Ruhani  

Go Back   Ruhani > İslamiyet ve İslami İlimler > Tasavvuf
Kayıt ol Yardım Topluluk Ajanda Bugünki Mesajlar Arama

Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Arama Stil
Alt 10-17-2012, 00:26   #1 (permalink)

 
Başak - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Üyelik tarihi: Mar 2012


Mesajlar: 91
Konular: 88

Karma Puanı: 2

Başak - İCQ üzeri Mesaj gönder
Standart Müridin Nefsine Karşı Adabı

Müridin kendisiyle beraber bulunduğunda riayet etmesi gereken âdabı çoktur. Lâkin insan bunların hepsini yapmaya güç yetiremez. Hepsini de "güç yetiremiyorum" diye terkedemez. Onun için en zaruri olanları burada anlatacağız.
Bir mürid başta şu hususlara dikkat etmelidir:
1. Kötü ahlak ve fiillerinden Allah'a dönüş yapmalıdır. Nefsini her gün hesaba çekmelidir.
2. Menfî olan nefsani arzularına muhalefet etmelidir.
2. Bütün işlerinde doğruluğa yapışmalıdır ve insanlarla iyi geçinmelidir
3. Kendisini herkesten değersiz görmelidir. Kendi ayıplarını görüp düzeltmeye çalışmalı, başkalarının ayıplarını araştırmamalıdır.
4. Yeme, içme, giyme, uyku vb. ihtiyaçlarında itidalli (orta yollu) davranmalıdır.
5. Haram ve şüpheli şeylerden sakınmalıdır.
6. Çok az konuşmalıdır, sorulunca cevap vermelidir.
7. İbadetlerinde azimet yolunu tutmalıdır.
8. Dünya sevgisini gönlünden çıkartmaya gayret etmelidir. Dünya sevgisinin kalpten çıkması Allah'ı (cc) bol bol zikretmeye bağlıdır.
9. Boş zamanlarını ibadet ve zikrullahla değerlendirmelidir.
10. Şer'i hükümlerde istikamet sahibi ve ibadetlerinde ihlaslı olmalıdır.
Detaylı olarak bir müridin kendi kendine karşı âdabı ise şöyle olmalıdır:

1. SADÂKAT: Bu, müridin, işini Allah'a sadâkat esası üzerine bina etmesidir ki binanın sağlam temel üzerine oturması için doğruluk esasdır. Büyük mürşidlerimiz şöyle demişlerdir: "Sâlikler, usule riâyet etmedikleri için vusulü kendilerine imkânsız kıldılar. Vekî İbnü'l-Cerrâh der ki: "Allah'ın yolu hidâyet yoludur. Ona ancak sâdık olanlar nâil olur."
Bu yolda kulun,
a) Allah hakkında ve kendisi hakkında itikadını düzeltmesi, yani Allah'ı esmâ ve sıfatıyla âlemlerin Rabbı olarak, kendini de O'nun âciz bir kulu olarak tanıması ve bilmesi lâzımdır. Kulun, Allah hakkındaki itikadının bütün zan ve şüphelerden temizlenmesi, dalâlet ve bid'atlardan uzak bulunması, itikadda esasının Kur'an ve Sünnet'e dayalı olması lazımdır.
b) Kulun, "ameller niyetlere göredir" hadîsinin himayesine sığınabilmesi için önce itikadını Kur'an ve Hadis'e göre düzeltmesi ve kalb-i selîme sahib olması lazımdır.
c) Kişinin itikadı, şeriatın tesbit ettiği sahih delillere, yani Kur'an ve hadise ne kadar uygunsa o kadar sağlamdır.
d) Kul, itikadı vasıtasıyla Allah'a seksiz bağlandıktan sonra dînin hükümlerini ya bizzat tedkik ve tahkik ile, yahud ilim sahiplerinden sormak suretiyle muhakkak öğrenmesi lâzımdır. Bunun en az derecesi, farzlarını doğruca eda edecek kadar bilgi edinmesidir.
Çünkü hakîkî müridliğin alâmeti, dînî sorumlulukları öğrenmek için harekete geçmek, Allah'ın emrine O'nun razı olacağı şekilde sarılabilmek için Rasûlünün sünnetini yaşamak, yasaklardan sakınmak, Rasûlullah'ın sünnetine uyarak Allah'ın sevgisini kazanmaya çalışmaktır.
Bunu kazanmak için farzlara dikkat ve itina etmesi, gücü yettiği kadar ve ölçü dahilinde nafile ibadetlere yönelmesi, ilmiyle âmil olan âlimlerin sohbetine devam ederek onlardan istifâde etmeğe çalışması, kötü âlimlerden sakınması lâzımdır. Çünkü bunlar yol kesen eşkıya gibidirler. Yanlış yönlendirme ile insanları saptırırlar.
Bir konu ihtilaflı ise, âlimlerin fetvaları içinde en ihtiyatlı olanı tercih etmek lâzımdır. Meselâ, bir yiyecek üzerinde birisi halâl diğeri mekruh dedi ise ihtiyatlı olana yapışmak, yani ikinci sözü hesaba katmak, böylece şüpheli şeylerden ve şüpheli lokmalardan korunmak, buna devamlı surette riâyet etmek lâzımdır.
Böylece bütün söz ve hareketleriyle Kur'an'a ve sünnete muhalefet etmekten sakınması gerekir.
Bütün sâdât-ı kiram -Allah cümlesinden razı olsun- şu noktada ittifak etmişlerdir ki: Kim tarikat ister de başka yaşayışlara iltifat eder, yani gönlünü kurtaramazsa, Allah'ın yoluna kalbiyle yönelemezse o kimse tarikat ile alay ediyor demektir. Bir kerre düşünmelidir ki, dinin bütün emirlerine sarılmak azminde olan bir kimse bile ancak bir kısmına riâyet etmeğe muvaffak olabiliyor. Bütün himmetini başka şeylere sarfeden kimse bu yoldan nasıl istifade edebilecektir?
İmam Rabbânî Hazretleri buyurur ki: "Ey din kardeşlerimiz, hepimiz üzerine en önce gereken şey, itikadımızı Kitab ve Sünnet'e göre doğrultmaktır. İtikadımızın esaslarını belirten âyet-i kerime ve hadîs-i şeriflerin nasıl anlaşılacağını ehl-i hak ve hakikat olan âlimlerimiz açıklamışlardır. Bizim onlara uymamız lâzımdır. Allah onların çalışmalarını karşılıksız bırakmasın. Onlar, bu itikad esaslarını Kur'an'ı bir bütün olarak görebilme seviyesine ulaştıktan sonra Kur'an ve Hadisin ruhuna göre açıklamışlardır. Bizim anlayışımız bu büyüklerin anlayış ve izahlarına uymuyorsa kat'î surette muteber olamaz. Elh-i bid'at ve dalâlet olanlar, kendi batıl hüküm ve itikadlarını Kitab ve Sünnet'e uygun zannederler. Halbuki onların itikadları hakdan fersahlarca uzaktır.
İkinci olarak, dinin hükümlerini, bu cümleden olarak halâl ve haramı, farzları, vacibleri bilmek lazımdır.
Üçüncü olarak, bu öğrendiklerinin gereğiyle amel etmesi, yani günlük yaşayışında tatbik etmesi lâzımdır.
Dördüncü olarak: Kalbi tasfiye ve tezkiye yoluna girmektir.
Ehl-i sünnet itikadını bilmedikten sonra dînî hükümleri öğrenmenin bir faydası olmaz. Akaid ve ahkâm bilgisini de elde etmedikten sonra amelin bir faydası olmaz.
Bu üç esas, yani akaid bilgisi, ahkam bilgisi ve bunlarla amel edilmesi tahakkuk etmedikten sonra kalbin tasfiyesi ve nefsin tezkiyesi mümkün değildir.
Bir sâlik, yukarıda saydığımız dört rüknü, yani :
1. İtikadı Kitab ve sünnete göre doğrultmak,
2. Dînî hükümleri öğrenmek,
3. Bu öğrendiklerinin gereğiyle amel etmek,
4. Kalbi tasfiye ve tezkiye yoluna girmek; Rükünlerini dosdoğru yerine getirmeden ne yaparsa yapsın lüzumsuz işlerle meşgul oluyor demektir.
Hadis-i şerifde buyurulmuştur ki: "Kişinin, kendisini ilgilendirmeyen, yani dünya ve ahiretine bir faydası olmayan şeyi terk etmesi müslümanlığının güzelliğindendir." Hulâsa kişiye lazım olan, en fazla ihtiyacı olan şeyi öğrenip tatbik etmesidir.

2. TEVBE: Tevbe, bu işlerin en mühimmidir. Çünkü bu yol, son derece temiz ve her türlü kötülükten uzaktır. Türlü pisliklerle kirlenmiş kimseleri kabul etmez. Müridin, bütün hatalarından Allah'a tevbe etmesi, bu tevbesini de gizli-açık, küçük-büyük bütün hatalarını terk etmekle yapması lazımdır.
Burada önce üzerinde kul hakkı varsa onları ödemelidir. Eğer hak sahibi ölmüş ise varislerine vermelidir. Kul hakkından temizlenmeyen, münakaşa ettiği bir kimse ile helalleşmeyen kimse bu tarikattan istifade edemez.
Bu istifade edemeyişinin sebebi, üzerinde kul hakkı bulunmasıdır. Bütün sâdât-ı kiram, İslâm dininin koyduğu bu vecibeye hassasiyetle dikkat etmişler ve saliklere böyle irşadda bulunmuşlardır.
Şeyhülislam Abdullah el-Ensârî der ki: Allah Teâlâ Hazretleri, "tevbe etmeyenler zalimlerin ta kendileridir" (Hucurat/11) buyurmuş ve zulmü tevbe etmeyenlere nisbet etmiştir.

Tevbe, ancak kişi tevbenin ne demek olduğunu bilip de tevbe ederse sahih olur. Bunun için üç şey lâzımdır:
1.Kişi tevbe etmediği takdirde Allah'ın onu kötülüklerden korumayacağını bilmelidir.
2.Tevbe etmeğe muvaffak olduğu zaman ferahlamalıdır.
3.Allah'ın onu her an gördüğünü ve kalbine her an nazar ettiğini bilmelidir.

Tevbenin üç şartı vardır:
1.Günahından pişmanlık duymak.
2.Allah'a tazarru ile niyaz etmek (yani günahını söyleyerek tevbe etmek),
3.Günahdan kopup ayrılmak. Bir daha o günahı işlemeyesiye azmetmek, kesin karar vermek.

Tevbenin hakikati üçtür.
1. İşlediği günahı büyük görmek.
2. Yaptığı tevbeyi kusurlu ve yetersiz görmek.
3. Yaratılış îcâbı olan kusurlarının Allah tarafından affını dilemek.

Tevbenin sırlarının incelikleri üçtür:
1.İşlediği günaha bakmak,
2.Allah'ın o günah hakkındaki hükmüne bakmak,
3.Günahı ve Allah'ın hükmünü mukayese edip, o günaha o cezayı vermekteki muradını anlamaya çalışmak. Burada Allah'ın iki muradı vardır:
Birincisi, Allah'ın, verdiği hükümde O'nun mutlak büyüklüğünü, kulunun aybını örtmekte ne kadar kerem sahibi olduğunu, Allah'ın, kulunu bir günahla helak edivermeyip ona tevbe mühleti vermekteki hilmini, özrünü kabul etmekteki lütufkarlığını, kulunu mağfiret etmekteki ihsanını bildirmek ve göstermektir.
İkincisi, kulunun üzerinde adlinin hüccetini gösterip onu günahından dolayı hüccetine bağlı olarak cezalandırdığını anlatmaktır.

3. DÜNYA SEVGİSİNİ KALBDEN ÇIKARMAK: Bundan sonra mürid, dünya sevgisini kalbinden çıkarmak ve zarurî olmayan dünyevî meşguliyetleri terk etmek gibi mühim vazifelerini yerine getirir. Çünkü bu tarikatın temeli, lüzumsuz şeylerden kalbin kurtulması, onlara karşı sevgi duymaması ve meşgul olmamasıdır. Bu temizliğin birinci merhalesi kalbin mal sevgisinden temizlenmesidir. Çünkü kulun Hak'dan sapması için sadece mal sevgisi yeter. Çünkü kalbinde dünya sevgisi bulunan hiçbir mürid yoktur ki kısa zamanda bu sevgi onu eski haline döndürmüş olmasın!

4. MAKAM-MANSIB SEVGİSİNDEN KURTULMAK: Eğer mal sevgisinden kurtuldu ise, makam-mansıb sevgisinden de kurtulması lazımdır. Çünkü makam-mansıb sevgisi tarik-ı ilâhîde yol kesicidir. Halkın kabulü veya reddi, yani halkın onu beğenip beğenmemesi mürid yanında eşit olmadıktan sonra bu yoldan bir şey istifade edemez. Mürid için en tehlikeli şey, daha tarikatta sabit-kadem olmadan halkın teveccühlerine aldanıp ona hürmet göstermelerine aldanmasıdır. Bu zaafın da terkedilmesi lâzımdır.

5. RİYASET SEVGİSİNDEN KURTULMAK: Mal ve makam-mevki sevgisinden kurtulduktan sonra baş olma sevdasından da kurtulması lâzımdır. Eğer zahid ise, zühdün şartlarından biri budur. Şayed bu zaaftan kurtulamazsa, dîni için çok zararlı bir tehlike ile her an karşı karşıya demektir.
Aslında zâhidlerin şân u şöhreti dünya sultanlarının ve orta adamlarının şöhretlerinden çok üstündür. Sebebini sorarsan, nice sultanların zâhidlere karşı gösterdiği hürmeti düşün, anlarsın. Kişi, baş olma sevdasından kurtulamazsa telef olmasından korkulur. Çünkü bu işlerde insanı can evinden vuran şeylere karşı körü körüne gidişi az değildir.
Bişrü'l-Hâfî kuddise sirruh der ki: "Böyle bir zamanda fakirin, yani dervişin ganimeti, insanların onu tanımaması, yerini yurdunu bilmemesidir. Çünkü insanların pek çoğunun yüzü, insanın hüsrana uğraması için kâfîdir. Hangi mürid ki kalbinde dünya metaının sevgisi vardır, ona mürid demek caiz değildir.
Eğer müridin kalbinde dünya sevgisinin izi kalmışsa hayırlı işleri sebeb tutarak sür'atle dünyaya dönebilir. Kalbinde dünya muhabbeti olan kimse dünyaya meyletmek için bahane arar. Bazı hayırlı işleri arzusuna perde yapar, dünyaya kayar.
Müridin kendini lüzumsuz yere meşgul eden dünyevî işlerin sevgisini kalbinden çıkarmasının istenmesinden maksad kalbini temizleyip Rabb'ı ile huzurunu duyarak kalmasını temin etmektir.
Eğer mürid ciddî olarak dünya sevgisini terk etmişse bunda sebat etmelidir. Müridin kalbinde zerre kadar dünya sevgisi kalmamalıdır.
Bu tavsiyeyi müridin yanlış anlamaması lazımdır. Bu, insanın dükkanını, tezgahını, zaruri işlerini, geçimini temin etmek için çalışmasını terk etmesi demek değildir. Böyle bir hareket her şeyden evvel şeriatın ruhuna aykırıdır. Bunu söylemekten maksadımız, dünyadan elini çekip bir köşeye oturmak değil, dünya işleriyle uğraşırken sevgisini kalbine koymamak ve Allah'ı hiçbir anında unutmamaktır.
Eğer dünya sevgisini bırakamamışsa dünya işlerinin elinde esir olur. Neticede o iş onu helake götürür. Zaruri olan dünya işleriyle yeteri kadar uğraşmakla, dünya sevgisini kalbinden temizlemeyi birbirine karıştırmamak lâzımdır. Bir müridin dünya işleri için gam çekmesi veya fakir düşecek, yahud topluma yük olacak şekilde fakir düşmesini netice verecek tutum ve davranışlar ona yakışmaz.
Ebu'l-Abbas el-Mürsî hazretlerinin talebesi Şeyh Muhammed el-Mağribî der ki: "Bu yolda iki şey çok mühimdir ve temeldir: Birincisi: Allah'ın razı olacağı işlere içinden gelerek koşmak. İkincisi: Bu yolun sırlarını, inceliklerini nâmahremlere açmayıp bunları sadece ihvanıyla, vaktine ve yerine göre konuşmak. Dilini tutmayı başarmak."

6. YOLUN KIYMETİNİ BİLMEK: Müridin, bu tarîki, tariklerin en şereflisi olarak bilmesidir. Eğer böyle itikad etmezse nefsi ona başka bir yol araması için vesvese verir durur. Fakat bundan daha şerefli bir yol nerede bulunabilir? Bu yol ki meleklerin, peygamberlerin, raşid halifelerin ve Allah'ın salih kullarının yoludur.
İmam Gazzâlî -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- el-Munkızu mine'd-Dalâl isimli kitabında der ki: "Ben ilim tahsilini tamamlayınca bütün gayret ve himmetimle sûfiyye tarîkına girdim. Şu kadarını muhakkak söylemeliyim: Yakinen anladım ki, Hak yoluna gerçekten girenler ancak sûfîlerdir. Onların siretleri siretlerin en güzeli, yolları yollların en güzeli, ahlâkları ahlâkların en güzelidir. En keskin akıllıların akılları, değme filozofların felsefesi, şeriatın bütün teferruatını bilen zahir ulemasının ilmi; onları değiştirmek, onların siret ve ahlâkından daha güzel sîret ve ahlâk bulmak ve onların hâlini daha hayırlı bir hâle değiştirmek için bir araya gelseler buna muvaffak olamazlar. Çünkü onların zahirlerinde ve bâtınlarındaki bütün harekat ve sekenâtı nübüvvet kandilinin ışığından alınmıştır. Yeryüzünde ise nübüvvet nurundan başka doğru yolu gösterecek bir nur kaynağı yoktur.
Şeyh Ebu'l-Mevâhib Muhammed eş-Şâzelî kuddise sirruh der ki: "Sûfîlerin terbiye etmediği kimse edebin hakikatini anlayamaz."

7. SÜKÛTU TERCİH ETMEK: Sükûttan istifade etmektir. Hakikat talibi zaruret olmaksızın konuşmamalıdır. Arkadaşı veya tanımadığı bir kimse ona bir şey sorduğu zaman kifayet mikdarı cevap verir.
Dilin âfetleri çoktur:
Gıybet: Kardeşinin arkasından, o duyduğu zaman hoşuna gitmeyecek şeyler söylemek,
Nemîme: İki kişi arasında laf getirip götürmek, Hemz: Fesad çıkaracak söz söylemek,
Lemz: Ayıplamak, gözüyle kaşıyla işaret edip birbirinin aleyhinde fısıldamak,
Kizb: Yalan söylemek,
İstihza: İnsanları alaya almak, eğlence konusu yapmak.
Dinin bazı hükümlerini yalanlamak, bazı kimseleri medihde ileri gitmek, güzel konuşmak suretiyle arkadaşlarına sitem ederek onların arasında kendini gösterme arzusu ve bunun temini dilin afetlerindendir.
Vehb İbn-i Münebbih der ki: "Hikmet ehilleri, hikmetin başının sükût olduğunda ittifak etmişlerdir."
Fudayl ibn-i lyaz demiştir ki: "Hacca gitmek, savaşa ve cihada çıkmak dili tutmaktan daha zor değildir."
Lokman aleyhisselam oğluna: Eğer söz gümüşse sükût altındır" demiştir. Abdullah ibn-i Mübarek, bunun mânâsını şöyle izah etmiştir: "Allah'a itaat yolunda söz söylemek gümüş ise, mâsıyetten sakınmak için sükût etmek altındır."
Bilinmelidir ki, mâsıyetten sakınmak bütün ibâdetlerden efdaldir. Bu mânâda büyükler: "Ey insan, dilini tut ki seni sokmasın. Çünkü sahib olmazsan o bir yılandır. Kabirlerinde dilinden ölen nice insanlar vardır. Nice kahramanlar onun karşısına çıkmaktan korkarlar," demişlerdir
Susmak selamettir. Asıl olan da budur. Yoksa insan düşünmeden söylediği bir sözden her zaman pişmanlık duyabilir.
İnsan, bir konu üzerinde konuşmağa mecbur edilirse şeriatın emir ve yasaklarını dikkate alarak konuşmalıdır. Yerine göre sükût etmek Allah adamlarının özelliklerindendir.
Yerine göre konuşmak nasıl bir fazilet ise, hataya düşmemek için sükût etmek de aynı şekilde bir fazilettir.
Yeri geldiği zaman gerçeği meydana koymak en şerefli hasletlerden birisidir. Bir münkere mani olmak için ister kendisinden çekinilen, ister bir iyiliği umulan kimseye hakkı söylemek için konuşmak bir güzel haslettir.
İbn-i Abbas radıyallahu anhüma dilini tutarak: "Ya hayır söyleyerek hayra nail ol, yahud şerri söylemekten sakın selamet bul!" demiştir.
Dili muhafaza etmek her yerde ve her zaman en mühim işlerdendir. Çünkü dil kalbde bulunanların tercümanıdır. Dilin hatadan uzak kalması ise kalbe bağlı kalmasıyla mümkündür.
Bazı büyükler demişlerdir ki: "Sükûtu ganimet bilmeyen ve sükûtun faziletini anlamayan kimse konuştuğu zaman boş ve lüzumsuz şeyler konuşur. Onun için dili muhafaza etmek gerekir.
Konuşmanın yerini tutan işaret ve yazı hususunda da aynı şekilde dikkatli olmak, özellikle kitap, makale gibi konularda daha çok dikkatli olmak gerekir.
Ebû Bekr el-Fârisî bana dedi ki: "Kişi, kendisini ilgilendiren ve muhakkak konuşması gereken bir konuda konuşursa lüzumsuz konuşmuş olmaz. Eğer kendisini ilgilendirmeyen bir mevzuda konuşursa boş konuşmuş olur. Bu durumda sükûta riayet etmemiştir.
Zünnûn-i Mısrî hazretlerine: "Kendisine en fazla sahib olan kimdir?" diye sordular. Cevap olarak: "Diline en fazla sahip olandır" buyurdular.
İbn-i Mes'ud radıyallahu anh der ki: "Dilden daha fazla hapsedilmeğe layık hiçbir şey yoktur."
Büyükler, "dil, yırtıcı hayvan gibidir. Eğer ona sahip olmazsan senin ebedi düşmanın olur," dediler.
Mürid her bir nefesini her şeyden kıymetli bilmelidir. Çünkü her bir nefesini nereye kullandığından sorumlu olacaktır.

8. KUSUR GÖRMEMEK: İnsanların ayıplarını görmemektir. Kişi, başkalarının kusurlarını görmek yerine kendi ayıplarını görüp düzeltmek için uğraşmalıdır.
Ayet-i kerimede: "Ey îmân edenler! Zandan çok sakının. Çünkü zannın bazısı günahdır. Bir de tecessüs etmeyin. Birbirinizin gizli hallerini araştırmayın. Birbirinizi gıybet etmeyin. Ölü kardeşinin etini yemeyi sizden hanginiz sever? Allah'dan korkun. Şüphesiz ki Allah tevbeleri kabul eden, rahmet ve merhamet sahibidir." (Hucurat suresi/12)
Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz, "Allah bir kulunu sevdiği zaman ona ayıplarını, kusurlarını gösterir" buyurmuşlardır.

9. KENDİNİ BEĞENMEMEK: Tarikatta ne kadar ilerlerse ilerlesin, nereye varırsa varsın kendisini daha yolun başında görmeli ve öyle kabul etmelidir. Seyyidimiz Hâce Muhammed Bahâeddin Nakşbend hazretlerinin iki vasiyetinden birisi budur. İkinci vasiyeti ise şudur: Sâlik, seyr ü sülûkde en yüksek makam ve mertebelere ulaşsa bile kendi nefsini Fir'avn'ın nefsinden yüz derece aşağı görmelidir. Eğer bunu böyle kabul etmeyip nefsine kıymet verirse onun seyr u sülûkden nasîbi yoktur.
Bu iki vasiyete çok dikkat etmelisin. Salik, göze ve kulağa nasıl muhtaç ise bu tavsiyeye riayet etmeğe de o kadar muhtacdır. Hatta bu vasiyete olan ihtiyacı göze ve kulağa olan ihtiyacından daha fazladır. Çünkü ne zaman kendisine varlık verirse ucbe düşer.
Ucüb, kendini beğenmek, kendine hayran olmak demektir. Bundan Allah'a sığınırız. Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem buyurmuşlardır ki: "İnsanı üç şey kurtuluşa erdirir:
1. Gizlide ve açıkta Allah'dan korkmak,
2. Hoşuna gitse de gitmese de Allah için hakkı söylemek,
3. Darlık zamanında olduğu gibi bolluk zamanında da iktisada riayet etmek."
İnsanı üç şey helake götürür:
1. Herkesin uyduğu hevaya uymak,
2. Kişinin kendi kendisine cimriliği telkin edip fakirlik korkusuyla cimriliğe düşmesi,
3. Kişinin kendini beğenmesidir ki bunlar içinde en tehlikelisi budur.
Allah Teâlâ cümlemizi yukarıda sayılan iyi hasletlere sarılmağa ve bu helak edici şeylerden sakınmağa muvaffak kılsın ve bize iman zevkini duyursun, âmin.
Bilinmelidir ki, ameline güvenmek, sâliklere yolun başında arız olan en kötü tehlikelerden biridir. Kulun amelinin az veya çok olması mühim değildir. Bir başka ifâde ile, kulun amelinin az olması Allah'ın lûtfuna mani değildir. Yeter ki kul Allah'a iltica etsin, aczini itiraf edip O'na yalvarsın.

10. KÖTÜ ARKADAŞI TERK ETMEK: Kötü arkadaşları terk etmektir. Bunun için, kötü arkadaşlarını terk etmeden evvel kendi kötü huylarını terk etmelidir. Çünkü kendi nefsi ona arkadaşlarından daha yakındır. Önce nefsini halletmelidir. Büyükler, "kale içerden feth olunur" demişlerdir.
Şair Lebid bu konuda: "İyi insana nefsinden büyük düşman yoktur. Bundan sonra kişiye gereken iyi arkadaştır," der.
Tecrübe edilmiştir ki, âsilerin yüzlerine bakmak mü'minde göz ve basiret körlüğüne sebeb olur, kalbini katılaştırır. İyi insanların yüzlerine bakmak ise insanın içine genişlik verir.
Sakın kardeşim, kâfirlerin yüzlerine bakmayasın. Allah'ın rızasına muhalif iş yapılan yerlerde, Allah'ın gazabını çekecek yerlerde durmayasın. Çalgı çalınan yerlerde ve zalimlerin kabirlerinin yakınında eğlenmeyesin. Mâsıyet mahallerinde az da olsa beklemeyesin. Mecburen yolun öyle yerlerin önünden geçiyorsa oralardan süratle geçmelisin.

11. NEFSİNE ARKA ÇIKMAMAK: Kendisine bir noksanlık, bir hatâ isnad edildiği zaman nefsi hesabına kendini müdâfaadan sakınmalıdır. Zamanın büyüklerinin kusurlarını aramakla uğraşmamalı, onların beşeriyyet muktezâsı olarak görülebilen hatalarıyla meşgul olmamalıdır. İsimleri anıldığı zaman haklarında ancak iyi konuşmalıdır.
Şeyh Ebu'l-Mevâhib eş-Şâzelî der ki: "Fakirler, yani dervişler halleriyle görünürler, zahir alimler de sözleriyle görünürler.
Şeyh Aliyyü'l-Havvas der ki: "Eğer bir kimse, kendi halini Allah'ın bilmesiyle yetinmeyip nefsini haklı çıkarmak için münakaşaya kalkışırsa Allah'ın kendisini tehlikelerden koruyacağını hesaptan çıkarsın. Kendisi ilmiyle âmil âlimlerin, mürşidlerin, velilerin arkasından gidiyor, onlara mahabbet ediyor da böyle salihler hakkında kötü söylendiği zaman onları müdâfaa için yeteri kadar konuşursa ne âlâ! Eğer bir âlim mürşid, bulunduğu mertebesiyle bir kimseden hürmet görüyor ve sevenleri tarafından müdafaa ediliyorsa bu insanların menfaatinedir..."
Ameller niyetlere göre değerlendirilir.
Müridin sermayesi, herkese iyi niyetli davranmak kimseye kötü söylememek, durumu ne olursa olsun kendisine yöneltilen bir taarruzu gönül hoşluğu ile karşılamaktır. Böyle bir durumda üzerine düşen sabretmektir. Kendisinin muhabbet ettiği ve etmediği kimseler hakkında bir sürü sualleri bırakıp onlar hakkında insanlarla çekişmekten Allah'a sığınmalıdır.
Bazı meşayih demişlerdir ki: "Eğer bir mürid nefsî hazlarını tatmin etmek istiyor, hem de müridlik davası güdüyorsa bilin ki o yalancıdır. Kalbini muhafaza etmeyen, hal ve tavırlarına dikkat etmeyen, lakayd yaşayan, bununla beraber marifete erme davasında bulunan kimse de yalancıdır. Yine halkın övmesini ve yermesini, kabul etmesini ve etmemesini eşit görmeyen, bununla beraber marifete erme sevdasında bulunan kimse de yalancıdır.
Cüneyd Bağdadî kuddise sirruh demiştir ki: "Eğer bir takım alâmetler olmasa idi herkes tarikata girmek ister veya sûfîlik iddiasında bulunurdu. Halbuki Allah Teâlâ "Onları yüzlerindeki alâmetlerinden tanırsın ey Rasûlüm! Onları bozuk, tatsız, kof sözlerinden anlarsın!" (Kıtal suresi/30) buyurmuştur.

12. AZÎMETLE AMEL ETMEK: Daima azimetlerle amel etmeğe çalışmalı, mubahlara asla meyletmemelidir. Çünkü bu sadece vakit kaybetmektir.

13. DÎNİ İÇİN EVLENMEK: Tarikata evli iken giren bir kimse âdabına riayet ederek yoluna devam etmeli, bekâr iken giren bir kimse de tarikin âdabını öğrenip biraz yol aldıktan sonra evlenmelidir. Eğer kemâle ulaşacaksa ancak bu şekilde ulaşır.
Gençler, Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellern'in birden fazla evlenmiş olmasını yanlış anlamamalıdırlar. Dünyada hiçbir şey, Rasûlullah'ı Allah ile meşguliyetten alıkoyamaz ve alıkoyamamıştır.
Büyüklerimizin bu hususdaki edebleri şöyledir: Dünyalık ve fazla mal mülk sahibi olmak için değil, sünnete riayet, iffet sahibi olmak ve dinini ihya etmek için evlenmelidir. Sonra nikâhı takatina göre ve en kolay olacak şekilde yapar. Eğer kadın evlilik hayatında erkekten imkânının dışında bir şey isterse, erkek, Rasûlullah'ın sünnetine uyarak onu haline razı olmakla boşanmak şıkları arasında muhayyer bırakır. Nitekim Rasûlullah'ın hanımları ondan dünyalık istemeleri neticesinde inen ayetin hükmüne göre, hallerine razı olmakla boşanmak şıkları arasında tercih yapmalarını teklif etti. Bu teklife Âişe'den başladı: - Sana bir şey söyleyeceğim. Bu konuda annenle ve babanla istişare et. Kararını ondan sonra bildir. (Sonra inen âyet-i kerimeyi ona okudu'"Ey Peygamber! Hanımlarına de ki: Eğer siz dünya hayatını, onun zînet ve ihtişamını arzu ediyorsanız gelin size boşanma bedellerinizi vereyim de hepinizi güzellikle salıvereyim. Eğer Allah'ı ve Peygamberini ve ahiret yurdunu arzu ediyorsanız, şüphe yok ki Allah içinizden güzel hareketler edenler için büyük bir mükâfat hazırlamıştır."(Ahzab sûresi / 28-29) Bunun üzerine Âişe dedi ki: "Annemle ve babamla senin hakkında mı istişare edeceğim ya Rasûlallah? Ben, Allah'ı, Rasûlünü ve ahiret yurdunu tercih ediyorum. Fakat bunu diğer zevcelerine söyleme! dedi. Rasulullah da: - Eğer isteklerinde ısrar ederlerse vallahi bu ayeti onlara da okuyacağım dedi ve okudu. Onlar da Allah'ı ve Rasûlünü tercih ettiler.

14. ZİKRE DEVAM ETMEK: Zikre iştiyakı geldiği, inşirah kapısı açıldığı andan itibaren Allah'dan gayri bütün mahlûkattan kalben alâkasını kesip, kalabalıklar, topluluklar içinde bile olsa kendini Allah ile beraber bilebilme durumuna gelinceye kadar zikri bırakmamalıdır. Bu böyledir. Çünkü manen mâsivadan alakasını kesmeyene bu kapı açılmaz.
Kendisine gaybet hasıl olmayan kimsenin zikri ancak hasenattan bir hasene olmak durumundadır. Derece katetmek değildir. Kainat ondan perdelenmiş, o ise kendini müşahedeye zorlamaktadır. Daha yapması gereken şeyleri yapmadan fütuhat beklemektedir. Allah ise fütuhat vermesi için kulunun kendisine teveccühünü beklemektedir. Bunun için, bir kerrecik Allah ile beraber olmanın huzurunu duymak, bu mertebeye ermek için gereken zahirî ve bâtınî temizliğe eremediğimiz için bizlere zor gelmektedir.

15. NEFSİNİ HESABA ÇEKMEK: Kendisi için belirli vakitler tesbit edip o vakitlerde nefsini hesaba çekmelidir. Bu en azından günde üç vakit olmalıdır.
Sabaha çıktığı vakit neleri kaybettiğini ve gece Allah için ne yapabildiğini,
Öğle namazından sonra, öğleye kadar ne yapabildiğini, Akşam namazından sonra da "Bugün Allah için ne yapabildiğini" kendisine sormalıdır.
Bundan sonra derhal acz ü fakrını ifâde eden bir dil, kırık bir kalb, fânî bir varlık ile Allah'dan nefsine karşı yardım istemeli ve emânına sığınmalıdır.

16. BÜYÜKLENMEMEK : Büyüklenmeyi, kendi başına buyruk hareket etmeyi terk etmelidir.
Ebû Ali Ruzbârî der ki: "Kendinden büyüğe karşı büyüklenmek haddini bilmemektir. Kendi emsaline karşı büyüklenmek edeb noksanlığıdır. Kendinden küçüğe karşı büyüklenmek ise acizlik alametidir.
Bazı büyükler, kendilerine karşı büyüklenenlerin kendilerinden aşağı seviyede olduklarını, kendilerine tevazu gösterenlerin de yüksek mertebede olduklarını söylediler.
Büyüklerimiz buyururlar ki: Kişinin kendini beğenmesi, aklının fesada uğramasının ana sebebidir. Çünkü Allah Teâlâ: "İşte âhiret yurdu ki biz onu yeryüzünde büyüklük ve fesad arzusunda olmayanlara vereceğiz. İyi sonuç ise Allah'ın azabından sakınanlarındır" buyurmuştur. (Kasas Suresi/83)
Şeyh Aliyyü'l-Havvâs şöyle der: "Bir haslet vardır ki kul onu nefsinden bilirse mertebesi Allah'ın ve insanların yanında çok düşük olur. Bu haslet, ilim, fazilet ve iyi insan olma vasıflarında kendini akranından üstün görmesidir. Bu, onun helaki için kâfidir."
Edeb sahibine gereken, müslümanlardan hiçbir kimseyi küçümsememektir. Asilerden, günahkarlardan hiçbir kimseyi de tahkir etmemeli, onların günah ve isyanları bahanesiyle kendine pay çıkarmamalıdır. Bir kerre düşünmelidir ki: Eğer Allah onu böyle bir yola sokup öyle insanlardan üstün kılmasa idi hali onların hallerinden daha kötü olacaktı. Salik, kendini iyi insanlardan üstün görmedikten başka fasıklardan bile üstün görmemelidir. Üzerindeki nimeti Allah'dan bilip şükrünü edaya çalışmalı ve kimseye hor bakmamalıdır. Allah cümlemizi böyle vartalardan korusun.

17. KALB HUZURU İLE NAMAZ KILMAK: Her namaz kılacağı zaman kendi zahirini ve bâtınını sık sık yoklamalı, bâtınî âfetlerden kibir, dünya sevgisi ve benzeri şeyleri içinden temizlemeli, bunların netice verdiği kötü hasletlerden kurtulmaya çalışmalıdır.
Namaza, bu hasletlerden temizlenmiş, hiç olmazsa temizlenmeye azmetmiş olarak kalkması, rabbine selim bir kalb ve temiz bir beden ile münacat etmesi gerekir. İlahi huzurun kapısında melekler dururlar ve bakarlar: Kimde hased, kin, kibir, hile ve dünya sevgisi gibi şeyler varsa onu huzura almazlar.
Şeyh Ebu Bekr Kettânî der ki: "Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Hangi bir kul ki kalbinde iki arzu vardır, ben ondan uzağım. Bu iki arzu: Ma'sıyet arzusu ve mal sevgisidir."
Salikin, rabbı huzurunda kalb-i selim ile durup cesedi ile beraber kalbinin de namaz kılması lazımdır. Kalbinde Allah'ın sevmediği bir haslet bulunarak huzura gelen bir kimse kalb-i selim ile huzura çıkmış değildir.
Bâtınına bakmayıp sadece zahiriyle meşgul olan kimse bir uyuz gibidir ki doktor ona hem içildiğinde hastalığı kökünden kesecek bir ilaç, hem de derisine sürülecek bir ilaç vermiştir. O ise hastalığı kökünden tedavi edecek olan ilacı bir kenara atıp uyuz taraflarına ilaç sürmekle meşgul olmaktadır. Halbuki dışına ne kadar ilaç sürerse sürsün içinden bir başka uyuzluk tepecek ve hastalığı devam edecektir.
Eğer riya ve iki yüzlülük gibi çirkin hasletlerin asılları içeride duruyorsa, bu illetlere mübtelâ olan kimse istese de istemese de bunun eseri görülecektir. Hastalık içeriden ve dışarıdan kendini gösterecektir. Vesvese belasına duçar olanların ekserisinin halleri budur.
Akıllı kimse eve kapısından giren, yani her bir hastalığın aslı, kaynağı, sebebi neyse onu doğru tesbit edip tedavisi için sağlam yolu arayan kimsedir.

18. KUSURUNU BÜYÜK GÖRMEK: Derecesi yükseldikçe, kendini her an huzurda bilme şuuruna yaklaştıkça, gözünde kendi ayıplarının büyümesi lazımdır. Halbuki halkın ekserisi bir hayırlı amel işlese kemale erdiğini ve huzura yaklaştığını iddia eder.
Ehlullahın ilimleri ruhlarına yerleşmiştir. Bu ilimleri, onların tevazularını ve nefislerine karşı galebelerini sağlar. Başkalarının ilimleri ise nefislerinde olduğu için ilimleri arttıkça kalblerini bir duman ve zulmet kaplar.
Allah kendilerinden razı olsun, selef alimleri böyle değillerdir. Onlardan her biri ilminin derecesine göre Allah'dan korkarlardı. İçlerinde, bir günahından dolayı helaki hak ettiğine ve Allah'ın, lûtfuyla kendisini fazladan yaşattığına inananlar vardı.
Yine onlar, bir zifiri karanlıkta bilmeden baştan aşağı yamalıklı ve kusurlu bir elbise giyip, nura doğru yaklaştıkça birer birer bu yamalarını, kusurlarını gören ve mahcubiyeti artan bir kimse gibiydiler.
İnsanın ilmi arttıkça tevazuu artır. Kişinin cehli arttıkça tekebbürü artar. Bunun bir misali de, meyveli dalların eğilip, meyvasız dalların dimdik durmasıdır.
Gavs-ı Âzam Abdülkadir Geylânî Hazretleri ihvanına derdi ki: "Ben Allah'a gece kaaim, gündüz sâim olmakla ve ilim öğretmekle vâsıl olmadım. Allah'a vâsıl olmamın sebebi; cömerdliğim, mütevazi bulunmam ve sadrımın selim olmasıdır.
Gavs-ı Âzam Hazretlerinin bu sözü de gösteriyor ki cömerdlik de önemli esaslardan birisidir. Tevazu ile de sâlik kemale ermenin temelini atmış olur. Yoluna dikilen bütün engeller böylece ortadan kalkmış olur. Bunun için hadisde varid olmuştur: "Cennette öyle odalar vardır ki, dışı içinden, içi dışından görünür. Allah Teâlâ bu odaları güzel ve tatlı söz söyleyenler, yemek yedirenler, oruca devam edenler ve gece insanlar uykuda iken namaz kılanlar için hazırlamıştır."
Bu hadis-i şerifi beraberce düşünelim:
Burada Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem güzel ve yumuşak söz söylemeyi emir buyurmuşlardır. Bu, tevazuun eseri olmakla ona işarettir.
Sonra yemek yedirmeyi emir buyurmuşlardır. Bu da cömerdliğin eseri olmakla ona işarettir.
Bundan sonra orucu ve namazı zikretmişlerdir.

19. NEFSE MUHALEFET ETMEK: Tarîk-ı ilâhîde sülukü devam ettiği müddetçe nefsine muhalefet etmesi lazımdır. Kitab ve sünnetle te'yid edilen hakikat da budur. Çünkü Cenab-ı Hak: "Rabbının huzurunda durmaktan korkan, nefsini heva ve hevesden alıkoyan kimseye gelince, işte cennet onun varacağı yerin ta kendisidir." (Naziat/40-41) buyurmaktadır. Bu ayetinde insanlardan hiçbir kimseyi istisna etmemiştir.
Şeyhülislam Zekeriyya el-Ensârî "Şerhu'l-münferice" adlı kitabında der ki "Âlimler 'nefse muhalefet, ibadetin başıdır" buyurmuşlardır."
Şeyh Abdülkâdir Geylânî hazretleri buyurmuşlardır ki: "İbadetlerin efdali, nefis ve hevaya muhalefet etmek ve devamlı surette mâsivâdan yüz çevirerek Allah'a yönelmektir."

20. MAKSÛDA ULAŞMAK: Kendi bulunduğu makamı bilsin veya bilmesin, menzil-i maksudu görünceye kadar seyr u sülûküne devam etmektir. Menzil-i maksûdu göründükten sonra cisim ruha tabi olur ve yola böyle devam edilir.
Şeyh İbrahim ed-Düsûkî der ki: "Evladlarımdan ancak vakitlerinin kıymetini bilip Allah'dan bir an gaflet etmemeye gayret gösteren, durup dinlenmeden maşukunun menziline ulaşmak için yol alan ve menzil-i muksûduna ulaşanları seviyorum. Onlar menzillerine ulaşınca maşukları der ki: "Allah sa'yini meşkûr etsin. Kan-ter içinde bizim menzilimize ulaşmak için koştun. Sağa-sola bakmadan, mâsivâya takılmadan ve maksadından gözlerini ayırmadan yoluna devam ettin. Acıktın, susadın fakat yolundan dönmedin. Fakat niceleri azıcık bir zorluk görmekle yarı yoldan dönüverdiler. Sen ise sebat ettiğin için bizim sarayımıza salimen vâsıl oldun. Burada ebediyyen ve bütün tehlikelerden emin olarak yaşayacaksın. Sana vereceğimiz ziyafetlerimiz sonsuzdur."
Şeyh İbrahim ed-Düsûkî kuddise sirruh yine der ki: "Sâlik, arkası arkasına iki nefes alıp da o nefeslerinde zikrullahdan gafil olursa yerinde sayıyor demektir. Böyle bir mürid benim evladım değildir."
Şeyh Mübarek bin Seleme el-Kaysî der ki: "Allah bize feyiz ve bereketlerini daima nasib etsin. Allah'a giden bir müridin, ikindi namazını, öğle namazını kıldığı yerde, yani bu zaman içinde bir ilerleme kaydetmeden eski vaziyetinde kılması onun için çok ayıptır. Madem ki yola çıkmıştır, himmet elbisesini giyip, azm atına binip, beldeler, diyarlar aşarak aslî vatanına doğru yol alması gerekir."
Büyükler demişlerdir ki: "Başlangıç halinde bir hamlesi olmayan kimseye rahatça oturacağı bir yer yoktur. Yani yolun daha başında iken, gençliğin kuvvetine, sıhhatine ve zindeliğine göre bir sa'y ü gayreti olmayan kimse bunları ihtiyarladığı zaman yapamayacaktır."
Başak isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Etiketler
adabı, karşı, müridin, nefsine


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


gizli ilimler gizli ilim
Tüm Zamanlar GMT +4.5 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 16:14.


Powered by vBulletin® Version kapalı
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.6.0
YASAL UYARI : İçerik sağlayacı paylaşım sitelerinden biri olan Ruhani.Net Adresimizde 5651 Sayılı Kanun'un 8. Maddesine ve T.C.K'nın 125. Maddesine göre TÜM ÜYELERİMİZ yaptıkları paylaşımlardan sorumludur. Ruhani.Net hakkında yapılacak tüm Hukuksal Şikayetler, Yöneticilerimiz ile iletişime geçilmesi yada iletişim formunu doldurulması halinde ilgili kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde Ruhani.Net yönetimi olarak tarafımızdan gereken işlemler yapılacak ve size dönüş sağlanacaktır. her yürlü sorunlar için email ; ruhaninet@gmail.com
sakarya escort sakarya escort sakarya escort sakarya escort serdivan escort izmir escort eporner