Ruhani  

Go Back   Ruhani > Evrensel Enerjiler > Astral Seyahat > Teknikler
Kayıt ol Yardım Topluluk Ajanda Bugünki Mesajlar Arama

Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Arama Stil
Alt 03-05-2012, 00:09   #1 (permalink)

 
musemma - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Üyelik tarihi: Jan 2012


Mesajlar: 486
Konular: 443

Karma Puanı: 7

Standart Astral Seyahat ve Ölmeden Evvel Ölmek Ahmed Hulusi

ÖLMEDEN EVVEL ÖLMEK



“MÛTU KABLE EN TEMÛTU”



“MÂNEVİ ÖLÜM”



“ŞUURSAL ŞEHİDLİK”



“KİŞİNİN ŞUUR BOYUTUNDA KIYAMETİNİN KOPMASI”



“KİŞİNİN ALLAH’A RÜCÛ ETMESİ”



Kendini şuur boyutunda tanımak ve yaşamak!




ÖLMEDEN EVVEL ÖLME,



VAR SANDIĞIN VEHMİ BENLİĞİN ORTADAN KALKMASI SURETİYLE



“UYANIKLIĞI” TEMİN EDECEK OLAN “MÂNEVİ ÖLÜMÜ TADIŞ”TIR!






"- Yâ Gavs-ı Â'zâm. İnsan, ölümden sonra ne olacağını bilseydi, dünya hayatını sürdürmeyi temennî etmez; her an, beni öldür, diye yalvarırdı!"
Yukarıdaki beyânda geçen, "ölümden sonra" ifadesindeki "ölüm" kelimesiyle, bildiğimiz fizik ölüme işaret edilmiyor.
Burada bahsedilen "ölüm", bir hadîs-i şerîfte anlatılan ve "ölmeden önce ölün" şeklinde günümüze kadar gelmiş olan ölüm şeklidir.
Bir fizik ölüm vardır, maddî mânâda. Maddî bedenin kullanım dışı kalmasıyla birlikte, bilincin (şuur)un ruh bedenle yaşamına devam etmesi hâlidir.
Bir de mânevî ölüm vardır.
"Ölmeden önce öl!" hadîs-i şerîfi bu ölüm türünden bahsettiği gibi, şu hadîs-i şerîf dahi gene bu ölümden bahseder:
"İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar!"
Eğer insan, "ölmeden" yani fizik bedenini yitirmeden evvel, benliğinin gerçekte yok oluşunu idrâk sûretiyle "ölür" ise, bundan sonraki yaşamı izah etmek mümkün değildir!
Bu sebepledir ki, insan, mânevî anlamda yani şuur boyutunda ölmek, daha doğrusu ölümü tadmak sûretiyle, uykudan uyanırsa, yakîne erer! Çokluk kabulünün getirdiği türlü sıkıntı ve azâblar onun için son bulur. Beşeriyet isminin ardındaki hakiki "VECH"i seyre başlar.
"NE YANA DÖNERSEN ALLAH'IN VECHİNİ GÖRÜRSÜN"
âyeti onun için açıklığa kavuşmuş olur!
İşte bu şekilde olacakları bilse insan, elbette her an "beni öldür" diye yalvarır durur.
Demek oluyor ki, burada bahsedilen "ölüm" fizik mânâda, intihar anlamında bir ölüm değil; şuur, bilinç boyutunda, var sanılan vehmî benliğin ortadan kalkması sûretiyle "uyanıklığı" temin edecek olan mânevî "ölümü tadış"tır!




ÖLMEDEN EVVEL ÖLENİN



ŞUUR BOYUTUNDA KIYAMETİ KOPAR!






“Urûc”un neticesinde hâsıl olan “mi`râc” ile o kişi, İlâhi bakâ ile “BÂKİ” olur
Dışarıdan bakanlar, o “daimi namaz” ehlini kendileri gibi görürler; ama bilmezler ki O, varlıkta “Bâki olan Allah”ın yalnızca bir esmâ zuhurudur!.
İşte bu hâl, “ölmeden evvel ölerek”, şuur boyutunda kişisel kıyâmetin kopup;
“Sümme ileyna turceûn”,
“ve dahi bize döneceksiniz”
âyetinin mânâsı ortaya çıkıp; basit tâbiriyle “kişinin Allah’a rücû etmesi”dir.




ÖLMEDEN EVVEL ÖLMENİN GERÇEKLEŞMESİ,



MUTLAK MÂNÂDA ALLAH’A TESLİM OLMANA BAĞLIDIR!






Biyolojik bedenden ayrılmadan önce, algılama yetersizliğinden oluşan varsayım benliğin olmadığını idrak suretiyle boyut değiştirmektir.
"Ölmeden evvel ölmek" demek, senin şuurunda, terkibinin hükmünü ortadan kaldırarak, dilediğin isme dilediğin anda ve şanda bürünerek, o ismin mânâsı olan fiili ortaya koyman demektir.
Ölmeden evvel ölmek” olayının gerçekleşmesi, mutlak mânâda Allah`a teslim olmana bağlıdır!. Daha doğrusu, Allah`a teslim olduğunu fark etmene bağlıdır.
“Ölmeden evvel ölünüz!”
“Biyolojik bedenden ayrılmadan önce, algılama yetersizliğinden oluşan varsayım benliğinizin olmadığını idrak suretiyle boyut değiştiriniz”!.
Niye?...
Çünkü, “ölmeden önce ölmek” hâlini yaşayamadığın takdirde, biyolojik bedenden mikrodalga bedene geçişle problem çözülmez!. Bu geçiş senin “nefs”ini yani hakikatını tanımana yeterli olmaz!. Hattâ, bunun gerçekleşmesi olanaksız olarak, sâbitler yapını!.
Çünkü, mikrodalga beynin ancak dünyadaki çalışan beyninin kapasitesine sahiptir!
Eğer insan, "ölmeden" yani fizik bedenini yitirmeden evvel, benliğinin gerçekte yok oluşunu idrâk sûretiyle "ölür" ise, bundan sonraki yaşamı izah etmek mümkün değildir!.
Bu sebepledir ki, insan, mânevî anlamda yani şuur boyutunda ölmek, daha doğrusu ölümü tadmak sûretiyle, uykudan uyanırsa, yakîne erer!.. Çokluk kabulünün getirdiği türlü sıkıntı ve azaplar onun için son bulur. Beşeriyet isminin ardındaki hakiki "VECH"i seyre başlar.
“Ölmeden evvel ölmek” denen iş kolay değildir!.
Ancak, “Ölmeden önce öldükten” sonra, “nefs”ini tanıyabilirsin!.




ÖLMEDEN EVVEL ÖLMEK SURETİYLE BOYUT DEĞİŞTİREMEDİĞİN TAKDİRDE,



“UYKU” HÂLİN KIYAMETE KADAR DEVAM EDER!






Hz. Rasûlullah Aleyhisselâm onu da şöyle açıklıyor:
"İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar!"
Şimdi lütfen bu cümleye iyi dikkat edin...
Bu cümlede sınırlama, istisna yok!.
Bir cümleyi okuduğumuz, ya da duyduğumuz zaman, önce kafamızdan şunu geçireceği;:
Bu cümle bir sınırlama getirmiş mi, getirmemiş mi?.
"İnsanlar uykudadır." diyor!.
Beyazlar, zenciler, Araplar, Türkler gibi ırk ayırımı yapmıyor. Nerede, hangi ortamda, ne yaşamda, ne millette, ne kavimde olursa olsun, bütün insanlar uykudadır!. Ancak, uyanma hükmünü neye bağlıyor?.
Rasûlullah Aleyhisselâm’ın açıklamasının devamı da şöyle:
"...Ölünce uyanırlar"!.
Ayrıca bu konuyla ilgili şu açıklaması da var:
"Ölmeden evvel ölünüz", ki uykudan uyanmış olasınız.
İki türlü ölüm var:
Birincisi, fiziki ölüm!. Yani, senin iraden dışı olarak, beyin faaliyetinin durması sonucu beden, bu bedene bağlı olan her şeyin üzerinde ki tasarrufunun kesilmesi.
Ölüm nedir?
Ölüm, tadılacak bir olaydır!.
"Küllü nefsin zâlikatül mevt".
"Her nefis ölümü tadacaktır" diyor Kur`ân.
Yani, "nefs"`in "ölmesi" diye bir şey yoktur! "nefs"in "ölümü tadması" olayı var!
Senin o "nefs"im dediğin yapının "ölüp yokolması" diye bir şey kesinlikle sözkonusu değil!
Dolayısıyla, bu "nefs" ölmüyor; ölüm denen olayı yaşayarak, tadarak yeni bir boyuta geçiyor!.
Beden ise kullanılmaz hale gelerek çözülüyor!.
Beden kullanım dışı kaldığı zaman bedendeyken sahip olduğun huylar da ortadan kalkıyor mu?
Hayır!.
Bilinç yani şuur, biyolojik bedendeyken hangi huyları ve değer yargılarını benimsedi ise onlarla yaşamına devam ediyor... Biyolojik bedeni olmasa da! Mkrodalga bedeni ve beyniyle!
İşte, "nefs" yani bilinç, biyolojik bedenli yaşamında bunları benimsediği; ve ölümle boyut değiştirerek bunlardan kurtulamayacağı için; "ölmeden evvel ölmek" çaresini getiriyor Hazreti Muhammed aleyhisselâm!..
Zira, normal ölümle ölürse kişi; o halinin sonuçlarını yaşamaktan başka yapabileceği bir şey yok ölüm sonrasında!.
"Uyku" nedir?.
"Uyku", kişinin bilinçli olarak yaşamını yönlendirememesi halidir!.
Bilinçli davranışlar ortaya koyamaması hâlidir. Çevresini, bilincini ve ilmini dilediği gibi değerlendirememe hâlidir uyku!.
Eğer dünyada yaşarken "NEFS"ini tanıyamamışsan; bilincinin gerçek boyutunun değerlerini elde edememişsen; uyku hâli, kıyâmete kadar sürer...
Kıyâmetten sonra da ebede kadar, sonsuza kadar uyku hâli, gaflet hâli, yani hakikati kavrayamama hâli devam eder!
Sonuç, kişideki kendini şu birim olarak görme, hissetme hâli, onun uykuda oluşunun açık ispatıdır!.
Bu hâldeyken boyut değiştirirse kişi, ölümden sonra kıyâmete kadar; ve daha sonraki sonsuz yaşamda dahi kişi, kendini bir birim olarak hissetme hali olan uykulu yaşamına devam edecektir. Yani, "Hakikat"i bilemeden, hissedemeden, yaşayamadan, yaşamını sürdürecek.
"Ölmeden evvel ölünüz!."
"Biyolojik bedenden ayrılmadan önce, algılama yetersizliğinden oluşan varsayım benliğinizin olmadığını idrâk sûretiyle boyut değiştiriniz"!.
Niye?...
Çünkü, "ölmeden önce ölmek" halini yaşayamadığın takdirde, biyolojik bedenden mikrodalga bedene geçişle problem çözülmez!.. Bu geçiş senin "nefs"ini yani hakikatını tanımana yeterli olmaz!... Hattâ, bunun gerçekleşmesi olanaksız olarak, sâbitler yapını!.
Çünkü, mikrodalga beynin ancak dünyadaki çalışan beyninin kapasitesine sahiptir!..



ÖLMEDEN EVVEL ÖLMEDİĞİN TAKDİRDE



TÜM ALGILADIKLARIN “RÜYA” HÜKMÜNDEDİR!






“Uyku" hâliyle bahsedilen husus;
"İnsanlar uykudadır"
hadîs-i şerîfinde bahsedilen mânâdaki bir uykudur!. Yani, bedenî mânâda "uyku" değil; "şuurî" mânâda "uyku"dan sözedilmektedir bu beyanda!.
Neydi bu "uyku" hâli?..
Eğer bir kişi kendini sadece bu et - kemik beden olarak var sanıyor, âlemi de beş duyuyla algıladıklarından ibaret olarak kabulleniyor ise; kendisinin, beden ve ruhun ötesinde "şuur"dan ibaret bir bilinç varlık olduğundan haberdar bile değilse, o kişi hiç uyumadan daima ayakta dolaşsa dahi "uyku" hâlindedir. Ve tüm algıladıkları da "rüya" hükmündedir. "Ölmedikçe" de uyanamaz!.
Uykuda olan, kendi hayalindeki dünyasının görüntüleriyle yani rüyalarla ömrünü tüketir gider.
Uykudan uyanmak için ilk yapılması gereken şey, düşünce dünyanı beş duyu kaydından kurtarmaktır.
Gördüğün kadar düşünmek yerine; düşünebildiğin kadarını görebilmektir amaç!.
Hayvanat gördükleri kadar yaşar, ötesini düşünemez. İnsan ise gözünün gördüklerinin ardına düşünerek erebilir.
Öyle ise, "ben neyim, nasıl varım; varolan her şeyin ardındaki güç nedir?" gibi sorularla düşünmeye başlamalı ve daha da derinliğine gidilerek, bütün ve varlığın aslı ve orijini tanınmaya başlamadır.




ANCAK “ÖLMEDEN EVVEL ÖLDÜKTEN” SONRA



NEFSİNİ TANIYABİLİRSİN!






"Ölmeden evvel ölmek" denen iş kolay değildir!.
Ancak, "Ölmeden önce öldükten" sonra, "nefs"ini tanıyabilirsin!.
"Ölmeden önce ölmek", denilen olayın ilmel yakini, daha önceki sohbetlerimizde geçtiği üzere, "Mülhime" denilen "nefs" mertebesinde; "nefs"in, ilham alır durumda kendini tanımaya başlamasının sonucunda oluşan teslimiyetin getirdiği hâldir.
Ve ondan sonra "ölmeden ölmek" denilen hâlin "ilmel yakîni" oluşur. Ondan sonra "Mutmainne" denilen, tatmine ulaşmış, yani, işin hakikatını yaşamakla tatmine ulaşmış "nefs" olur ki, onun adı "Veli"dir..




ÖNCE RABBINA VÂSIL OLACAKSIN Kİ,



SONRA ÖLMEDEN EVVEL ÖLME HÂLİ HÂSIL OLSUN!






Neticede iş idrâkla Allah’a teslim olmaktır! Hemen burada Rasùlullah (Salla’llahu Aleyhi ve sellem)in Allah’a şu şekildeki yönelişine kulak verelim:
-“Allahım...SEN’den SANA SIĞINIRIM...”
Ne demektir bu?..
Rabbının sendeki hükmünden, Allah’a kaçmaktır!..
“KUL EÛZÜ BİRABBİN NÂS, MELİKİN NÂS;İLAHİn NÂS.”
Burada üç mertebeye işaret olunmaktadır;
“Bi rabbin nâs”;”insanların rabbine” âyetinde,
ef’âl mertebesine ve bu ef’âl mertebesinde rubùbiyet hükümlerinin yürümesine, dolayısıyla rubùbiyet hükümlerinin yürüdüğü mertebede, “rabba sığınma” hâlinden söz edilmektedir...
“Melikin nâs”...burada isimler mertebesine, isimlerin mânâları mertebesine işaret edilmektedir.
“İlâhin nâs” ise,”Ulùhiyet” mertebesine işaret edilmektedir.
Neticede en son aşama, Ulùhiyet mertebesinin idrâk ve seyridir!.. Ancak bu, daha evvel bahsedilen mertebelerin seyrinden sonra oluşur!..
İkincisi esmâ mertebesinin bilinmesi “mubdî mârifet” olarak anlatılmıştır.Yani isimlerin oluşturmasıyla var olan terkipsel mânâlar ve bu mânâların oluşumu; bunu bilmek ibdâ yoluyla, mânâsıyla anlatılır...
Nihayet üçüncü olarak bunların neticesinde “Mûtu kable en temûtu” ile Allah’a vâsıl olma durumu hâsıl olur!
Evvelâ “Mûtu Kable en temûtu” olup da ondan sonra “men arefe” olmaz!..Hiçbir zaman bu mümkün değildir.Muhaldir!..
Evvelâ rabbına vâsıl olacaksın; ondan sonra ilâhi emirlerin mânâlarının müşâhedesi oluşacak, esmâ mertebesine ulaşacaksın, bunun neticesinde “Melikiyyetin” ne olduğunu müşâhede edeceksin..
Bundan sonra,”Melikiyyet” müşâhedesinin neticesinde, isimlerin kaydından beri olup; isimlere bürünme hâlinin gerçekleşmesi için “mùtu kable en temûtu” hâli hâsıl olacak.




ÖLMEDEN EVVEL ÖLMEK,



KENDİNİ ŞUUR BOYUTUNDA TANIMAK VE GEREĞİNİ YAŞAMAKTIR!






“Şehid”lik iki anlamdadır İslâm’da…
Bedensel şehidlik.
Şuursal şehidlik.
“Bedensel şehitlik”, kişinin, “Allah” için bedeninden vazgeçerek, bir şekilde öldürülmek suretiyle, bedensiz kalarak ruh boyutunda yaşamaya başlamasıdır.
Bunlar, aramızdan kaybolmaları ve bedenlerinin kullanılmaz hâle gelmesi itibariyle “ölü” hükmünü alırsa da bizler tarafından; gerçekte onlar “ölü” değil, ruh bedenle serbest bir şekilde o boyutta yaşamaktadırlar. Kabir âleminde değil, “berzah” yâni geçiş boyutundadırlar.
Dünyada olup bitenlere de vâkıf oldukları söylenmektedir. Bunların öldüklerini bile başlangıçta fark etmedikleri anlatılmaktadır. Bu yüksek bir mertebe olmasına rağmen “velâyet” mertebesinin altındadır; çünkü bu kişide “şuursal şehidlik” oluşmamıştır; yâni, “ene” ortadan kalkmamıştır!.
Oysa esas hedef hayatta, dünyada iken “ene”yi terktir! Ki, gerçek “BEN” diyen açığa çıksın… “OL” dediğinde “olsun”!.
“Şuursal şehitlik” ise, “Zen”de, “ölürsen ölmeden, ölünce ölmezsin” cümlesiyle ifade edilen; bizim kaynağımızda “ölmeden önce öl” şeklinde ifadesini bulan; “kendini şuur boyutunda tanımak ve gereğini yaşamak” diye açıklık getirebileceğimiz olaydır. Buna “velâyet” mertebesi; yani, “Veli”si “Allah” olan; yâni, hakikatinin gerektirdiği şekilde yaşayan da denir.




“VEHMİNDE VAR OLAN KİŞİLİĞİNİN“ ORTADAN KALKMASI,



ANCAK ÖLMEDEN EVVEL ÖLME İLE MÜMKÜN OLUR!






Senin varlığın, vasıfların ve özelliklerin değişik terkiplerle meydana gelen Hakk’ın isimlerinden ve mânâlarından başka bir şey değildi ya!..İşte bundan sonra... Bu terkiplerin aslı olan mânâları gerçek boyutlarıyla tanıyıp, Hakk isminin mânâsına yakışır bir biçimde âşikâre çıkmalarını temin yoluna gidersin.
Hz.Rasûlullah’ın 1400 sene evvelinden târif ettiği biçimdeki mânâyı, kendi özünde aynen bulup, Hakk’ın şehâdetiyle şehâdet edersin ki; Allah’tan gayrı âlemde mevcud değildir. Ama âlemle de kayıtlamaksızın!..
Bir Âyet-el Kürsî’yi okuduğun zaman, Allah’ı târif eden; “Allah “Hayy”dır, diridir, “Kayyum”dur, kendi zâtıyla kendi varlığını var etmesine, onun varlığını desteklemesine ihtiyacı yoktur“ gibi mânâları “özünde” bulur; fiil olarak ayakta durmakla oturmanın senin benliğini değiştirmeyeceği gibi yaşamakla ölmenin veya daha değişik fiilerin senin senliğinde hiçbir değişiklik meydana getirmeyeceğini; ancak bütün fiillerin, bilinçli olarak büründüğün mânâlar dolayısıyla ya da fıtrî-tabiî bir şekilde bilincin dışı meydana geldiğini farkedersin.
Bu müşahedeler sonra daha da ileriye gider ve “Allah dilediğine hidâyet eder dilediğini delâlette bırakır”, hükmüyle âşikâr olan mânâları müşahede etmeye başlarsın... ”Dilediğinin rızkını arttırır, dilediğinin rızkını kısar” hükmünün mânâsını yaşarsın.
Bütün bunlardan sonra esmâ perdesi kalkarsa “Vitriyet”ini, “Ferdiyet”ini, “Vâhidiyet”ini müşahede edersin...
Çeşitli isimlerin mânâlarını ortaya koyarken de, artık Hakikatından perdelenmen diye bir şeyin söz konusu olmadığı ortaya çıkar. Senin, senden perden, Atasay “ismi” ve bu ismin karşılığında var olan vehmi “benlik” idi... Oysa sendeki bu “vehmi benlik” ve onu besleyen şartlanmalar kalktığı anda, basiret gözünde Atasay “ismi” de düşer...
Bu müşahedenin sonunda da emanet sahibine iade olunur!..
O emanet, sendeki ilâhi mânâların, Atasay “ismine” ödünç verilmesiydi(!)... Atasay isminin müsemması kabul edilen, vehimden oluşmuş varlık ortadan kalktığı anda, emanet sahibine döner; ve bütün isimleriyle tecelli eden Hak, âlem adı altında, kendi isimlerinin mânâlarını seyre başlar!... Senden!...
Bu çeşitli fiiller, ilâhi isimlerin mânâlarının ortaya çıkışından başka bir şey değildir, dedik...
Esasen bütün fiiller. Hakk’ın isimlerine dayanmasına rağmen, senin, o isimlerin mânâlarını müşahede edememen ve bunlardan perdelenmen “gaflet” denilen hâli doğurmaktadır. Fiillerde ve âlemde perde diye bir şey sözkonusu değildir!..
Kendindeki, şartlanmadan doğan ismini ve vehminde varolan “izâfi varlığın”ı ortadan kaldırdığın zaman; Hakk’ın çeşitli isimlerinin mânâlarının, terkip hükmüyle zuhurundan başka bir şey kalmaz!..
Sen, mânen ölmüş olursun!..Zaten sonradan yaratılmıştın!..
“Her şey fenâya uğrar, Bâki Allah’tır!” hükmünce anlaşıldığı bir biçimde, senin varlığının ortadan kalkması ancak “Ölmeden önce ölümün”le mümkündür!.. Ölümün de, “vehminde varolan” izâfî kişiliğinin kalkarak, âlemde Hakk’ın isimlerinin mânâlarından başka bir şey olmadığını müşahede etmen ile olur!.. Kendini sadece fiil mertebesinde, var sandığın bir kişilikle bulan şirktedir. Kendini sadece isim mertebesinde bulan dahi şirktedir!.. Kendini sadece sıfat mertebesinde bulan dahi şirktedir, “şirki hafi” denilen cinsten.... Kendini sadece zât mertebesinde bulan dahi aynı hükümde kalır!..




ÖLMEDEN EVVEL ÖLMEN,



DİLEDİĞİN İSME DİLEDİĞİN ANDA VE ŞANDA BÜRÜNEREK



O İSMNİN MANASI OLAN FİİLİ ORTAYA KOYMANDIR!






Allah ehlinin Allah'ı bulması da, kendisinde kuvvede kalan isimlerin mânâlarını bilfiil tatbik edip ortaya koymak suretiyle bu isimleri tanıyıp bulmaya çalışıyor. Bunun neticesinde Allah'ı isimleri yönüyle biliyor. "Men ârefe sırrı" ile Rabbını bildiğin zaman, şu hakikatı idrak ettiğin, müşahede ettiğin zaman "ilmel yâkin" düzeyine gelmiş olursun.
Rabbının sınırlarından Allah'ın genişliğine yayılmaya başladığın zaman ki; bu genişlemenin yayılmanın nasıl olacağını izah ettik; "Aynel yakin" düzeyine gelirsin."
Üçüncü şart: Bu yayılmanın nihâyetinde, "Mûtu kablel ente mût" hükmü ile senin şuurunda terkib sınırların ortadan kalkıpta; sen, yerine, hâline ve şânına göre, dilediğin gibi bu isimlerin mânâlarına bürünebilip, ortaya bu mânâları çıkarttığın zaman; "ölmeden evvel ölmüş" olursun!..
"Ölmeden evvel ölmek" demek, senin şuurunda, terkibinin hükmünü ortadan kaldırarak, dilediğin isme dilediğin anda ve şanda bürünerek, o ismin mânâsı olan fiili ortaya koyman demektir.



KURÂN, “ÖLMEDEN EVVEL ÖLME”Yİ



NASIL ANLATIYOR?






Okunuşu
Bismi’llâhi’r-Rahmân’ir-Rahîm
(1) İza zülziletil’ardu zilzaleha (2) ve ahrecetil’ardu eskaleha (3) ve kalel’insanü maleha (4) yevmeizin tühaddisü ahbareha (5) bienne rabbeke evha leha (6) yevmeizin yasdürünnasü eştaten liyürev amalehüm (7) femen yağmel miskale zerretin hayren yerehu (8) ve men yağmel miskale zerretin şerren yereh
Anlamı:
1. Arz şiddetli bir sarsıntı ile sarsıldığında;
2. Ve arz içindeki gizli ağırlığı dışarı çıkardığında;
3. Ve insan "buna ne oluyor" dediğinde;
4. Arz bütün haberlerini açıklar,
5. Rabbinden vahiy alarak!..
6. O anda insanlar gruplar halinde fiillerini görmek üzere çıkarlar.
7. Kim zerre ağırlığında bile hayır işlediyse onun sonucunu görecek..
8. Kim de zerre ağırlığında bile kötülük yaptıysa onun sonucunu görecektir.

“Zelzele sûresi”nin ilk okunduğu anda anlaşılan en zâhir manâsı yukarıda ifâde ettiğimizdir. Ancak ne var ki, bu sûrede sadece bu manânın anlatıldığını sanmak, sadece yedide biri su üstünde görülen buzdağını, gördüğünden ibaret zannetmek gafletine benzer!..
Bu hususa bir misâl oluşturması için bu sûrenin iki ayrı manâsından daha açıklayabileceğimiz ölçüler içinde sözetmeye karar verdik. Umarım bu hususların derinliğini düşünmemize faydalı olur.
Birinci iç manâ.
"Arz" tâbiri dünya ve yeryüzü olarak anlaşıldığı gibi, aynı zamanda tasavvuf ehli tarafından kişinin "bedeni" olarak da anlaşılır. İşte bu yönüyle konuyu ele alırsak; bu sûrenin bildiğimiz klâsik ölüm öncesini anlattığını kolaylıkla farkedebiliriz.
"kişi ölümü tadınca kıyâmeti kopar"
hükmünce; kıyâmet ahvalini anlatan Zelzele sûresi, kişinin kıyâmeti olan ölüm halini burada şöyle anlatıyor kabuledilebilir.
1. Beden, sinir sistemindeki bioelektrik gücün kesilmesiyle şiddetli bir sarsıntı ile sarsılıp, tükenişe gittiğinde;
2. Beden içindeki gizli ağırlık noktası olan RUH’u yâni halogramik dalga bedeni serbest bırakıp dışarıya saldığında;
3. Kendinde hiç bir değişiklik olmaksızın, bedeninde olan bu değişikliği hissedip, görüp, yaşayıp, kendini RUH bedeniyle tanımaya başlayan insan büyük bir hayret, şaşkınlık ve telâş içinde buna ne oluyor dediğinde.
4-5. Rabbinin vahyi sonucu olarak beden, bütün özelliklerini ve çalışma sistemini, hâlini ve âkıbetini, kişinin kendisiyle neler yapabileceğini ve artık kendisi olmaksızın, neler elde etmekten mahrum kalacağını, bedenli yaşamın kendisi için geçmişte ne kadar büyük bir nimet olduğunu açıklar lisanı hâl ile.
6. İşte ölümü tadış anı olan o bedenleri terk anını yaşayan insanlar, tüm yaptıklarının ve neticelerinin görülmesi için yeni bir bedenle bâ’s olarak, biolojik bedenlerinden çıkarak kişisel kıyâmetlerini yaşarlar.
7. Kim zerre ağırlığında bile olsa yâni en önemsiz gördüğü düşünce ve fiillerinin sonucu olan hayrı, kitaplarında yazılı olarak ve eserlerini karşılarında görürler.
8. Kim zerre kadar kötü bir düşünce ya da fiil gerçekleştirmişse, bunu da kitabında ve kendi beyin dalgalarından forme olmuş biçimde karşılarında görürler!.
Evet, bu açıklamaya çalıştığımız husus, kişinin, bildiğimiz fizik - biolojik yapısıyla ilgili olan kıyâmetiyle, alakalı olan husus idi. Şimdi de bazı kişilerde gerçekleşen "ÖLMEDEN ÖNCE ÖLMEK" diye tanımlanan başka bir bâtınî anlam ile “Zelzele sûresi”ndeki manâyı yorumlamaya çalışalım.
1. Mevcûdat şiddetli bir sarsıntı ile sarsılıp basiretinde dağılmaya başladığında. Varlığın aslının, orijininin, Hakk’ın esmâsı olduğunu müşahede ederek; bu hakikatin ortaya çıkması sonucu, zahir görüntü basiretinde parçalanıp yokolmaya yüz tuttuğunda.
2. Mevcûdatın özündeki Hakkın varlığı, yâni, o mevcûdâtı var gösteren Allah isimlerinin manâları, sırları batınken zâhir olmaya başladığında;
3.Ve insan, tüm mevcûdatta var sandığı varlıkların bir serâp gibi yokolup, Hakk’ın varlığı yanında bunların yok hükmünde olduğunu müşahede etmeye başladığında büyük bir hayret ve şaşkınlık içinde, buna ne oluyor böyle ki, her şey yokolup, “sadece Allah vechi Bâki kalıyor” dediğinde.
4.Mevcûdât, kendisindeki bütün esmâ manâlarını o basireti açılmış kişiye açıklamaya başlar. Her bir birimin hangi Allah isminin manâsını açığa çıkarmak üzere varolmuş olduğunu haber verir. Ve anlar ki böylece insan, gayrı bildiği, hep O’nun esmâsının eseri imiş!..
5.Ki bütün bunlar rabbinden vahiy ile meydana gelir. Rububiyet mertebesinin hükümleri tüm mevcûdâtta vahiy yollu aşikâr olur. Ve kişi bunu da farkeder!..
6. İşte bu ölmeden önce ölmüş insanlar, daha önce neleri nasıl yapmış olduklarını apaçık görecekler ve bunların altındaki sırları da farketmeye başlayacaklardır.
7. Kimden zerre kadar hayırlı bir fiil meydana geldiyse onu ve dolayısıyla neticesini görecek.
8. Kimden de zerre kadar şer meydana geldiyse onu da tesbit edecektir.
Elbette bunun da derinliğinde daha başka manâlar mevcut ki, bunların yeri bu kitap olmadığı için bu manâlara değinmiyoruz.
Allah cümlemizi, yüzeyde, şekilde, görünüşte kalma belâsından korusun; görünenlerin ardına geçmeyi, iç manâları, derinlikli anlamları müşahede etmeyi nasib etsin.




ŞAYET HAKK, BİR KULIUNA



SONSUZ NİMETİNDEN İÇİRMEYİ MURAD EDERSE



ONU ÖLMEDEN EVVEL ÖLDÜRÜP HAKİKATİNE KAVUŞTURUR!






Kişinin üzülmesine, sıkılmasına, azâp duymasına, bunalmasına yol açan her şeyin kökeninde, kesinlikle mevcut olan şey, ya benliği, ya tabiatı, ya huyları; yani, bunlarla kendi hakikatını, kayıt altına alması yatmaktadır!.. Bu kayıtları kırabilirse, kendine azâb veren tüm nesnelerden de arınmış olacak; dünyada yaşarken cehennemden azad edilmişlerden, diye târif edilenlerden olacaktır!.. Aksi takdirde, dünyada yaşadığı sürece de, öldükten sonra da çektiği azâblar çok çok uzun bir süre son bulmayacaktır.
Hakk'ın rahmetinden, Rasûlullah'ın şefaâtinden murad, kişiyi "rabbının kulu" olma kayıtlılığından, "Allah'ın kulu" olma genişliğine geçirmedir.
Yani, tabiat, huy, benlik gibi terkibiyetinin sonucu oluşan, kabulüne bağlı kişiliğinden bakî benliğine ulaştırmadır. Bağlarından kurtarıp özgün hakikatını yaşamaya davettir.
Şayet Hak, bir kuluna sonsuz nimetinden içirmeyi murad ederse, onu kendi huylarının, tabiatının, benliğinin esiri olmaktan kurtarıp; yani ölmeden evvel bu saydığımız özelliklerinden, dolayısıyla kişiliğinden öldürüp, aslına ve hakikatına kavuşturur!.. Böylece o kul, Allah'a vâsıl olur!..



“ÖLMEDEN EVVEL ÖLMEK” SINIRI




Gerçekte en başta "var" olmayan şey nedir?.
Kendi bağımsız varlığın!.
"Var" olmamasına rağmen, vehim sana, onu var gösterir...
Ve "Ben varım" düşüncesi ve Hak`dan ayrı bir varlık olarak var zannı ile bedene dönük bir yaşam içine girer.
İşte bu kişi, kendini Allah`dan ayrı, bağımsız bir varlık olarak düşündüğü sürece; vehmin hükmü, kaydı altında yaşama durumuna girmiştir; artık girdiği bu yoldan da kolay kolay geri dönemez!.
"Ben!" der ve birimsel yapıya dönük bir şekilde yaşamına devam eder... Onun istekleri ve arzuları, bedensel yapısına, birimsel yapısına dönük şeylerdir... Bedenine ve birimsel yapısına zevk verecek şeylerdir. Bu, kişinin, vehmin hükmü altında olduğunun açık işaretidir...
Vehmin hükmü altında olmak ile vehmi hükmü altına almak arasındaki sınır, kişinin Tek`liğe geçiş sınırıdır.
İşte bu sınır, diğer bir ifade ile; "Ölmeden önce ölmek" sınırıdır!.
Eğer kişi dünyada yaşarken, ölmeden önce ölmemişse, vehmin hükmü, kaydı altından kendini kurtaramamıştır; ki öldükten sonra da kendini vehimden kurtarmasına asla imkân yoktur!.
Dolayısıyla, onun şuurundan birimsellik asla kalkmaz!. Yani, "Vahdet"e giremez, "Vahdâniyet"i anlayıp idrak edemez, hissedemez, yaşayamaz... Yani, ölmeden evvel ölemez...




ÖLMEDEN EVVEL ÖLME’NİN AŞAMALARI




"Ölmeden evvel ölmek" denen iş kolay değildir!.
Ancak, "Ölmeden önce öldükten" sonra, "nefs"ini tanıyabilirsin!.
"Ölmeden önce ölmek", denilen olayın ilmel yakini, daha önceki sohbetlerimizde geçtiği üzere, "Mülhime" denilen "nefs" mertebesinde; "nefs"in, ilham alır durumda kendini tanımaya başlamasının sonucunda oluşan teslimiyetin getirdiği hâldir.
Ve ondan sonra "ölmeden ölmek" denilen hâlin "ilmel yakîni" oluşur. Ondan sonra "Mutmainne" denilen, tatmine ulaşmış, yani, işin hakikatını yaşamakla tatmine ulaşmış "nefs" olur ki, onun adı "Veli"dir..
Velâyetin de kemâl dereceleri var:
"Veli-i Mükemmel" var, "Veli-i Kâmil" var, "Veli-i Mukarreb" var!... Yüksek kemâlât dereceleri... Onlardan söz etmiyorum... Bunlarda "Ölmeden önce ölmek" denilen hâlin aynel yakîni ile gerçekleşir!.
"Ölmeden önce ölmek" denen sırrın "hakk-el yakîni" ise ancak "mardiye nefs" kemâlinde gerçekleşir!. "FETH" hâli de bunun sonucudur!.. Bunun ehli de dünya üzerinde ancak onlarla sayılır!.




ÖLMEDEN EVVEL ÖLME İKİYE AYRILIR




“Ölmeden Evvel Ölmek”denen SIRRIN Mülhimede İlmel yakini,
Mutmainnede Aynel yakini
Mardiye’de Hakkel yakini gerçekleşir.
Ölmeden evvel ölmek denen şey; hükmi ölüm ve fiili ölüm olmak üzere ikiye ayrılır.
Fiili ölüm ise... "Ölmeden evvel ölmek" dediğimiz halde, fiili ölümle birlikte şuur boyutunda yaşama geçilir.
Şuurun, bedenin kayıtlarından kendini kurtarmasıdır. İlâhi kuvvetlerle tahakkuk etmesidir!. Yani, "Vehmin kaydından" kendini kurtarmasıdır!.




1-HÜKMİ ÖLÜM




Hükmî ölüm; Kişinin, varlığın Tek`liğini fark etmesi, bunu hissetmesi; ne var ki, bunu hissedip farketmesine rağmen, kendi hakikatının güçleri ile bilfiil yaşayamaması hâlidir.
"Ölmeden evvel ölmek" diye târif edilen olayın birinci aşamasıdır!. Bunun hâsılası "Keşif" dir. Diğer bir ifade ile buna "Hissi Müşâhede" de denilebilir.


Senin şuur boyutunda varlıkta Hakk’ın varlığının dışında birşey görmez hale gelerek herşeyden her olandan razı bir halde ancak aksiyona reaksiyon verir bir halde yaşamandır. Hükmi ölümün neticesi, tasavvufta KEŞİF dediğimiz haldir. Keşfin 7 mertebesi vardır. Hükmi ölümün sonunda eğer o birimin mana boyutunda görev alması sözkonusuysa, Ricali Gayb denilen Evliyullah arasına girmesi sözkonusuysa, bu görevi almasıyla birlikte onda fiili ölüm olur. Fiili ölümün sonunda da oda FETİH dediğimiz hal meydana gelir. Fetih de yine 7 kademedir aşamadır Evliyaullah arasındaki 7 mertebeye tekabül eder. Fetih gelmiş olan yani ölmeden evvel ölmüş olan yani fiili ölümü tatmış olan kişi sanki şehidler gibi şehidler nasıl fizik bedeni terketmekle birlikte o anda ruh boyutunda serbest olarak yaşarlar dünya üzerinde her olayı görür bilir müdahale edebilirse işte fiili ölümü tatmış olanda ki ölmeden evvel ölmenin tahakkukudur bu, kişi fizik bedenden kendini kurtarmıştır ruh beden boyutunda yaşar, dilerse herhangi bir yerde bedenlenir, bedenlenerek orada tasarrufta bulunur, dilerse bulunduğu yerden dünya üzerinde olan bir olayı sanki orada yaşıyormuşçasına bilir görür yaşar dilerse müdahale eder veya etmez. Yani ruh beden olarak sanki fizik beden ölmüş gibi, fizik bedenden kurtulmuş bir yaşam içine girmiştir Fetih dediğimiz olaydır bu.
Keşif ise fizik beden sınırları ve kapsamı içinde yaşamasına rağmen beyin üst düzeyde bir açılımla şuur boyutunu hissetmipyaşar varlığın hakikatini esyanın hakikatini seyreder; aynen hadisi şerifteki gibi Hakk’ın gözüyle görür; Hakk’ın kulağıyla işitir; Hakk’ın diliyle söyler fakat bu yaşam beden sınırları ve kayıtları içindedir. İşte bu KEŞİF denilen haldir. “Kalb Gözünün açılması” diye tarif edilen haldir.
Fiziki ölüm ise normal şu andaki beden sınırları yaşamını durması ve beyindeki tüm özelliğin yüklendiği ruh ile sizin yaşamınıza devam etmenizdir Fakat eğer biz fizik ölümle ölür de birde fiili ölüm veya hükmi ölüm gerçekleşmezse yani keşif dediğimiz hal bizde açığa çıkmazsa, bu defa bir beden ve birim hali olarak hissetme ruhumuzdan da gitmeyeceği için otomatikman diri diri canlı canlı mezara konuluruz mezara gömülürüz. Diri olmamıza rağmen fizik beden çalışmamasına rağmen diri canlı görür bir halde mezarın içinde o böceğin gelip bedenimizi yediğini orada hapis kaldığımızı; oraya gelen sorgu sual melekleri o meleklere verdiğimiz cevapları ve bunu devamı olan kabir yaşamı bizde devam eder.
Kabir azabından kurtulmanın yegâne yolu, Dünyadayken asgari Hükmi ölümle ölüp; kalp gözünün açılması sendeki “Ben şuyum!” şuurunun gitmesi; bunun senin şuuruna yansıyan haliyle de rüya gördüğün zaman gördüğün rüyalarda da şu bedene ne türlü olaylar olursa olsun sana azap sıkıntı vermemesi lâzım eğer gördüğün rüyalardaki birtakım olaylar sana üzüntü azap sıkıntı korku azap veriyorsa eğer bu hal ile ölürsen bu hal ile kabir yaşamında berzah yaşamında senin için bu tür azaplar söz konusudur. Bütün bunların sebebi de başta konuştuğumuz üzere Allah’ın varlığını anlamayışımız idrak etmeyişimiz kendi hayalimizde tasavvur ettiğimiz bir ilâha “Allah” adını vermemizdir.
“Allah ötede bir varlık.. Bende Benim.. Benim kapasitem bu... Ben bu kadarım Benden şunlar gidecek.. Bana şunlar gelecek…” gibi düşünceler BEN kelimesiyle işaret ettiğimiz varlığın hakikatini anlayamamamız neticesinde olur. anlayamamız neticesinde kendimizdeki o üstün vasıfları ortaya çıkaramayız . Netice olarak Allah’ın Halifesi olarak varolmamıza rağmen Allah’ın halifesi olarak O’nun esma’ül hüsnâ’sındaki tüm mânâlar bizim varlığımızda mevcud olmasına rağmen onları müşahade edemememiz hissedememiz yaşayamamamız dolayısıyla sayısız azaplar bu dünyada da öbür dünyada da bizi bekler.



2-FİİLİ ÖLÜM




"Ölmeden evvel ölmek" dediğimiz halde, fiili ölümle birlikte şuur boyutunda yaşama geçilir.
Şuurun, bedenin kayıtlarından kendini kurtarmasıdır.
İlâhi kuvvetlerle tahakkuk etmesidir!. Yani, "Vehmin kaydından" kendini kurtarmasıdır!.




“FETİH” HÂLİ,



ÖLMEDEN EVVEL ÖLMENİN HAKKEL YAKÎN YAŞANMASININ SONUCUDUR!






Velâyetin de kemâl dereceleri var:
"Veli-i Mükemmel" var, "Veli-i Kâmil" var, "Veli-i Mukarreb" var!. Yüksek kemâlât dereceleri... Onlardan söz etmiyorum... Bunlar da "Ölmeden önce ölmek" denilen hâlin aynel yakîni ile gerçekleşir!.
"Ölmeden önce ölmek" denen sırrın "hakk-el yakîni" ise ancak "mardiye nefs" kemâlinde gerçekleşir!. "FETH" hâli de bunun sonucudur!. Bunun ehli de dünya üzerinde ancak onlarla sayılır!.
Yani, ehline mutlak mânâda teslim olmadan, ölmeden evvel ölme hâli kesinlikle gerçekleşmez. Teslim olma hâli de, ancak ve ancak, bu işin bütün boyutlarını anlayıp bildikten sonra, bir milyon kişi içinden çıkabilecek bir kişiye nasip olabilir.
Çünkü, her ne kadar sözde, şartlanmalar atılacak, huylar atılacak, bedene sahip çıkma hâli atılacak vs. diyorsak da, bunları fiiliyatta tatbik edebilecek babayiğit çok azdır!. Lâfını herkese konuşuruz, ama kendimize gelip iğne dokunduğu zaman, cayır cayır bağırırız..
Şimdi kıssadan hisse...
Allah selâmet versin, iyi bilir, Mazhar`ın anlattığı çok güzel bir hikâye var. Mevlâna`dan naklen anlatır;
Adamın biri görmüş sırtına dövme yaptırmışları, heveslenmiş, aslan dövmesi yaptırmağa gitmiş...
-Bana da, demiş, aslan dövmesi yap!.
-Peki, demiş dövmeci; benim mesleğim dövme yapmaktır.. Gel, otur dövmeyi yapayım..
Dövmeci başlamış iğneyi batırmağa..
-Ayy! Ayy! diye başlamış bağırmağa adam...
-Ne yapıyorsun arkadaş; canım çok yanıyor!.
-Aslanın yelesini yapıyorum" demiş.
-Aman, demiş, yelesini yapma, başka yerini yap!.
Dövmeci başlamış bu sefer sırtının başka yerlerine iğneleri batırmağa.. Adam gene bağırmağa başlamış:
-Aman, dur! Yapma, çok acıyor, neresini yapıyorsun?
-Aslanın pençesini yapıyorum...
-Aman pençesini de bırak, başka yerini yap!.
Dövmeci gene başlamış iğneleri batırmaya..
Bu defa gene bağırmış adam:
- Yine neresini yapıyorsun aslanın?. demiş.
-Kuyruğunu!.
"Ben vazgeçtim kardeşim, katlanamam bu aslanın acısına!." demiş "Aslandan da vazgeçtim, dövmesinde de..."
Adam çekmiş gitmiş!.
Şİmdi o hesap, Mazhar’ın da dediği gibi, "vahdet" dövmesinin lafını çok eder, sohbetlerini yaparız da; iğneler batmaya başladı mı, kaçımız dövmecide kalır, o meçhuldür!.
Onun için, biz bugün ne yapabiliyorsak, o canımız gibi bağlandığımız, tapındığımız nesnelerden ne kadarcık kendimizi kurtarmaya çalışırsak, cehennemdeki alevimizi, ateşimizi de o kadarcık azaltmış oluruz.
Zira bugün, bize o kadarcık azap veren nesneler, ölüm ötesinde sayısız boyutlarıyla, ebatlarıyla çok daha acı azaplar verecektir... Bunu böylece bilelim...
Bugün bize azap veren her olay, gelecekte çok çok büyük boyutlarıyla yarın bize daha fazlasıyla verecek!.




ÖLMEDEN EVVEL ÖLME İLE BİRLİKTE ARTK



O MAHALDEKİ FİİLLER, ALLAH’A BAĞLANIR!






Dedik ki:
"Nefis" dediğimiz, "nefs" kelimesiyle kastedilen şey, sende mevcut olan "Rububiyet" hükmü olan "esmâ terkibin"dir!
Yani, terkibin mâhiyetinin ve hakîkatının Hak olması; ve birimsel mânâda da bu Hak'tan terkib oluşu dolayısıyla; "nefs" adıyla kastedilmesidir dedik. Yani, "nefs"ten murad Rab’tır. Nefsine tâbi olan Rabbına tabî olmuş olur!.. Ki bu da onun tabii zikri olur. Demek ki bir fiil gördüğümüzde, bu fiil, terkibiyet hükmünden çıkıyorsa ki; genellikle böyledir, dolayısıyla o fiîl nefisten gelmektedir!.,.
Eğer herhangi bir fiîl terkibiyet "hükmünden" çıkmıyorsa ki; Nebi ve Rasûllerden meydana gelen bütün fiîller terkibiyet hükmünden çıkmaz, çünkü velâyette "ölmeden önce ölme" dediğimiz hal var; "Ölmeden evvel ölmek" dediğimiz hal ile birlikte fiîl, artık kişiye bağlanmaz, Allah'a bağlanır!..
"Ölmeden evvel ölmek" ne demek?
Onun ilminde terkibiyet hükmünün kalkması demektir!.. Terkibiyet hükmünden doğan fiil kalkıp da, o fiil Allah'a bağlanırsa, velâyette; bir nebîdeki fiîl nefse mi bağlanır?.. Ama buna rağmen bir nebî, herhangi bir fiîli edep olarak nefsine bağlar; Allah'a demez ki, "sen meydana getirdin bu fiîli, yerli yerincedir!.." Çünkü, gerçekte, terkip hükmü kalkmaz! Terkip hükmü ebedî olarak kalkmaz!
Terkibiyet kaydından kendini kurtarmandan murad; esmâ mertebesinde isimlerin hakîkatıyla yaşaman; sıfat mertebesinde Allah'ı müşahede etmen ve bunun neticesinde de "Allah'ın kulu" olmandır.
Ama buna rağmen, fiilin çıktığı mahal, gene de terkip hükmündedir. Çünkü bir fiil varsa ortada, mutlaka o fiili meydana getiren bir terkip söz konusudur! Bir terkip oluşmuştur, vardır, varolacaktır, olmamasına imkân yoktur!.. Dolayısıyla terkibiyet hükmü ebediyyen yok olmaz!..
İşte, vahdeti yanlış anlayanların, hataları Allah’tan geldim, Allah’a dönüyorum, gibi manâları yanlış anlamalarından dolayıdır. Bu yanlış anlamadan dolayı, cennet ve cehennemi de inkâr ederler!.. Tamamıyla bir yanlış anlayıştır, başka bir şey değil!..
İlâhî, şer’i emirler dediğimiz emirleri fiîliyat sahasında tutuyorsa, bu yanlış anlamaya rağmen cennette olabilir, ama yanlış anlamaya rağmen cennette olabilir, ama yanlış anlamasından dolayı kemâlâta sahip değildir.
Fiil düzeyinde belli fiillere, emirlere riayet ediyorsa, bu yanlış anlamasıyla beraber ölüm ötesinde bu yanlış anladığı hususların doğrularını farkeder. Kemâlât olarak ileri kemâlâta gidemez!.. Bu yanlış olarak değerlendirdiği hususların doğrusunu orada müşahede eder.
Ancak her halükârda, ilâhi emirler dediğimiz yasaklar ve emirlere uyması şartıyla!..
Çünkü bu emirlere ve yasaklara uymak şartıyla kişi lûtfu ilahî ile kendisini cehennemden kurtarır!..




ÖLMEDEN EVVEL ÖL Kİ



“MUTLAK BEN” İLE DİRİLİĞE KAVUŞASIN!






“İnsanlar uykudadır; ölünce uyanırlar!”
Bu işaretin birinci mânâsı şudur:
Madde bedenle yaşayan ve beş duyu sınırları icinde hapis olan insan, maddeötesi ışınsal yaşam boyutuna geçince, uykudan uyanmış şekline girer ve tüm dünyada yaşadıkları “rüya” hükmünde olur... Buna karşılık içine girdiği ışınsal yaşam boyutu ise onun hakiki dünyası olur... Ki bu da kıyâmete kadar sürer. Kıyâmetten sonra üçüncü defa yeni bir bedenle bâ's olur ki bu da mahşer yaşami boyunca kullanacağı bedenidir.
Bu işaretin ikinci anlamı da şudur:
“Ölmeden önce öl” hadîsi şerîfinde işaret üzere; fizik ölümle ölmeden yani bedeni ve beyni terketmeden evvel, kendinizi, beden kabul etmeyi terketmek ve “düşünsel bir varlık” kabul etmek suretiyle maddeötesi yaşama hazırlanınız!. Çünkü beden, beyin elden çıktıktan sonra, “RUH”un, dünyada iken elde edebileceği şeyleri orada temin etmesi mümkün olmaz!!.
Bu işaretin bir üçüncü mânâsı dahi şudur:
“Nefsim” dediğin şeyin yani “Ben”liğinin gerçekte varolmadığını idrak suretiyle “öl” ki, varlığını teşkil eden Mutlak “ben” ile diriliğe kavuşasın!. Zirâ, “BEN'lik ancak ALLAH'a mahsustur!.”...
“BEN” diyebilecek TEK varlık “ALLAH”tır ki; O'nun gayrı ikinci bir “benlik” de asaleten mevcut değildir!. Şayet böyle bir şey olsa idi, o da bir TANRI olurdu!. Oysa hemen kelime-i tevhidî hatırlayalım. “TANRI YOKTUR, SADECE ALLAH VARDIR”



KENDİNİ ALLAH İÇİN ÖLÜME TERKET Kİ;



BENLİĞİNDEN ÖLÜ,



ALLAH İLE “HAYY” VE “BÂKΔ OLARAK YAŞAYASIN!






Dileyelim ki, hem bunu diyorsun, hem de kişisel zevklerinle oyalanıp kendini aldatıyorsun!.
Perdelenme!.
Rabbiyle buluşmaya giden Musa Aleyhisselâm’a ateşten, hitâb etti Allah :
"Ben, Rabbin olan ALLAH`ım, Musa!."
dedi...
Ateşten sana hitap geldiği zaman şaşırıp kalma!..
Ateş, adamı yakar!.
Seni yakan bir yerden, sana hitâb ettiği zaman bundan perdelenme!...
"Seni yakan şey", ateştir! Gözün alev ile şartlanmasın! Yandığın sürece de cehennemdesin!.. Dünya da cehennemden bir parçadır!. Öyle ise, dünyanın içinde yaşadığın sürece muhtemelen yanmaya devam edeceksin!
Öte yandan eğer, "sen" hâlâ "Allah"a ermek istiyorsan; bil ki, asla "sen" Allah`a eremezsin!
Allah`ı istiyorsan, sana dünyayı yaşatacak olan kişilerin peşinden koşma!. Seni, "ölmeden önce öldürecek"(!) olanı bulmaya çalış; ki "Sen beni göremezsin!" hitâbı ile karşılaşmayasın!...
Seni yaşatanlar, bir ömür boyu yaşatır, ama sonunda helâkın mukadderdir!..
Seni "ölmeden evvel öldüren", Dost`undur!.
Çünkü, Mü`min ölümle Allah`a kavuşur, vuslata erer!. Derler anladın mı şimdi bu sözün bâtınî anlamını?.
Ve o zaman der ki o:
"Benim cenazemi ağlayarak kaldırmayın!.. Davullar defler çalın!... Yâr ile vuslattır, benim hâlim... Gelin ile güveyin buluşması gibi, düğün yaparak cenazemi kaldırın!."
Evet!.. Senin gerçek dostun, seni varlığından öldürecek olandır!. O`nu bulmaya çalış ki, O`nun eliyle vuslata eresin!... Ölüm, senin için şifâdır.
Ölüm de cehennem gibi, Rahmettir!... Rahman`ın Rahmeti ise, sıkıntıda gizlidir. Tıpkı acı ilacın içinde şifanın gizli olması gibi...
Dünyaya bağımlı olan birimlere ölüm, korkulu bir şeydir; çünkü sahipolduğu her şeyi kaybetmektir. Ama, bil ki, burada içindeki o korkuyu aşamıyorsan, vehimden kendini kurtaramıyorsan; bunun sana yarın getireceği azaplar çok daha büyük olacaktır.
Var, sen gel!.. Kendini güler yüzle, seve seve, Allah için ölüme terket, ki benliğinden ölü; Allah ile "Hay" ve "Bâkî" olarak yaşayasın!..
Yani, "Ölmeden evvel öl!" hükmünce, ölümü tatmış olasın!
İstiyorsan Allah`ı, durma, vakit geçirme! Koş, O`na!
Yok eğer istiyorsan dünyayı, onu da hiç olmazsa doyabildiğince, zevkince yaşa!... Hiç olmazsa, "dünyayı yaşadım" de!.




ÖLMEDEN EVVEL ÖLEN İÇİN,



ÇOKLUK KABULÜNÜN GETİRDİĞİ



SIKINTI VE AZAPLAR BİTER!






Bir de mânevî ölüm vardır.
"Ölmeden önce öl!" hadîs-i şerîfi bu ölüm türünden bahsettiği gibi, şu hadîs-i şerîf dahi gene bu ölümden bahseder:
"İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar!"
Eğer insan, "ölmeden" yani fizik bedenini yitirmeden evvel, benliğinin gerçekte yok oluşunu idrâk sûretiyle "ölür" ise, bundan sonraki yaşamı izah etmek mümkün değildir!
Bu sebebledir ki, insan, mânevî anlamda yani şuur boyutunda ölmek, daha doğrusu ölümü tadmak sûretiyle, uykudan uyanırsa, yakîne erer! Çokluk kabulünün getirdiği türlü sıkıntı ve azâblar onun için son bulur. Beşeriyet isminin ardındaki hakiki "VECH"i seyre başlar.
"NE YANA DÖNERSEN ALLAH'IN VECHİNİ GÖRÜRSÜN"
âyeti onun için açıklığa kavuşmuş olur!

Ahmed Hulûsi


















__________________

la ilahe ente sübhaneke inni küntü minezzalimin
musemma isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Etiketler
ahmed, astral, evvel, hulusi, seyahat, ölmeden, ölmek


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


gizli ilimler gizli ilim
Tüm Zamanlar GMT +4.5 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 06:49.


Powered by vBulletin® Version kapalı
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.6.0
YASAL UYARI : İçerik sağlayacı paylaşım sitelerinden biri olan Ruhani.Net Adresimizde 5651 Sayılı Kanun'un 8. Maddesine ve T.C.K'nın 125. Maddesine göre TÜM ÜYELERİMİZ yaptıkları paylaşımlardan sorumludur. Ruhani.Net hakkında yapılacak tüm Hukuksal Şikayetler, Yöneticilerimiz ile iletişime geçilmesi yada iletişim formunu doldurulması halinde ilgili kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde Ruhani.Net yönetimi olarak tarafımızdan gereken işlemler yapılacak ve size dönüş sağlanacaktır. her yürlü sorunlar için email ; ruhaninet@gmail.com
sakarya escort sakarya escort sakarya escort sakarya escort serdivan escort izmir escort eporner