Allak Teâlâ Her Şeyi Olduğu Gibi Bilir ;


Allah Teâlâ, yok olan şeyi yokluk halinde yok olarak bilir. Ve o şeyi var ettiği zaman nasıl olacağını da bilir. Var olan şeyi, varlık halinde mevcut olarak bilir. Yine Allah Teâlâ, var olan şeyin nasıl yok olacağını bilir. Allah Teâlâ, ayakta olanı ayakta bilir, oturduğu zaman oturma halinde bilir. Allah'ın bilgisinde bir değişiklik olmaz. Allah için sonradan bir bilgi de hasıl olmaz, ancak sonradan kulların durumlarında değişiklik meydana gelir.

Fıkh-ı Ekber Serhi
Sahir isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


gizli ilimler gizli ilim
Tüm Zamanlar GMT +4.5 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 17:13.


Powered by vBulletin® Version kapalı
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.6.0
YASAL UYARI : İçerik sağlayacı paylaşım sitelerinden biri olan Ruhani.Net Adresimizde 5651 Sayılı Kanun'un 8. Maddesine ve T.C.K'nın 125. Maddesine göre TÜM ÜYELERİMİZ yaptıkları paylaşımlardan sorumludur. Ruhani.Net hakkında yapılacak tüm Hukuksal Şikayetler, Yöneticilerimiz ile iletişime geçilmesi yada iletişim formunu doldurulması halinde ilgili kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde Ruhani.Net yönetimi olarak tarafımızdan gereken işlemler yapılacak ve size dönüş sağlanacaktır. her yürlü sorunlar için email ; ruhaninet@gmail.com
sakarya escort sakarya escort sakarya escort sakarya escort serdivan escort izmir escort eporner