Ruhani  

Go Back   Ruhani > İslamiyet ve İslami İlimler > Tasavvuf
Kayıt ol Yardım Topluluk Ajanda Bugünki Mesajlar Arama

Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Arama Stil
Alt 02-08-2012, 03:55   #1 (permalink)

Avatar Yok
 

Üyelik tarihi: Jan 2012


Mesajlar: 291
Konular: 266

Karma Puanı: 2

Standart Nefs-i emmâre

İşte âcizâne toplum içindeki MUHAMMEDî oluş nişânı, işareti ve tevhidi:

"ÜZME! – ÜZÜLME! – SEV! - SEVİL!.." dir.
İnsanın nefsî yapısı egoist olduğundan üzmeye ve üzülmeye daha yakın, sevmeye ve sevilmeye daha uzaktır...
Bu kural; kurda-kuşa, ayığa-sarhoşa, âşığa-ahmağa geçerlidir.
Her gün taş attığınız (üzmek için) ve sizi görünce, canla başla kaçan ve sokaklar dar gelen mahallenin köpeklerine, ekmek atmaya (sevilmek için) başlarsanız önce temkinli yaklaşırsa da sonra sarmaş dolaş arkadaşınız olurlar....
Yollarda sizi bekler dururlar "Adamımız nerde kaldı?" diye...
Köpek deyip geçme sakın...
Bir zamanlar; bu kaygan hayat sahnesinde (yerler yağlı) ayağım kaydı da bir insan için:
"Köpek!" dedim.
Biraz sonra mânevî bir mahkeme kuruldu:
Antalya Yat limânı çıkışta sağ tarafa kayaların üzerine...
Mübâşir ve hâkim var ama, cismi yok (belki melek) ... kürsü var...
Mübâşir davayı okudu:
Dava: "Tâhir'den olma, Emine'den doğma Abdullâtif; filândan olma, filândan doğma filâna; "Köpek!.." demiştir..."
Davacı : Köpekleri temsilen 7 cins köpek (adamcağızın kendisi bile yok)
Dava sebebi: "Köpekler: Biz köpek olarak halkedildik ve bu işi de hakkınca yaptık ve yapıyoruz... Ne koyunluğa ne de kurtluğa kalkışmadık. Biz hayvandan doğma hayvanız. Ancak bu şahsiyet (beni gösterip) bâtıl ve şerli saydığı bir insanla bizi kıyaslayıp benzetti.
Oysa insanoğlu;
وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَثِيراً مِّنَ الْجِنِّ وَالإِنسِ لَهُمْ قُلُوبٌ لاَّ يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُمْ أَعْيُنٌ لاَّ يُبْصِرُونَ بِهَا وَلَهُمْ آذَانٌ لاَّ يَسْمَعُونَ بِهَا أُوْلَـئِكَ كَالأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ أُوْلَـئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ

"Andolsun biz cinleri ve insanlardan bir çoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalblleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da sapıktırlar (şaşkın) . İşte asıl gafiller onlardır." (A'râf 7/179)
Âyetine muhatab ve bizden aşağıya (esfeline) düşebilir.
Bu zât bize hakaret etmiştir. davacıyız!..."
Deyince, karar bir saniye sürmedi ve sadece : "Suçludur!..." dendi...
Ben ise bir kişi değil de, yan yana 7 kişiyim.
(7 Hâ-Mîm ile) tek tek divana dizildik.
Birinci ben idim. O zamanki hâlimde kar gibi ak saçlı, omuzu çökük çilekeş bir derviş...
Hemen sağımda ise 18 yaşındaki hâlim tıpa tıp (sanki oğlum Emre gibi) adetâ civân... Akışkan, konuşkan, kabına sığmaz, sevecen ve arsız, anladım ki nefsim...
Yanındaki sanki camdan bedenli gibi hârika kalb.Yanındaki ışık hüzmesi gibi bedeni var ama cisim de değil, Ruh v.s. v.s...
Hepimiz (6 letâif) birden sağımdaki gence (nefs) yüklenip:
"Yazıklar olsun dinimizi dünyamızı âhiretimizi yıktın edebsiz şey!... v.s." diyoruz.
Herkes bir başka söylüyor...
Öyle üzgünüz ki çâresizlik son sınırında; işte o zaman bir ses gürledi:
"Köpekler, Abdullâtifi, sahibine (Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem)'e bağışladılar!..."
Öylesine sevindik ki şu anda dahi ruhumda duyuyorum
Resûlullah'ımız (sallallahu aleyhi ve sellem) in şefâatini...
İşte sana bir köpek masalı!...
İstersen bir de köpek hikayesi anlatayım da sonra sen Bolu'ya git Yıldırım Beyazid Câmisi müezzini İsmail Efendi'den dinle ve kahramanını da sana göstersin.
(Ben Bolu'da iken İsmail Efendi Karamanlı Câmisinde görevli idi. Zirâ, büyük câmi depremden sonra tâmir oluyordu.)
Efendim, kader Kaderullah yol düştü Bolu'ya...
Ne de olsa gurbet... kimseyi tanımıyorum.
"Yaz, çiz" derken sıkıldım.
Sokağa çıktım...
Gurbet zordur...
Gurbeti ve gariblerini, hep omuzlarından tanırım...
Mutlaka bir omuzu çökük olur...
Bendeniz, bir ömür terazileyemedim...
Şikâyet sanma şükrümüzü sakın...
ALLAH (celle celâluhu): Âşıkların iki yakasını bir araya getirmez ancak, kimselere de yırttırmaz...
Çilesiz âşık, artık yaşamıyordur...
Köroğlu heykeline doğru ana caddede giderken iki üç yüz metre ilerden biri geliyor amma yandan çarklı Şirket-i Hayriyye vapuru gibi...
"Bu kişi hırlı değil!" dedim...
Yanıma yaklaşınca sümük bir yana salya bir yana ...
Ancak; gözler âdeta kaynak makinesi gibi ışık saçıyor, rengi meçhul...
Bir şey demedim ve geçti gitti...
İçimden bir ses:
"Be cimri adam, şu mübârek zâta birazcık para bile vermedin... sen gerçekten ahmaksın lâf âşığısın!.. v.s." deyince geri döndüm, koşup yakaladım.
Para cebimdeki elimde, daha çıkarmadan:
"Bu gün olamaz!..." dedi ve döndüm.
İkindiyi Karamanlı Mahallemizdeki câmide kıldık.
Bolu'nun insanı misâfirperverdir.
Kim câmiye yeni gelse genellikle hoş beş eder hâl hatır sorarlar...
Müezzin İsmail Efendiyle konuşuyoruz.
"Efendim insan olmak lâzım, insan!..." deyince ben de:
"Ben bugün gördüm birisini caddede insanın şahıydı ismi belki de Hasandır!.."dedim.
İsmail Efendi :
"Bildim; o zât hârika birisidir.
Ben 17 yıl Yıldırım Beyazit Câmisinde müezzinlik yaptım.
Bu süre içerisinde bahsedilen zât (Ömer de deniliyor Hasan da) sadece sabah namazına 7 köpekle geliyor ve köpekler onu dış kapıda namaz bitinceye dek bekliyorlardı.
Sonra câmiden çıkınca birlikte bir yerlere çekip gidiyorlardı.
Ancak, bir sabah namazında ben imâmdım, namazı kıldırıp selâm verince bir vaveylâ koptu, dönüp bakınca köpeklerin câmi içine girip birkaç saf geride yanyana dizilip yattıklarını gören halk bağırıp çağırırken, Köpekçi Hasan Baba:
"Ulan ben size buraya girmeyin demedim mi? Ne işiniz var mescidlerinde v.s..." diyerek köpeklerini alıp çıktı, gitti...
Bir daha köpekler dış kapıda değil de ilerki köşede beklediler.
Bir köpek gittiyse, başka birisi geldi ki yıllarca sürdü...
Şu anda nerede kılıyor sabah namazını bilemeyeceğim!..." dedi...
Bolu, gül ve bülbülün yurdudur.
Bizim evimizi ALLAH (celle celâluhu) denkleştirdi bahçe içinde idi.
Dut mevsimine kadar gece boyunca bülbül sesinden uyuyamaz idik...
Dut yeyince susdular...
Mübârek insan Cemâl Candan'ı tanıdım bir cuma...
Komşu sayılırdık.
Sonraki cumalarda beni de alıp câmileri gezdirirdi...
Aslahaddin Efendi ve Câmisi huzurluydu.
Bir cuma Hamdi Baba'ya azmettik.
"Efendim bugün cuma duanın kabul günü de, nasıl olacak?" dedi.
Bende irticâlen :
"Mübârek bir yerde, mübârek bir zamanda, mübârek bir hâlde, mübârek bir dostun senin için dua ederse Biiznillah kabul!..." dedim.
Câmi ıraktı vardık.
Cumamızı kıldık.
Hamdi Baba'ya Yâsîn okuduk, dua edip çıktık.
Cemâl abi: "Hamdi Baba Erenlerdenmiş, mübârek yer burası, birbirimize Allah rızası için dua da ettik, mübârek hâl ne idi? derken köşeden Köpekçi Hasan Baba çıktı ve iki elinin parmakları ile bana para işareti yapıyor...
"İşte mübârek hâl bu!..." dedim...
Cemâl Candan'ın parasını ise zorla aldı...
Ama birkaç hafta sonrası ise, yolda yakalayıp sırtından ceketini soydu da Ahmed Karayel'den emânet aldığı kazakla gitti eve...
İşte köpek ve köpekçiler!...
Bir hadisten bahsediliyor:
"Köpekteki 10 vasıftan birisi gerçekten kendisinde olan kişi velîdir..." diye ama, aslına henüz eremedim.
.
Oturup gönül yordum kendimce al gözüm seyreyle:
Köpekteki 12 haslet; güzellik ve özellik:
1-Sadakâtkârdır : sahibine dâimâ sadıktır.
2-İtâatkârdır : sahibine dâimâ itâat eder.
3-Hamiyetkârdır : sahibini dâimâ korur.
4-Sebâtkârdır : bağlılığına güvenilir.
5-Kanâatkârdır : sahibi ne verirse kanâat eder.
6-Vefâkârdır : asla nankörlük etmez,başkasının peşine düşmez.
7-Fedâkârdır : sahibi için canını bile fedâ eder.
8-Tevâzu'kârdır : sahibine dâima başın eğer, yaltaklanır.
9-Muhabbetkârdır : sahibini çok sever, ayrılırsa o özler ve yolunu gözler.
10-Cefâkârdır : sahibinin sıkıntılarına katlanır ve terkedip gitmez.
11-Hizmetkârdır : emeğini esirgemez, üşenip usanmaz.
12- Hürmetkârdır : sahibine ve ev halkına saygılıdır. Evden bir çocuk başına vursa çeniler de saldırmaz... diyorum...

Diyorum demesine de...
Bir de: "Ey sefil İhvânî; tevhid tasmalı ve tescilli "kûn!..." Kervanının kıtmiriyim" der durursun, sahibin (ALLAH celle celâluhu ve Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem) ile hâlin, durumun ve vaziyetin ne hâlde?" diyorum...
Cevâb, doyurucu değil... Estek kerestek!...
ZEVK 2082

"Belhum e dallun"u unutma, Köpek! deyip geçme sakın
Var mı sende hasletleri? İnsaf et , edebin takın
Âlemde noksan arama, mükemmeli seyret ÂŞIK
Müftî-müfettiş değilsin, rahat bırak "HAK"kın halkın...
Nerde kalmıştık Azîz kardeşim,
Ne şımartıp başımıza belâ edeceğiz, ne de nefret ettireceğiz...
Ne nefsimizi ne de başkasını...
İmâm-ı Alî (keremullahi veche): "Belimi kıran iki kişidir. Birisi nefret ettirici âlim, biri de ham sofu olan câhil!..." buyurmuştur.
Nefs-i Emmâre Kur'ân-ı Kerîm'de:
وَمَا أُبَرِّئُ نَفْسِي إِنَّ النَّفْسَ لأَمَّارَةٌ بِالسُّوءِ إِلاَّ مَا رَحِمَ رَبِّيَ إِنَّ رَبِّي غَفُورٌ رَّحِيمٌ

"(Yûsuf; bununla beraber nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefs aşırı şekilde kötülüğü emreder. RABB'im acıyıp korumuş başka. Şüphesiz ki RABB'im çok bağışlayan, pek esirgeyendir." (Yûsuf 12/53)
Tebrie etmek: ..... dan uzak olduğunu söylemek, beri olmak.
Tezkiye etmek: temize çıkarmak.
Elbette ki insan nefsi, imtihanın gereği olarak şehvete ve yasağa meyilli, arzulu, istekli, hırslı ve tamahkâr yaratılmıştır.
Buna rağmen canını dişine takıp, sabırla metanetle ve razı olarak, "kulluk" da yapacak kıvamdadır.
Sırf nefse dayanılırsa çökülür.
Seçilmiş Peygamber olmasına rağmen Yûsuf (aleyhi's-selâm) : "Ben sırf nefsimden yana değilim, zirâ nefs şiddetle kötülüğü emredici, velev ki RABB'im rahmetiyle koruya!... Şüphesiz RABB'im Gafar'ur Rahîmdir!..." buyurarak Nefs-i Emmâreliğinin azalsa da, kaybolmayacağını, bilmiştir...
وَلَقَدْ خَلَقْنَا فَوْقَكُمْ سَبْعَ طَرَائِقَ وَمَا كُنَّا عَنِ الْخَلْقِ غَافِلِينَ
"Andolsun Biz, sizin üstünüzde 7 yol yarattık. Biz yaratmaktan habersiz değiliz." (Mü'minun 23/17)

Âyeti celilede gecen 7 yol elbette insanoğlunun yürüyeceği 7 yoldur.
7 aşama, 7 kademe, 7 makam, 7 hâl olabilir.
Bunlar ise nefsin 7 değişim mertebelerini bağlayan tekemmül ve kemâlât yoludur diye gönlümüzden geçiyor...
7 tabaka gök diyen tefsircilerimizde vardır ama 7 tabaka başka, 7 teraik (yollar) başka...
Aslında ruh; Emrullahı, kalb berzahı ile nefse ulaştırıp hakkı ve hayrı tavsiye eder, kendisine doğru, takvâya çağırır durur...
Şeytân ise; nefsi sürekli kendisine doğru; bâtıla, şerre ve masivâ (ALLAH celle celâluhu'dan gayrisi) ya çağırır durur...
Nefs, takvâya da fücüra da meyyâldır. (Şems 91/8 bkz.) ...
Nefsi bir âlet gibi düşünürsek iş yapmasını akıl (elektrik) sağlar.
Akıl, nefsin gerçeği bilme aracıdır.
Akıl, derûnda aşka dönüşür.
Göz için güneş ışığı neyse ki göz ışıkla görür, nefs için akıl da öyledir ve nefs akılla bilebilir...
Ne var ki akıl da nefs gibi tekemmül eder.
Aslında birlikte ederler...
İlmî akıl-irâdî akıl-idrakî akıl-iştirâkî akıl...
Akıl, bir nûrdur.
Ancak yararlanma isti'dâd ve kabiliyetimiz tekemmül eder.
İmâm-ı Alî (keremullahi veche): "Akıl metbû' ve mesmû'dur." buyurmuştur.
Metbû': doğuştan sahib olunan vehbî akıl. (kabiliyet-isti'dâd)
Mesmû': sonradan elde edilen, duyulan, gelişen kesbî akıl (yaşama-tecrübe)
وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ أَن تُؤْمِنَ إِلاَّ بِإِذْنِ اللّهِ وَيَجْعَلُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذِينَ لاَ يَعْقِلُونَ
"Hiçbir nefs ALLAH'ın izni olmadan imân etmiş olamaz. Akıllarını güzelce kullanmayanları (akletmeyenleri) ALLAH pislik içinde bırakır!..." (Yûnus 10/100)
Rics: dinin yasak ettiği şey, günâh, pislik, murdarlık...
Kur'ânda sadece fiil olarak 49 yerde geçen aklı, akletmeyen ahmaklar, aklı ve nefsi düşman sayacağına; akıl ve nefsinin bizzâtîhi kendisi (kişiliği) olduğunu anlasın da derdinin çâresine baksın...
İkisini de adam gibi yetiştirip kendi de doğru düzgün bir adam olsun...
Söz nefsime...
Taş değil!...
İyi hoş da nefse bu yük fazla değil mi?
ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL kullarına hâşâ zulmetmez.
Hakkını ve hayrını ister.
Her nefsi, takatı kadar, kapasitesi kadar yükten sorumlu ve mükellef kılar.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e mi'râc gecesi vasıtasız olarak vahyolunan (Amene'r Resûlü) ilâhî armağanlarından birisi olup:
لاَ يُكَلِّفُ اللّهُ نَفْسًا إِلاَّ وُسْعَهَا لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْ رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا إِن نَّسِينَا أَوْ أَخْطَأْنَا رَبَّنَا وَلاَ تَحْمِلْ عَلَيْنَا إِصْرًا كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِنَا رَبَّنَا وَلاَ تُحَمِّلْنَا مَا لاَ طَاقَةَ لَنَا بِهِ وَاعْفُ عَنَّا وَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا أَنتَ مَوْلاَنَا فَانصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ
"ALLAH hiçbir nefse (kimseye) gücünün ötesinde bir teklifte bulunmaz. Her nefsin kazandığı (hayr) kendi lehine, yapacağı (şer) de aleyhinedir. RABB'imiz! Unutursak veya hataya düşersek bizi sorumlu tutma (yakalayıverme) . Ey RABB'imiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme. Ey RABB'imiz! Bize gücümüzün (takatimizin) yetmediği işler de yükleme! Bizi affet! Bizi bağışla! Bize acı! Sen bizim Mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et." (Bakara 2/286)
(Mi'râcda (sallallahu aleyhi ve sellem)'in bu duasına melekler "âmin!" demiştir)
Vus': gücün yettiği ve zorlanmadığı şey, ağır gelmeyen rahatlıkla yapılabilen .
Kisb': kişinin hem kendisi hem de başkaları için bir şey kazanması (ALLAH rızasi için hayr olduğundan)
İktisab: sadece kendisi için bir şey kazanması (sadece nefsi için olduğunda şer)
Kellefe: (zorluk ve külfeti) teklif etmek. Teklif vus' dahilindedir. Takat ve güç sarfı: Vüs': optimum, Cühd': maksimum.
وَلاَ تَقْرَبُوا مَالَ الْيَتِيمِ إِلاَّ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ حَتَّى يَبْلُغَ أَشُدَّهُ وَأَوْفُوا الْكَيْلَ وَالْمِيزَانَ بِالْقِسْطِ لاَ نُكَلِّفُ نَفْسًا إِلاَّ وُسْعَهَا وَإِذَا قُلْتُمْ فَاعْدِلُوا وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبَى وَبِعَهْدِ اللّهِ أَوْفُوا ذَلِكُمْ وَصَّاكُم بِهِ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
".....Biz hiçbir nefse gücünün yettiğinden başkasını teklif etmeyiz....." (En'âm 6/152)
وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لاَ نُكَلِّفُ نَفْسًا إِلاَّ وُسْعَهَا أُوْلَـئِكَ أَصْحَابُ الْجَنَّةِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
"Îmân edip sâlih amel yapan kimseler ise;-Biz hiçbir nefse (kişiye) gücünün üstünde bir şey yüklemeyiz-Cennetin sâkinleridirler ve orada ebedîyyen kalacaklardır." (A'râf 7/42)
وَجَاهِدُوا فِي اللَّهِ حَقَّ جِهَادِهِ هُوَ اجْتَبَاكُمْ وَمَا جَعَلَ عَلَيْكُمْ فِي الدِّينِ مِنْ حَرَجٍ مِّلَّةَ أَبِيكُمْ إِبْرَاهِيمَ هُوَ سَمَّاكُمُ الْمُسْلِمينَ مِن قَبْلُ وَفِي هَذَا لِيَكُونَ الرَّسُولُ شَهِيدًا عَلَيْكُمْ وَتَكُونُوا شُهَدَاء عَلَى النَّاسِ فَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَاعْتَصِمُوا بِاللَّهِ هُوَ مَوْلَاكُمْ فَنِعْمَ الْمَوْلَى وَنِعْمَ النَّصِيرُ
"ALLAH uğrunda hakkını vererek cihâd edin, O, sizi seçti; din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi...." (Hac 22/78)
Harec: zorluk, sıkışma, daralma...
يُرِيدُ اللّهُ أَن يُخَفِّفَ عَنكُمْ وَخُلِقَ الإِنسَانُ ضَعِيفًا
"ALLAH sizden (yükünüzü) hafifletmek ister; çünkü insan zayıf yaratılmıştır" (Nisâ 4/28)
Açıkça, herkesin anlayacağı bir dille dinî teklif ve vazifeler birer yük olmayıp tam tersine maddî, mânevî açmazlardan koruyan, can kurtaran simidi gibi kurtarıcılardır...
Ne çâre ki piyasada iş böyle değil...
Görüntüsü yerli-yerinde bir genç, tarikatını övmek için yaşlı kâmil bir âşık dervişe:
"Efendim ben 55.000 Lâfzullah çekiyorum, bir günde 120.000 çekenimiz de var!..." deyince kendisine:
"Kasnak mı çeviriyorsun be birader!... Biz doğru dürüst 10 kere "ALLAH" diyemiyoruz!..." dedi...
Yine Antalya'da olan emin insanlardan, ismini duyduğum ama görmediğim bir şahıs, iki elindeki iki tesbihle aynı anda ders çekip çift sayıyormuş...
Bize ne?
Evet öyle de; şu ümmet-i Muhammed'e akılsızca, şuûrsuzca ve mesnedsizce yüklenen yüke bak...
"İşi, eşi, aşı ve zavallı başı (nefsi) ne olacak?" diyen yok...
شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذِيَ أُنزِلَ فِيهِ الْقُرْآنُ هُدًى لِّلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِّنَ الْهُدَى وَالْفُرْقَانِ فَمَن شَهِدَ مِنكُمُ الشَّهْرَ فَلْيَصُمْهُ وَمَن كَانَ مَرِيضًا أَوْ عَلَى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِّنْ أَيَّامٍ أُخَرَ يُرِيدُ اللّهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلاَ يُرِيدُ بِكُمُ الْعُسْرَ وَلِتُكْمِلُوا الْعِدَّةَ وَلِتُكَبِّرُوا اللّهَ عَلَى مَا هَدَاكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
"....ALLAH sizin için kolaylık diler zorluk dilemez..." (Bakara 2/185)
Emr (ç: evâmir): iş buyurmak, buyruk, buyrultu, iş, şey, husus, vakı'a hadise... gibi anlamlara gelir.
Hadise olarak emr kullanırsa çoğulu umûr olur.
Emr-i bi'l ma'ruf ve nehy an'il münker: şerîatın ma'ruf (herkesçe bilinen, irfân edilen, tanınmış, belli, meşhur, ünlü) emirlerine uygun olanı emretme ve şerîatça münker (nekr'den: inkâr edilmiş, kabul ve tasdik edilmemiş, reddedilmiş) olân herşeyi nehyetme (yasak etme) dir.
Emr-i ilâhî: ALLAH'ın emri olan ölüm.
Emr-i müşkil: zor iş.
Emmâre: mübalagalı şekilde çok emredici, cebredici... (zorlayıcı)
Nefs-i Emmâre: insan nefsinin dostu olan Halik Tealâ'nın değil de düşmanı olan şeytânın hileli, desiseli ve kaydırıcı teşviki kışkırtması ve uyutması ile dünya zevk ve lezzetlerine dadanıp, tiryâkisi olup aşırı bir şehvetle (şehvet: her türlü aşırı maddî istekler) sarılıp ayrılmaması...
Kulu kölesi olması...
Burayı aslî vatanı zannedip postu sermesi...
İşi, bâtıl ve şer olan şeytânî bir âmir (emreden) hatta emmâr (çok,çok emredici) olması...
Aslında nefsin imtihan âletleri ve RABB'isinin ona lûtfü ikrâmı olan beden organlarını şeytânın keyfince emrederek kullanıp yaptırması...
Ayaklara: “Cehenneme gideceksin!..." dese, ayaklar çâresiz oraya gidiyor...
Ellere: "Şu yetime vuracaksın!..." dese, vuruyor...
Ağzı ise, artık sahibiymiş gibi olan şeytânın adına konuşuyor...
Allah bizleri korusun! Âmin...
Onun için dir ki ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL:
الْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلَى أَفْوَاهِهِمْ وَتُكَلِّمُنَا أَيْدِيهِمْ وَتَشْهَدُ أَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ

"O gün ağızlarını mühürleriz; yaptıklarını bize elleri anlatır, ayakları şâhidlik eder!..." (Yâsîn 36/65) buyuruyor ya...
Nefs-i Emmâre;
Nûr-u Muhammed (Nûrullah) den nâsibini kısmet hâline henüz getirmemiş nefs olup zifiri bir zulmet (karanlık) içinde yaşar.
Ne kendini görüp bilebilir ne kıbleyi ne de RABB'ını...
Ne mutfağı ne de tuvaleti...
Ne koca ne baba ne oğul ne kardeş ne damat ne de erkektir...
Ne eş (zevce) ne anne ne kız ne kız kardeş ne gelin ne de kadındır...
İşler öylesine terstir ki at (nefs), suvârisine (ruha) binmiştir.
At sarayda et yemeye uğraşmakta iken suvârisine ise ahırda ot (saman) yedireceğini sanmaktadır...
Bu hâllerin olması ise, aslında kötü ve abes (boş) birşey olmayıp İlâhî Kulluk İmtihanı’nın özellik, güzellik ve gereklerindendir.
Zâten böylesine Nefs-i Emmâreye kul olup benlik batağında boğulmak üzere olan kimselere;
Muhammedî şuûra ulaşan kâmil mü'minler, değil bu hâllerini çok görmek, derhâl muhabbet ve merhametle hasbi hizmetlerine koşarlar.
Biz şahsen çok defa gördük ki hak dostları,
Çokça içmiş, Nefs-i Emmârelerini zilzurna sarhoş etmiş , alttan pislik-üstten kusmuk içinde kalmış ve gelen geçen çoluk çocuğa eğlence ve maskara olmuş insanların imdadına yetişip:
"Kalk filân bey oğlum! Şöyle bir tenhaya gidelim, olabilir insanlık hâli v.s." dediklerini duyduk ve yaşadık...
Nefs-i Emmâre makamı, her türlü haşarat (kötü ahlâk ve alışkanlıklar) ın yerleşip , gelişip ve başa belâ olmalarına en uygun nefs makamı ve hâlidir.
Köleliği kabul eden nefs hergün yeni sahibler bulur.
Alışkanlık v.s. derken kesin ahlâkı ve huyu oluverir.
İçki, kumar, gece hayatı, hırs, haram, yalan-dolan v.s. vız gelir tırıs gider...
Peşpeşe sardıkça sararlar ve kolay kolay da bırakmazlar...
Eğer Nefs-i Emmâre, "BİZ"liğin ve "BİLE"liğin kudsî karargâhı olan kalbin dünyevî kapısını şeytânî şehvetle kırar, ele geçirir, işgal eder, saltanatını sağlar ve uhrevî (âhiret) kapısını kapatıp ruhu etkisiz hâle getirip sesini keserse Firavun gibi kendi RABB'liğini ilân eder...
Şeytânın her istediğini ve işini işler.
Me'mur iken âmir durumuna geçer ve köle iken sultân tahtına oturduğunu zanneder.
İşin acı tarafı ise, bu saltanatının ebedî olduğunu sanmasıdır...
Elbette kendisine verilen imkanlarla imtihan olan insanı, hakkın ve hayrın mutlak imâmı Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile bâtılın ve şerrin lideri İblis durmadan kendi saflarına çağırmaktadırlar.
Her zamanda her "ÂN" okunmakta olan Muhammedî ezânı özünde duyuveren Nefs-i Emmare bir anda uyanır ve elektriği gelmiş âlet gibi çalışmaya başlar...
Can dirilir ve nefs aklını başına alır...
Nefs-i Emmâre, nefsin özündeki ilâhî emânete bilerek - bilmeyerek ihâneti hâlindeki nefsin bedenî makamı olup Muhammedî öğretim ve eğitimi çok çok önemlidir:

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Recâ'nâ mine'l-cihâdi'l-asgari ilâ'l-cihâdi'l-ekber: Küçük cihâddan büyük cihâda döndük!..." buyurmuştur. (Aclûnî, Keşfü'l-Hâfâ I-511 (1362) ; Bagdadî Tarihi XIII-493)
Dünya sevgisi ve yaşamını neticede kıble edinen Nefs-i Emmâre bedensel, hayvanî belki de daha sapık ve alçak bir makama yerleşirse, bedenin kan rengi olan kıpkırmızı bir gözlük takmış demektir.
Siz ona hangi rengi gösterirseniz gösterin o, hâliyle kendi gözlüğünün rengi olan kırmızı "BENLİK"rengi ile görecektir...
Sanki Nefs-i emâreyi, 6 yüzü de dıştan sırlı ayna olan bir odaya hapsetmişsiniz...
Her yüzde kendisini görür...
Ayna duvarlara bakarak küfretse aynadaki sûreti de ona küfreder...
Rastgeleye namaza dursa, görüntüsü de kendisine karşı namaza durur...
Altı yönde gördüğü "Ben, Ben, Ben, Ben, Ben, Ben!..." dir.
Zirâ yedinci yön olan özüne "Ben"lik hâkim olmuştur...
Bu hâliyle tüm organları Benliktedir...
Kulağı, benliğinden başka sesi duyamaz....
Gözü benlikten başkasını göremez...
Özü ve kalbi çalışamaz, ölüdür...
Onun için ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL;
Nefs-i Emmâreliği (Benlik'i) tercih eden kulları için:
أَفَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَتَكُونَ لَهُمْ قُلُوبٌ يَعْقِلُونَ بِهَا أَوْ آذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَا فَإِنَّهَا لَا تَعْمَى الْأَبْصَارُ وَلَكِن تَعْمَى الْقُلُوبُ الَّتِي فِي الصُّدُورِ

"(Ey Resûlüm Muhammedîm! Sana karşı çıkanlar) Hiç yer yüzünde dolaşmadılar mı? Zirâ dolaşsalardı elbette düşünecek kalbleri ve işitecek kulakları olurdu. Ama gerçek şu ki gözler kör olmaz; lâkin göğüsler içindeki kalbler kör olur!." (Hacc 22/46)
Âyet-i celilede:
Aklını başına alacak kalb (de Nefs-i Mülhime) için, duyacak kulak ve görecek göz için ibret sahnesi olan kâinât ve hayatta lâzımı, lâyıkı ve yeteri kadar hikmetler olduğunu ne güzel beyân ediyor... Basar (kafa gözü) ların körlüğü ne ki…
Asıl körlük basîretin (sadr gözünün, özün) körlüğüdür ve beteridir...
Sadr ise nefsin doğal sarayıdır.
Nefsin gözü kör oldu mu, beden gözü, sanki, bir körün gözlüğü gibi oluyor...
"Fe inneha: hakikat olan şu ki!" ifâdesi ile pekiştirilen, nefsin Hakka ve hayra olan körlüğü kendi kendisine ihâneti ve zulmüdür.
Nefs-i Emmârenin kendisi olan bu tevhidsizlik tuzağından kendi başına kurtulması mümküm değildir.
Aklını şeytâna teslim edip, nakli yok sayarsa kafasını vura vura Benlik Aynalarını kırabilir...
Zararı şu olur ki daha önce bir yönde "Ben!" varken; şimdi, her parçada, ayrı ayrı (binlerce) Ben!... ler çıkar...
Zorlanma...
Zevk et!...
İyi de ihânet ve zulüm hapishânesinden (benlikten) çıkış imkânı hiç mi yok?
Elbette var!
ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL tüm yüce sıfatların sahibidir.
ERHAMÜ'R-RAHÎMİN'dir (celle celâluhu), Adildir, Vedüddur...
Oturup adam gibi sükût ve sükûn içinde düşünür ve dinlerse...
Özünün özünden Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) sözünden, Hakkın, hayrın ve sistemin sahibi olan RABBÛ'L- ÂLEMİN 'in emrini duyar, muradını anlarsa, kaya gibi katı kalbinden 4 ırmak fışkırır...
İçini yıkar da; içinin ekşisi, tuzlusu, acısı ve tatlısı gözlerinden damla damla dökülmeye başlar...
Ayaklarının dibine düşen ilk damla, asit gibi deler geçer Can Camı’nı ve Aynanın Arkası’nı (sırrını) azıcık da olsa siler...
İşte o kadarcık kısımdan kâinâtı seyreder de kendini göremez.
Ayna cam oldu, Hakk ve Hayr ilhâm oldu,
Muhammedî uyanış tam oldu koca âşık!...
Mübârek olsun...
Mes'ud ve mutlu ol, şuûra ermiş bir Muhammedî olarak...
Sen, ben, o, biz: Biz Muhammedîyiz...
Hepimiz birimiz...
Birimiz hepimiz...
Biz gerçekten ve hamdolsun Muhammedîyiz!...
Bu ayna odasında olanları, masal sanma sakın!...
RABB'imizin ihsânı Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in şifâsı ve erenlerin himmeti ile bu zavallı âşık kardeşiniz, bu hâli birebir yaşamıştım...
Anlatmasam sana yazıktı...
Anlatsam bana yazıktı...
Ama "ben, sen yok, biz varız, biz ise Muhammedîyiz!..." deyip duruyorduk ya...
O zaman anladım ki bu işin benimle ne alâkası var...
İş, ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimizin işi...
Ben ise hâin ve zâlim bir mücrim idim!...
Neyi ile övünüp neyi ile sevinecekmişim!...
Kaldı ki biz yaşadık, seninle beraber!...
Farkında değilim deme, işte farkına vardın ya...
Azîz kardeşim,
Bu sistemin (imtihan) tümü maddî-mânevî "Benlik" üzerine kurulmuştur.
Varlık; canlı, cansız buna mecbur ve mahkûmdur.
İmtihan ise, benliğin hududundadır...
İfrat edip (maksimum) ilâhlık ilân etmek...
Tefrit edip (minimum) "kulluktan istifâ ettim!..." demek...
Anormal olandır.
Muradullah ve Emrullah bu değildir.
İnsan ve kâinâtın yaratılışının hikmeti asla bu değildir...
Normal, doğru, hak ve hayr olup, emredilen ve murad edilen (dilenen) ise;
Adam gibi "Abd" (kul) olmaktır.
İtidal (optimum) budur.
Aklı olan ve insan kılığına giren her nefs için kulluğun kuralları, ellerinin içinde, gözlerinin önündedir...
Bütün bunlara rağmen Nefs-i Emmârenin rengi son nefese kadar yok olmaz.
Eser hâlde bile olsa kalır...
Hiç değilse anısı...
Sakın! Sakın ha!...
Nefs-i Emmâreyi çirkin, kötü, düşman v.s. sanma!...
Nefs-i Emmârenin kötülüğü; bâtıla inanıp şerri emretmesinden ve kararından dönmeyip inad edip direnmesindendir...
Yoksa hakka inanıp hayra yönelse ne gelişmeler geçireceğini göreceğiz İnşâallah!...
Ne var ki nefsin aslı nefsdir: Cennet de dese cemâl de dese kendisi için ister...
Bu da ilâhî ihsânın yerini bulması için Muradullah'ın muhteşemliğini yaşamda göstermesi için tek tecellî tezgâhı oluşundandır...
Mesele nefsin, haddini bilip bilmemesi meselesidir...
Azîz kardeşim, bu fakîr neler gördü, neler!...
70 yaşında ak saçlı, ak sakallı sözüm ona meşayih olmuş ve binlerce insanı peşine takmış ve her birisine:
"Rüyânızda nefsinizi görün... Kuş, kedi, köpek, hatta hınzır (domuz) sûretinde görürseniz vurun öldürün onu!" diyenleri bizzât duydum.
Cehâletin çıkışı cehennemedir...
"Nûh" diyor da, "Peygamber" demiyor...
"İllâ da illâ odunumun parası!..." diyor..
Meseldir:
Bir genç öğretmeni vermişler Bey Dağı’nın tepesinde bir köye...
Zaman eski zamanda, şehre inecek yol - yolak yok...
Kar kış basmış ve kalkmıyor....
Vasıta hak getire...
Çâre ne?
Çâre, katırcı Osman Emmi!.
Odun taşıyor kasabaya 20 liraya satıp geliyor ...
Karda kışta, ama iyi para...
Öğretmen koşmuş varmış ki yola hazır hâlde katır yüklü...
"Osman Emmi bu odunu kasabada kaça satarsın sen?.." demiş
"20 paraya!"
"İyi o zaman al sana 20 para kasabaya beni götür!..." demiş...
Osman Emmi odunu yıkmış yıkmasına, parayı da almış almasına ama aklı basmamış işe...
Soruyormuş : "Peki öğretmen bey, benim odunun parası nerde?"
Arabın dediği: "lâ fâide!..:faydasız!"
Bilinçli bir itiraz oldu mu, cedelleşmek bize haramdır!... Adamcağızın fecri doğmamışsa, sen ona istersen elli kere oku ki:
يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ
ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
فَادْخُلِي فِي عِبَادِي
وَادْخُلِي جَنَّتِي

"Ey mutmaînne nefs, razı olmuş ve razı olunmuş olarak, RABB'ine dön!...Kullarımın (abd sırrına eren, Muhammedî "Biz" olan) arasına katıl!... Ve cennetime gir!..." (Fecr 89/27-30)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in nefsle cihâdı;
Nefsin, bâtılı ve şerri tercih ederek, şeytânî ahlâkı ve hayatı yaşamasına mâni olup,
Hakkı ve hayrı tercih ve Muhammedî sırât-ı müstakîm yolunda, Hizbullah olan, Fırka-i Nâciye grubunda Muhammedî söz, fiil, ahlâk ve hâl ile yaşayıp, sonunda şehâdet ehli olmasını temin için öğretim ve eğitimle tekemmülüdür.
Burada önemli olan:
7 yaşında bir çocuk gibi olan Nefs-i Emâreyi;
Şerîat-ı Muhammedîyye okulunda kavlî (Kur'ân-sahih hadis) olarak (ilkokulda okurcasına) ilim okutup hakkı-bâtılı öğretip hakla eğitip Terbiye edip mezûn etmek.
Tarikat-ı Muhammedîyye okulunda ameli (sünneti seniyye) tatbiki olarak (ortaokulu okuturcasına) hayrı-şerri irade ettirip hayrı işleterek, Tezkiye edip (noksan, yanlış, yasak işlerden temizleyip) mezûn etmek.
Mârifet-i Muhammedîyye okulunda ahlâkı (Hulku'l-azim) huy edinmiş olarak (lisede okuturcasına) hakkı ve hayrı kesin tercih ve idrakle Tasfiye ederek (ahlâk gibi gözüken şüpheli gizli ahlâksızlıklardan) arındırıp mezûn etmek...
Hakikat-i Muhammedîyye okulunda ahvalî (maddî-mânevî her şeyi Muhammedî şuûrda, üniversite okuturcasına) Tecliye (cilâlayıp, tecellîye hazır hâlde) ederek, mezûn edip elde ettiği 4 okulun mahsülü:
İlmullah Tevhidi
Haşyetullah Tevhidi
Muhabbetullah Tevhidi
Rızaullah Tevhidiyle imtihan sahnesine çıkarmaktır...
Bu yolun dışındakiler, kuru gürültü, boş lâf, saçma sapan hayaller ve sonucu hüsrandır...
ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in Sünnetullahı ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in sünneti budur...
Muhammedî; Mâhiyet, Mezheb, Meşreb ve Mâliyet de budur...
ALLAH (celle celâluhu)'ya ve Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem)'e inanan ve tâbi' olanlara emredilen ve sonuçta murad edilen yol bu yoldur...
Muhammedî oluş şuûruna eriş,
Muhammedî yaşayış,
Muhammedî diriliş ve
Muhammedî cennet ve cemâl de budur...
Ve her nefse açık bir kapıdır.
Hâşâ! Firavun gibi: "ne olur, ne olmaz!..." diye her çocuğu öldürmek ne demek...

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Her çocuk (nefs) islâm fıtratı üzere doğar, onu ebeveyni (ana-baba, olmadığı hâlde mürşidim diyenler) nasranî veya yahudî yapar!..."buyuruyor.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Her çocuk ancak fıtrat-ı islâm üzere dünyaya getirilir. Bundan sonra anası, babası onu yahudî-nasranî-mecusî (kendi ne ise) yaparlar. Nitekim; kusursuz doğan bir hayvan yavrusu içinde; siz kulağı, dudağı, burnu, ayağı kesik olanını (enenmiş, belirtilenmiş) hiç görüyor musunuz?" buyurup sonra Rum 30/30 âyeti celilesini okudu.
(Ebu hüreyre' den Buhârî,Cenâiz 80; Müslim ker 22-24; İ.Ahmed II/315,346)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Fitratallahi'lleti fatara'nnâse aleyha dinullahî Tealâ: ALLAH'ın insanları üzerinde yarattığı fıtratı ALLAH Tealâ'nın dinidir." (Enes (ra) dan Buhârî tefsirü'l-sûreti 30/30; İ. Ahmed II/275)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Ennâsü maadinü kemaadini'z-zehebi ve'l-fiddeti: İnsanlar altın ve gümüş madenleri gibi maden maden çeşitli yaratılış ve karakterdedirler" (İ. Ahmed II/539)
فَأَقِمْ وَجْهَكَ لِلدِّينِ حَنِيفًا فِطْرَةَ اللَّهِ الَّتِي فَطَرَ النَّاسَ عَلَيْهَا لَا تَبْدِيلَ لِخَلْقِ اللَّهِ ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
"(Resûlüm!) Sen yüzünü hanîf olarak dine, ALLAH insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. ALLAH'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dostoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler." (Rum 30/30)
Fıtratullah: İnsanın tevhid inancı üzere (ALLAH'ı bir tanıma) yaratılışı, dizaynı ...
Fıtrî imân ...
Bezm-i elestteki "Kâlu Belâ" üzere imân.
Âyet-i celiledeki Vech: yüz, kişinin kendisi tümüyle zâtı.
Aslında tüm insanlar ezelinde islâmî (selim) fıtrat üzere hakktır.
Ancak, akıl, beden (âlem) ve şeytânla olan imtihan sebebi ile beşeri âfetler ve taklîdçilik, aslî fıtratını İblise saptırabilir veya beşeri fazîletler ve tahkikî takib, fıtratını Muhammedî kılabilir.
Özündeki fıtrî tevhid tümlüğünü (Nûr-u Muhammed) canlandıran âşık, dıştaki 6 yönü kulluk için ihlâsla kullanır:
Tüm bunları da sadece ALLAH (celle celâluhu) için yapar, ortaksız...
Abdullah ibn Ömer (radiyallahu anhu)'i; köleleri, âzâd olmak için namaz kılarak aldatıyorlardı.
Kendisine bu hususu haber verene :
"Kim bizi ALLAH adına aldatırsa, biz de ALLAH adına aldatılmış oluruz, (ne iyi) !" derdi...
Hatta İblis'in; Âdem (aleyhi's-selâm)'i ALLAH (celle celâluhu) adına yalan yere yemin ederek yanılttığı âyetle sabittir.
Gözü ebedîyyen körler,
Kulağı ebedîyyen sağırlar,
Kalbi ebedîyyen mühürlüler var Kur'ân-ı Kerîm'de...
Doğru... Doğru da, bizim işimiz değil!...
Sistemini kuran Subhân ALLAH (celle celâluhu);
Kimini İbret Sahnesi’nde taşlatmış,
Kimini Hikmet Sahnesi’nde alkışlatmış!...
Ben ise; ne müfettiş, ne de müftiyim...
"Kendi derdim!." derken, derken Muhammedî oluş şuûruna erince:
"Derdimiz, derdimiz!." diyen âciz, fakîr, zelil ve âlîl bir âşıkcığım!...
Biz Muhammedîyiz, kulluk yapmaya azmetmekle emrolunduk. Gerisini sistemin sahibi AHADU's-SAMED' (celle celâluhu)'ya ısmarlayıp, tevekkülle emrolunduk...
فَبِمَا رَحْمَةٍ مِّنَ اللّهِ لِنتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنتَ فَظًّا غَلِيظَ الْقَلْبِ لاَنفَضُّوا مِنْ حَوْلِكَ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الأَمْرِ فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ

"... (Yapmaya) azmettiğin (iştirake geçince) zaman da artık ALLAH'a dayanıp güven (vekil seç) . Çünkü ALLAH, kendisine dayanıp güvenenleri sever..." (Âl-i İmrân 3/159...)
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e verilen Resûlî (Peygamberlikle ilgili) emirler zâtı şerîfine aittir. "Sen Peygambersin!.." gibi... Abdî (kulluk görevi ile ilgili) emirler ise bilhassa ve bizzâtîhi bizedir.
İslâm dini muhabbet ve merhamet üzere kaim ve dâimdir. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) ise muhabbet ve merhametin mücessem (zâhirileşmiş) hâlidir.
Sıdk-ü-adl esastır...Bendeniz âşık kardeşiniz, oğullarıma ve kızıma vasiyet etmiştim:

"ÜZME! – ÜZÜLME! – SEV! - SEVİL!.." diye...


Her zaman her yerde, her hâlde, her şeyi ve herkesi asla ÜZME! (ALLAH için)
Her zaman her yerde, her hâlde, her şeyden ve herkesden asla ÜZÜLME! (ALLAH için)
Her zaman her yerde, her hâlde, her şeyi ve herkesi mutlaka SEV! (ALLAH için)
Her zaman her yerde, her hâlde, her şeye ve herkese mutlaka SEVİL!.. (ALLAH için)

Hemence üzülmeye hazır bekleme:


Hemence üzülmeye hazır bekleme:
"Olabilir, insan hâli, uyuklamış, canı sıkılmış, dara düşmüş, gaflet basmış..." de...
Üzülmeye bahâne arama...
"Hazır-Nazır, herşeyin ve herkesin RABB'ısı görüp duruyor ve bir ferec (çıkış) yolu açar İnşâallah!" de... ve üzülme...
Halkını HAKK'ın hatırına sev.
Sevilmek için de yollar vesileler ve bahâneler ara bul...
"Buz gibi görünüşünde meymenet yok!..." deyip selâmsız sabahsız gitme...
Bugün değilse yarın: "Merhaba!..." diyecektir...
Sevil ki Sevsinler...
aSLı isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Etiketler
emmâre, nefs-i


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


gizli ilimler gizli ilim
Tüm Zamanlar GMT +4.5 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 21:04.


Powered by vBulletin® Version kapalı
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.6.0
YASAL UYARI : İçerik sağlayacı paylaşım sitelerinden biri olan Ruhani.Net Adresimizde 5651 Sayılı Kanun'un 8. Maddesine ve T.C.K'nın 125. Maddesine göre TÜM ÜYELERİMİZ yaptıkları paylaşımlardan sorumludur. Ruhani.Net hakkında yapılacak tüm Hukuksal Şikayetler, Yöneticilerimiz ile iletişime geçilmesi yada iletişim formunu doldurulması halinde ilgili kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde Ruhani.Net yönetimi olarak tarafımızdan gereken işlemler yapılacak ve size dönüş sağlanacaktır. her yürlü sorunlar için email ; ruhaninet@gmail.com
sakarya escort sakarya escort sakarya escort sakarya escort serdivan escort izmir escort eporner