Ruhani  

Go Back   Ruhani > İslamiyet ve İslami İlimler > Peygamberler
Kayıt ol Yardım Topluluk Ajanda Bugünki Mesajlar Arama

Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Arama Stil
Alt 01-20-2012, 19:09   #1 (permalink)

 
Sahir - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Üyelik tarihi: Dec 2011


Mesajlar: 656
Konular: 633

Karma Puanı: 10

Standart Musa Aleyhisselam

HZ. MÛSÂ (A.S)

"(Ey Muhammedi Sana indirdiğimiz) Kitap (Kur'an)'da (Firavun ile olan kıssasını, o müşriklere) anlat. Çünkü o, seç*kin kılınmış bir kimse ve (tarafımızdan) gönderilmiş bir pey*gamberdir." (Meryem: 19/51)

Hz. Mûsâ (a.s)'m, Firavunla olan kıssası[1] Kur'ân-ı Ke-rîm'in bir çok surelerinde çeşitli şekil ve üsluplarla anlatılmış*tır.

Hz. Mûsâ (a.s)'m, İsrail oğullarıyla olan kıssası[2] ise, keza açık, detaylı ve net bir şekilde geniş olarak, özellikle de A'raf[3] ve Kasas[4] surelerinde; kendine özgü bir şekilde or*taya konulmuş ve açıklanmıştır.

Hz. Mûsâ (a.s)'m Firavun ile olan kıssası[5] ise; sadece hir şahsın, bir hükümdarla ve bir peygamberin büyük bir zorbayla arasında geçen tek bir kıssadan ibaret olmayıp her zaman ve her mekanda tekerrür edebilecek ve her vakit ile her zamanda ortaya çıkabilecek bir kıssadır. Bu kıssa; zor bir olayın gerçek*te şekillenişi, hak-batıl arasında mücadele edenlerin çatışması ve Rahman'ın ordusu ile şeytanın ordusu arasında alışılmış bir savaşın kıyasıya mücadelesidir. Allah'ın veli kullan ile Al*lah'ın düşmanları arasında geçmekte olan bu savaş, insan var*lığının ortaya çıkışından ve yine davetçilerin, ıslahatçıların, nebilerin ve resullerin hayat sahnesine çıkmasından itibaren kıyamete kadar devam edecektir

Tağut, batıl davası ve şeytanın ordusundan oluşmuş ço*ğunlukta bulunan bir kesimin yanında durarak; imana, tevhide ve semavi risaletlere karşı meydan okumaktaydı. Hakk ise; hayırlı kimselerin özünden, nebiler, resuller, davetçiler ve ısla*hatçılardan oluşmuş azınlıkta bulunan bir kesimin yanında durmaktaydı. İman ile küfür ve Hak ile tağut arasındaki bu sa*vaş kızışıp şiddetlendi. Sonuçta ise çok yorucu ve zorlu bir mücadelenin sonunda iman, küfre karşı zaferi kazandı ve Hak böylece batıla karşı yücelmiş oldu. Çünkü yardım, iman ordu*sunun yanındaydı. Yüce Allah, bunu destekleyici mahiyette şöyle buyurmaktadır:

"Doğrusu Biz, (batıla karşı mücadele eden) peygamberle*rimize ve (onların destekçileri olan) müminlere, dünya hayatında ve şahitlerin şahitlik edecekleri kıyamet gününde yardım ederiz"[6]

İşte iman ve hakkın; küfre ve tağuta karşı zafer kazanması, dünya hayatındaki Allah'ın sünnetidir. Allah'ın sünnetinde ise bir değişme olmaz. Kötülük, kocaman inatçı bir düşman sure*tinde bulunur. Barışı, selameti, insafı ve vicdanı yoktur. Hal*buki Hak ise Rabbani daveti yerine getirmeyi ister. Hayrı, hedef tutar. Sevgi, kardeşliğe ve insanlığa çağırır. Yeryüzünde 1 yaşayan halklar arasında adaleti ve barışı yerleştirmeyi çalışır!.

Kötülük; kızgınlığı açıkça belli olan, kirlenmiş, ama sesi kesilmiş ve köpek dişlerini sırıtarak gösteren bir varlığa bü| rünmüş olarak durmaktadır. Bu nedenle de Allah'ın peygaı berleri ile veli kullarında bulunan Rabbani davetin üstün mezif yetini, temizlik ve safiyetini yok etmek istemektedir.

Buna, Kur'ân-ı Kerîm'in anlattığı kıssalar da tehdit yollu açık seçik örnekler verilir. Çünkü peygamberler, azgın ve taş-km kimseler tarafindan kötülüğe hedef tutulmuşlardır. Yüce Allah bu konuyu şöyle anlatmaktadır:

"Kafirler, (kendilerine gönderilmiş) peygamberlerine: 'Ya bizim (mensup olduğumuz şirk) dinine geri dönersiniz ya da sizi, memleketimizden çıkarırız' dediler. Bunun üzerine Rabbleri, peygamberlere: 'Biz, (size ve bana karşı yaptıkları haksızlıklardan dolayı) zalimleri mutlaka helak edeceğiz. On*lardan sonrada yeryüzüne sizi yerleştireceğiz. Bu, makamım*dan ve tehdidimden korkanlar içindir' diye vahyetti. Peygam*berler de (Allah'tan) yardım istediler. Böylece (Allah'ın yar*dımıyla) her inatçı zorba hüsrana uğradı. "[7]

İşte bu düşünce, her zaman her vakitte bulunabilen tağutlarm düşünce şeklidir. Bu düşünce şekli, hiçbir zaman delil ve ispat yoluyla anlaşılmaz. Akıl ve mantık ölçüsü yok*tur. Onun yolu ancak; "saldırma", "korkutma", "cezalandırma" ve "azablandırma" şeklindedir.

Nitekim Yüce Allah, bu yolu, Firavunun ağzından naklen şöyle buyurmaktadır:

"Onların oğullarını öldürüp kadınlarını da sağ bırakmak suretiyle elbette biz onları ezecek üstünlükteyiz. "(A'râp 7/127)

İşte bu düşünce, Hz. Mûsâ (a.s) zamanında yaşayan Fira*vunun düşünce şeklidir. Genel olarak ise, her zamanda ve her mekanda var olabilecek "Firavunluğun" düşünce şeklidir.

Peygamberlerin düşünce şekli ise; akıl ve hikmet doğrul*tusunda gelişen bir düşünce şeklidir. İşte bu düşünce şekli, kendisine çeşitli eziyetleri ve zulümleri tattırdıktan sonra kav*mine şu sözü söyleyen Hz. Mûsâ (a.s)'m sözünde de şöyle or*taya çıkmaktadır:

"Mûsâ, (Firavunun sözlerinden ve tehdidinden dehşete ka*pılan) kavmine: 'Allah'tan yardım isteyin ve (başınıza gelebi*lecek olan şeylerde) sabredin. Yeryüzü şüphesiz ki (Firavun değil,) Allah'ındır. Allah, kullarından dilediğini yeryüzüne mirasçı kılar. Sonuç; (Firavun ve onun hanedanının değil,) muttakilerindir' dedi."[8]

Görüldüğü üzere, bu ayeti kerimede; bütün resullerin ve nebilerin davetlerinde yön ve hedefin bir tek olduğu güzel bir şekilçle bize açıklanmış oluyor. Nitekim aynı şekilde burada sapıklık ehli ile batıl davetçilerin tek gaye ve tek hedefte ittifak etmeleri de ortaya çıkıyor. İşte bu durum, hak ile batıl ve hida*yet ile sapıklık arasındaki mücadelenin her vakit ve her zaman da tekerrür etmiş bir şeklidir. Bunun sonucu ise -daha öncede geçtiği üzere- inanç ashabının ve iman ehlinin zaferi kazanma*sı ve sapık ile zalimler topluluğunun ise hezimete uğratılması şeklinde ortaya çıkmıştır. Yüce Allah, bu sonucu şöyle haber vermektedir:

"Biz, yeryüzünde muşta zaf olanlara iyilikte bulunmak, onları (yeiyüzünde) önderler kılmak, onları (mülk ve egemen*likte başkalarına) vâris yapmak, onlara yeryüzünde (egemen*lik vennek suretiyle) imkan hazırlayıp yerleştirmek ve onlara Firavun, Haman ve ikisinin askerlerine de (israil oğullarının hakimiyeti altına girmekten) çekinmekte oldukları şeyleri gös*termek istiyorduk."[9]

İşte bu kıssa, Hz. Mûsâ (a.s)'ın Firavun ile olan kıssasın*dan bir ibret tablosudur. Bu kıssa, sadece Hz. Mûsâ (a.s) ilef smırlanmayıp bütün nebiler ve resullerin kıssaları içinde ge1çerlidir. [10]

Hz. Mûsâ (a.s)'ın Soyu:

Tarihçilerin kaydettiğine göre; Hz. Mûsâ (as)'m soyu şu şekildedir: Mûsâ b. İmrân b. Yashur b. Kâhis b. Lâvi b. Ya'k'ûb b. İshâk b. İbrahim.[11]

Yüce Allah, Hz. Mûsâ (a.s)'ı, Firavuna, kendi risaletini tebliğ etmek için göndermek istediğinde, Hz. Mûsâ (a.s)'a des*tekçi ve yardımcı olarak kardeşi Hz. Hârûn (a.s)'ı onunla bir*likte Peygamber olarak göndermiştir.[12]

İşte Hz. Hârûn (a.s)'ın, Hz. Mûsâ (a.s) ile birlikte Firavuna gönderilmesi görevi, Hz. Musa'nın: "Ailemden kardeşim Harun'u bana vezir yap" (Tâhâ: 20/30) şeklinde yapmış ol*duğu duadan dolayı idi. [13]

Hz. Mûsâ (a.s)'ın Doğumu:

Hz. Mûsâ (a.s), Allah'ın en büyük düşmanlarından biri o-lan tuğyan ve zorbacılığıyla meşhur olan tağut Firavunun za*manında doğdu.

Firavun, Allah'ın mülkünde O'nunla çekişti. Azgınlığını ve isyanını ilan etti. Rablığmı ve Allah'ın dışında tek tapılacak ilahın kendisi olduğunu iddia etti. İşte bu tağutun ismi, Velid b. Mus'ab idi.[14] Lakabı ise, Firavun idi. Firavun lakabı, Mısır ülkesinde zorbacılığıyla tanınmış her hükümdara verilen bir isimdi. Aynı şekilde Kisra lakabı da, eski Fars şehirlerindeki hükümdarlardan her biri için kullanılan bir lakaptı. Kayser la*kabı da, Rum şehirlerindeki hükümdarlardan her biri için kul*lanılan bir lakaptı.

Firavun Velid, -Hz. Yûsuf (a.s)'ın İslam'a davet ettiği-kardeşi Kâbûs'un ölümünden sonra onun yerine tahta geçmişti. Kâbus, Hz. Yûsuf (a.s)'m davetinden kaçınıp iman etmemiş*ti.[15] Kâbus, zorbacı ve bilgili bir kimseydi. Hz. Yûsuf (a.s), Kâbus zamanında, Rabbinin komşuluğuna göç etmişti. Kâ*bûs'un saltanatı ise uzun bir müddet sürdü. Kâbûs'un bu salta*natı zamanla daha da şiddetlendiyse de bir müddet sonra hefak olup gitti.

Firavun Velid, kardeşinin yerine tahta geçince, İsrail oğul*larına karşı olan zalimliği daha da arttı ve onlara, çeşitli zulumleri ve işkenceleri tattırdı. Firavunun İsrail oğullarına karşı giriştiği zulmü neredeyse İsrail oğullarının soyunu bitirecekti. Bu zalim ve zorbacı Firavun, kardeşi Kâbus'dan daha da az-gmlaşmış, daha da kafırleşmiş ve zorbalaşmıştı. Firavunun sal-tanatlık günleri gitgide daha da şiddetlendi. Hz. Yûsuf (a.s)'m ölümünden sonra İsrailoğulları ise, atalarının dini üzerindeydi-ler. Atalarının dini ise, Hz. İbrahim (a.s)'m kolaylık dini olan Haniflik dini idi.

İsrail oğulları, Hz. Yûsuf (a.s)'m ölümünden sonra kendi*lerine daha önceden ve sonradan hiçbir kimsenin tattırmadığı zulmü ve işkenceyi bu zalim ve zorbacı Firavundan gördüler. Firavunlar içerisinde, bu zorbacı Firavundan daha zalimi ve daha azgını o zamana kadar daha hiç gelmemişti.

Nitekim Yüce Allah. Kasas Sûresinde, Firavunun bu zul*münü ve azgınlığını şöyle anlatmaktadır:

"(Ey Muhammedi) İman eden bir topluluk için Mûsâ ve Firavundun kıssasını olduğu gibi sana anlatacağız. Firavun, yeryüzünde (egemen olduğu topraklar üzerinde) zorbalığa yö*neldi. Ve halkını da (istediği şekilde kendisine boyun eğip itaat edecekleri ve hiç kimsenin itaatsizlik edemeyeceği şekilde) fır*kalara ayırdı. İçlerinden bir fırkayı (Israiloğullarını) muşta'zaf bularak onların oğullarını boğazlıyor ve kızlarını da (hizmetçi olmak üzere) sağ bırakıyordu. Şüphesiz ki o, (böyle yaptığından dolayı) fesatçılardandı. Bizde, yeryüzünde (bu) muşta'zaf olanlara iyilikte bulunmak, onları yeıyüzünde ön*derler kılmak, onları (mülk ve egemenlikte başkalarına) varis yapmak, onlara yeıyüzünde (egemenlik vermek suretiyle) im*kan hazırlayıp yerleştirmek ve onlara, Firavun, Haman ve iki*sinin askerlerine de (İsrail oğullarının hakimiyeti altına gir*mekten) çekinmekte oldukları şeyleri göstermek istiyordu."[16]


Firavunun Hükümdarlık Müddeti:


Firavun, İsrailoğullan içerisinde 400 seneden fazla yaşa*mıştı. Firavun, onları kötü işkencelere maruz bırakıyor, onları zorla emri altına alarak en kötü ve değersiz işlerde hizmetçi olarak iş gördürüyordu. Ayrıca onları, daha iyi emri altına al*mak için çeşitli fırkalara da ayırmıştı.[17] Onlardan bir fırka bi*na inşa etmede, bir fırka ziraatla uğraşmakta, bir fırka insanın pislikleri temizleme yani bugünkü anlamda kanalizasyon işin*de çalışmakta ve çalışmaya ehil görülmeyenden de cizye alın*maktaydı.

Nitekim Yüce Allah, Kur'an'da bu konuyu şöyle anlat*maktadır:

"Size işkence eden, kadınlarınızı (hizmetçi olarak kullan*mak için) sağ bırakıp oğullarınızı boğazlayan Firavun hane*danından sizi kurtarmıştık..."[18]

Her türlü şeyden münezzeh Yüce Allah, Israiloğullarını, bu tağut ve zalimin şerrinden kurtarıp ve onun zulüm ile tuğ*yanından İsrailoğullarmı çekip çıkararak feraha kavuşturmak için onlara Hz. Mûsâ (a.s)'ı Peygamber olarak gönderdi.[19]

Hz. Musa (a. s)'m İsrail oğullarına Peygamber olarak gön*derilişi, hiç kuşkusuz onlara bir rahmet ve onları, bu zalim zorbaci hükümdarın zulmünden kurtarmak içindi. [20]


Firavunun Rüyası:


Firavun, bu işi de kontrol etmek için; onların arasından çe*şitli temsilciler de seçti. Fakat ebeler, Firavundan korktukla*rından dolayı İsrail oğulları kadınlarından doğan her erkek ço*cuğu hemen doğar doğmaz öldürmek suretiyle Firavunun em*rini yerine getiriyorlardı. Kız çocuklarına gelince ise onları erkek çocuklarının aksine öldürnıeyip hizmetçi olarak kullan*mak için ve onları zorla emirleri altına almak için sağ bırakı*yorlardı. İşte Yüce Allah'ın "Kadınlarınızı sağ bırakıp oğulla*rınızı boğazlayan " (Bakara:2/49) ayetinin anlamı bundan do*layı idi. O vakitte doğan İsrail oğullarının erkek çocukları, işte Firavunun emriyle böyle öldürülmekteydi. Böylece Firavun, o sırada doğan çocukları öldürttüğü gibi ondan sonra da öldürt-me işine devam etti. Firavunun adamları, İsrail oğulları içeri*sinde hamile olan kadınlara eziyet etmeye başladılar. Öyle e-ziyet ediyorlardı ki, sonunda kadın, çocuğunu düşürüyordu. O sırada İsrailoğulları içerisinde bulunan yaşlılar ve ihtiyarlar; erkek çocuklarının öldürülmesi ve kadınların çeşitli işkencele*re tabi tutulmasından dolayı onlar arasında da ölümler hızlan*dı.

Bunun üzerine Mısır'daki Kıptî liderler, İsraiîoğulları içe*risinde doğan erkek çocuklarının öldürülmesini ve ihtiyarla*rında ölüp gittiğini görünce telaşa kapılarak hemen Firavunun huzuruna çıkıp ona:

- "Sen, İsrail oğullarını küçük çocuklarını Öldürüyorsun. Üstelik ölüm, onların içerisinde bulunan ihtiyarlar ve yaşlılar arasında da meydana gelmeye başladı. Yakında bizim dışımız*da işleri yapacak hiçbir kimsenin kalmamasından ve bundan dolayı da bütün işlerin bizim üzerimize kalmasından korkuyo*ruz. Sen, onların erkek çocuklarını sağ biraksan iyi olacak" dediler.

Bunun üzerine Firavun, adamlarına; İsrail oğullarının er*kek çocuklarının hepsinin helak olmaması için, doğan erkek çocuklarını, bir yıl öldürmelerini ve bir yılda sağ bırakmalarını emretti."[21]


Hz.Mûsâ (a.s) ile Hz. Hârûn (a.s), Ne Zaman Doğdular?

İsrail oğullarının erkek çocuklarının öldürülmesiyle onlar üzerindeki işkencenin artmasından ötürü Firavun, Kıptî lider*lerin istekleri üzere, İsrail oğullarının doğan erkek çocuklarını bir yıl öldürmelerini ve bir yıl ise sağ bırakmalarını emretmiş*ti.

İşte Hz. Hârûn (a.s), erkek çocuklarının öldürülmeyip sağ bırakıldığı yıl içerisinde doğmuştu.[22] Hz. Mûsâ (a.s)'da, erkek çocuklarının öldürüldüğü yıl içerisinde doğmuştu.

Hz. Mûsâ (a.s)'ın doğumuna gelince onun doğumu, daha önce geçtiği üzere, erkek çocuklarının öldürüldüğü yıla rast*lamıştı. Hz. Mûsâ (a.s)'m annesi doğum yapacağı zaman yak*laştığında, Firavunun yapmış olduğu zulmü gördüğünden do*layı kederi ve tasası daha da artmıştı. Bunun üzerine Yüce Al*lah, onun üzüntüsünü gidermek için ona, (ilham vasıtasıyla) korkamamasmı ve üzülmemesini vahyetti. Çünkü doğacak o-lan bu çocuğun durumu; büyük olacak, Allah onu Firavunun tuzağından koruyacak ve daha sonrada onu peygamberlerinden kılacaktı. Böylece Yüce Allah, Hz. Mûsâ (a.s)?m annesinin kalbine sükuneti attı ve ona oğlunun öldürülmesine dair bü*kerim gelmediği müddetçe oğlunu emzirmesini, korku geldi*ğinde ise oğlu için odun ve tahta parçalarından bir sandık yapmasını, daha sonrada oğlunu onun içine koymasını ve onu Nil Nehrine bırakmasını ve bundan dolayı da üzülmemesi ge*rektiğini ona (ilham yoluyla) vahyetti. Çünkü oğlu, Yüce Al*lah'ın koruması ve gözetimi altındaydı. Allah ise koruma ve yardım bakımından her şeye gücü yetendi...

Nitekim Yüce Allah, Kasas Sûresinde, Hz. Mûsâ (a.s)'m annesiyle ilgili olan bu durumu şöyle anlatmaktadır:

"Musa'nın annesine; 'onu emzir, onun için (onun öldü*rülmesinden) korktuğun zaman (odun ve tahta parçalarından yaptığın sandığın içerisine koymak suretiyle) onu (Mısır'daki Nil nehrinin) suya bırak! (Suda boğulmak, kaybolmak gibi ona bir zarar geleceğinden) korkma! Ve (ondan ayrılacağından dolayı da) üzülme! Şüphesiz Biz, onu, sana (uygun bir şekilde) döndürecek ve onu peygamberlerden kılacağız' diye (ilham ya da rüya şeklinde) vahyettik, "[23]
Yüce Allah'ın, Hz. Mûsâ (a.s)'i Koruması ve Firavunun Sarayında Yetiştirmesi:

Hz. Mûsâ (a.s)'ın annesi, oğlunu gizli olarak doğurmuş*tu.[24] Annesi, Yüce Allah'ın korumasına güvenmiş olduğun*dan dolayı oğlunu rahatlık içerisinde emzirmeye devam etti.

Hz. Mûsâ (a.s)'m annesi, Firavunun kan döken zebanileri*nin, oğlunu bulup öldürecekleri hususunda korkuya düşünce, bir sandık yapıp onun içerisine biraz pamuk döşedi. Daha sonrada oğlunu, sandığın içerisine koyup sandığın ağzını kilitledi ve sandığı Nil Nehrine bıraktı. Kızma da sandığı uzaktan takip etmesini emretti. Hz. Mûsâ (a.s)'m annesi, bunların hepsini, her şeyden münezzeh Allah'ın (ilham veya rüya vasıtasıyla olan) vahyi ile yapmıştı.[25] Hz. Mûsâ (a.s)'m annesi, her şey*den münezzeh Allah'ın bu çocuğu koruyacağını, onu tekrar kendisine döndüreceğini ve Firavunun gözü önünde olsa bile onu öldürmeye güç yetirenleyeceğine kesin olarak inanmıştı.

Hz. Mûsâ (a.s)'m annesi, sandığı Nil Nehrine bırakınca su, sandığı alıp götürür bir vaziyette iken dalga sandığı bir yukarı kaldırıyor, bir aşağı indiriyordu. En sonunda sandık, bu şekliy*le Firavunun sarayına ulaştı. Firavunun cariyeleri bir ara Nil nehrinde yıkanır ve süslenir bir vaziyette iken Nil nehrinde kendilerine doğru akıp gelmekte olan -Hz. Mûsâ (a.s)'ın için*de bulunduğu- sandığı durdurup aldılar. Onlar, sandığın içeri*sinde bir mal olabileceğini zannetmişlerdi. Cariyeler, sandığı buldukları şekilde alarak efendileri olan Firavunun karısı Asi-ye'ye götürdüler. Sandığı açtıklarında, içerisinde bir çocuk buldular.

Yüce Allah, anında Hz. Mûsâ (a.s)'m sevgisini, Asiye'nin kalbine atmıştı. Asiye'nin kocası olan Firavun, bu olayın üze*rine çıka geldiğinde, onların yanında bir çocuk gördü ve onu, öldürmeyi isteyerek hemen cellatlarına onu öldürmelerini em*retti.[26] Bunun üzerine Asiye, Firavuna, çocuğu kendisi için sağ bırakmasını istedi. Çünkü Asiye'nin çocuğu olmuyordu.

Nitekim Yüce Allah, Kur'ân-ı Kerîm'de, Asiye'nin bu sö*zünü şöyle anlatmaktadır:

"(Bu çocuğu öldürme! Belki o,) hem benim için ve hem de senin için göz aydınlığı (huzur kaynağı) olur. Onu öldürmeyin. Belki size faydası dokunur veya onu oğul ediniriz."[27]

Günün birinde Asiye, Firavuna, Hz. Mûsâ (a.s)'ı uzatarak: "Hem benim ve hem de senin için "göz aydınlığı" olan bu ço*cuğu al" demişti. Firavun ise Asiye'ye: "Bu çocuk, senin için göz aydınlığıdır.[28] Benim ona ihtiyacım yoktur" diye karşılık verdi.

Bazılarının naklettiğine göre: "Eğer Firavun, Hz. Mûsâ (a,s) için; "benim içinde göz aydınlığıdır" demiş olsaydı; belki Allah, onu, Hz. Mûsâ (a.s) ile iman etmeye ulaştırırdı. Tıpkı Asiye'nin böyle söylemesinden dolayı hidayete ermesi gibi. Fakat Firavun ise Asiye'nin aksine, bu sözü söylemeyi terk ettiğinden dolayı mesut olamadı ve hidayete eremedi Aksine o, azgın ve zalim bir kimse olarak hayatını sürdürdü.[29]


Hz. Mûsâ (a.s)'a Annesinin Dışındaki Süt Annelerinin Yasaklanışı:


Asiye'nin, Firavundan; Hz. Mûsâ (a.s)'ı bağışlamasını is*tediği ve Firavun'un da, Hz. Mûsâ (a.s)'ı, hanımı Asiye'nin hatırı için bağışladığı andan itibaren Hz. Mûsâ (a.s), Asiye'nin yanı başında Firavunun sarayında hayatını sürdürdü.

Allah, Hz. Mûsâ (a.s)'m sevgisini, Asiye'nin kalbine -daha Öncede geçtiği üzere- yerleştirmişti. Aynı şekilde Hz.

Mûsâ (a.s)'ı, (zamanla) Firavuna, hem sevdirmişti ve hem de merhamet göstermesini sağlatmıştı. Nitekim Yüce Allah'ın şu ayeti, bunu doğrulamaktadır:

"(Allah, Musa'nın annesine) 'Bana ve Musa'ya 'düşman olan' biri onu alsın.' (Ey Mûsâ! Firavunun ev halfa ile diğer insanlar tarafından sevilmen için ve) benim gözetimim altında yetiştirilmen için sana kendi sevgimi lütfettim."[30]

Asiye, Hz. Mûsâ (a.s) için hem onu emzırecek ve hem de onu terbiye edecek bir süt annesi bulmak için süt annelerini araştırmaya başladı. Hz. Mûsâ (a.s), getirilen her süt annenin göğsünü emmekten kaçınıyordu. Hz. Mûsâ (a.s) bu durumda iken açlığı ve ağlaması daha da arttı. Firavunun karısı Asiye ise Hz. Mûsâ (a.s)'m açlıktan dolayı helak olmasından korku*yordu. Bunun üzerine bizzat kendisi Hz. Mûsâ (a.s) için süt annelerini araştırmaya başladı. Hz. Mûsâ (a.s)'rn kız kardeşi, sonradan sonraya Hz. Mûsâ (a.s)'ı gözetleyip durumunu öğre*niyordu. İşte Hz. Mûsâ (a.s)'m kız kardeşi, bu durumunu gör*müştü. Bunun üzerine hemen Asiye 'nin yanına gelip ona; ço*cuk için temiz ve güvenilir süt emziren bir kadını kendisine getirebileceğini arz edip bu süt emzireni bir ücret karşılığında getireceğine taahhüt etti. Bunun üzerine Asiye, ona:

- "O süt emziren kadını bana getir! Eğer onun göğsünü emerse sana çeşitli ikramlarda bulunurum' dedi. Bunun üzeri*ne Hz. Mûsâ (a.s)'m kız kardeşi, Asiye'nin söylediklerini an*nesine haber verdi.

Hz. Mûsâ (a.s)'m annesi, bu süt emzirme işini kabul edip hemen Asiye'nin yanma gitti. Allah, Hz. Mûsâ (a.s)'m annesi*nin kalbine sebat vermemiş olsaydı çocuğu gördüğünde az kal*sın daha "bu benim çocuğum" diyecekti. Fakat Firavunun aile*si, süt annenin Hz. Mûsâ (a.s)'m annesi olduğunun farkına varmadı. Hz. Mûsâ (a.s)'m annesi, oğlunu alarak bir odanın içerisine girip göğsünü eliyle oğlunun ağzına verdi. Hz. Mûsâ (a.s)'da annesinin göğsünü istekle ve lezzetle kanmcaya kadar emmeye başladı. Hz. Mûsâ(a.s)'ın karnı iyice doymuştu. Bu*nun üzerine Asiye, çocuğun bu şekilde emmesine çok sevindi. Hz. Mûsâ (a.s)'m annesine, bu çocuğu emzirmesi için sarayda kalmasını istedi, kaldığı takdirde kendisine çeşitli hediyeler vereceğine ve çeşitli ikramlarda bulunacağına dair vaatte bu*lundu. Bunun üzerine Hz. Mûsâ (a.s)'in annesinin iffeti açığa çıkıp Asiye'ye:

- "Eğer kendin onu bana vermeyi uygun bulursan, onu e-vime götüreyim ve kendi çocuğuma baktığım ve koruduğum gibi onu şefkatle ve gözetimimle bakıp koruyacağıma dair sa*na söz verebilirim. Çünkü ben, evimi ve çocuklarımı bu çocuk yüzünden terk etmeye güç yetiremem" dedi.

Bunun üzerine Asiye, çocuğu görmek için ara sıra getir*mesi şartıyla çocuğu, Hz. Mûsâ (a.s)'m annesine vermeye razı oldu. Süt anne, bir müddet sonra tekrar kendisine getirecekti. Çünkü çocuğun sevgisi, Asiye'nin kalbine düşmüştü. Böylece Allah'ın (Tâhâ: 20/ 39'da geçen) vaadi yerine gelmiş oldu.

Hz. Mûsâ (a.s), annesinin, kendisini emzirmesi için -Allah'ın izniyle-geri annesine dönmüştü. Annesi ise oğlunun, Firavun himayesi ve gözetimi altında bulunduğundan dolayı güven ve kalbi mutmainlik içerisindeydi. Nitekim Yüce Allah, Kur'ân-ı Kerîm'de bu kıssayı şöyle anlatmaktadır:

"Musa'nın annesi, (oğlunun, Firavunun eline düştüğünü işittiğinde) yüreği bomboş olduğu halde sabah etti. Eğer mü*minlerden olması için kalbini pekiştirmemiş olsaydık, neredey*se onu (ona sabır vererek kalbine güç bağışlamamış olsaydık, ileri derecedeki keder ve üzüntüsünden dolayı oğlunun Fira*vunun yanına gittiğini) açığa vuracaktı. (Fakat onun kalbine sabrı ve metaneti yerleştirdiğimizden dolayı onu açığa vurma*dı.) Mûsâ 'nın kız kardeşine, 'onu izle (ve durumunu takip et)' dedi O da, Musa'yı uzaktan gözetledi. Onlarda onun, (Mûsâ 'nın kız kardeşi olduğunun) farkında değillerdi. (Ama) önceden Biz, onun süt annelerinin memesini kahul etmemesini sağladık. (Bundan dolayı da getirilen hiçbir süt annenin memesini emmiyordu. Bunun üzerine çocuğun açlıktan helak ol*masını engellemek için başka süt anneler araştırmaya başladılar. Mûsâ 'nın kız kardeşi onların Mûsâ için süt anne aradıkla*rını görünce: ) "Size, sizin adınıza ona bakacak ve ona iyi davranacak bir ev halkını tavsiye edeyim mi? Dedi. Böylece Mûsâ ile (birlikte kalmak suretiyle) gözü aydın olsun (ondan ayrılık dolayısıyla da) tasalanmasın ve Allah'ın (kendisine yapmış olduğu yavrusunu geri çevireceğine dair) vadinin mutlak ger*çek olduğunu bilsin diye annesine geri verdik. Ama onların çoğu (Allah'ın vadinin hak olduğunu) bilmezler (de bundan dolayı şüpheye düşerler) "[31]
Hz. Mûsâ (a.s)'ın, Bir Kıptî'yi Öldürmesi ve Medyen[32] Ülkesine Hicreti:

Hz. Mûsâ (a.s), Firavunun sarayında gençlik çağma gir*mişti. Bu sırada Firavunun sarayında hükümdarların çocukla*rının yaşadığı gibi izzetli ve şerefli bir şekilde hayatını sürdü*rüyordu. Firavunun bineklerine biniyor, onun giydiği elbisele*rin benzerini giyiyordu. Artık insanlar, Hz. Mûsâ (a.s)'ı5 "Mû*sâ b. Firavun" yani Firavunun oğlu Mûsâ diye çağırıyorlardı. İnsanlar, ona, Firavunun (üvey) oğlu olmasından dolayı saygı*da ve hürmette bulunuyorlardı. Hz. Mûsâ (a.s)'da çok kısa bir zamanda gelişip gençlik çağma ulaşmıştı.

Günlerden bir gün şehre girdi. Bir ara şehrin yollarında ve sokaklarında gezip dolaşıyordu. -Vakit, öğle vaktiydi. Dük*kanlar kapalı olduğundan dolayı insanlar, evlerinde idiler- Hz. Mûsâ (a.s) yolda yürürken İsrail oğullarından bir adam ile Fi*ravun hanedanından olan Kıptî bir adam, birbiriyle kavga edip birbirlerine vuruyor ve birbirlerine giriyorlardı. Kıptî adam, İsrail oğullarına mensup adamın hakkını yemişti. Bunun üzeri*ne Hz. Mûsâ (a.s) yolda giderken, İsrail oğullarına mensup a-dam, bu Kıptî'nin haksızlığından kurtarması için Hz. Mûsâ (a.s)'dan yardım isteyince, Hz. Mûsâ (a.s), asıl itibariyle kendi kavminden olan bu adamı Kıptî'nin haksızlığından kurtarmak ve eziyeti ondan uzaklaştırmak istedi. Bunun için de Kıptî a-dama doğru yönelip onun çenesine bir yumruk vurdu.

Bu durum, Hz. Mûsâ (a.s)'ın aleyhine olmuştu. Çünkü Kıptî adam, ölü olarak yere yıkılıp hareketsiz kalmıştı. Halbu*ki Hz. Mûsâ (a.s), Kıptî'yi öldürmek istememişti. Çünkü Hz. Mûsâ (a.s) İsrail oğullarına mensup adama haksızlığından do*layı Kıptî'yi sadece ondan uzaklaştırmayı istemişti. Fakat so*nuçta ölüm ile karşılaşmıştı.

Hz. Mûsâ (a.s), Kıptî'nin ölmesine üzülüp yaptığına piş*man olmuştu. Bunun üzerine Allah'a yönelerek on dan bağış*lanmayı ve yine O'ndan mağfireti ve rahmeti istemişti. Fakat Hz. Mûsâ (a.s)'m, Kıptî adamı öldürdüğünü; Yüce Allah'tan ve İsrail oğullarından başka gören hiçbir kimse olmamıştı. Hz. Mûsâ (a.s) Kıptî'yi öldürünce, yaptığı işin sonucunu beklemek için korkar bir vaziyette şehirde sabahladı. Bu olayı işiten Kıp-tîlerin ileri gelenleri, bu olayı açığa çıkarması için Firavunun yanma gidip ona:

- "İsrail oğulları, bizden bir adamı öldürdüler. Bizim hak*kımızı onlardan al ve onlara bu konuda kolaylık gösterme! Yoksa onlar, bize karşı böyle yapmaya devam ederler" dediler. Firavun ise onlara:

- "Katili ve onun, sizden olan adamı öldürdüğüne dair bir de şahit getirin!" dedi.

Bunun üzerine Kiptiler, katili ve bu konuyla ilgili haberle*ri araştırmak üzere şehirde gezip dolaşıyorlardı. O sırada Hz. Mûsâ (a.s)'da yolda giderken bir gün önce, Kıptîlere mensup adama karşı kendisine yardım ettiği İsrail oğullarına mensup adamı görmüştü. İsrail oğullarına mensup bu adam, düşmanı Kıptîlere mensup bir adama karşı yine yardım istiyordu.

Hz. Mûsâ (a.s)'da, İsrail oğullarına mensup bu adamın ya*nına kızgın bir şekilde varıp Kıptî'yi yakalayıp İsrailliye yar*dım etmek istiyordu. Fakat İsrailli adam, Hz. Mûsâ (a.s)'ın yüzünde kızgınlık izleri gördüğünden ve onun: "Doğrusu sen, besbelli bir azgınsın." (Kasas: 28/18) sözünü duyduğundan ötürü Hz. Mûsâ'nm, kendisini yakalamak için geldiğini sana*rak ona: "Ey Mûsâ! Dün bir (Kıptî'nin) canına kıydığın gibi (bugün de) benim mî canıma kıymak istiyorsun?" (Kasas 28/ 19) dedi.

Kıptî adam, onun bu sözünü işitip oradan hemen ayrılıp kendi taraftarlarına gidip onlara; dünkü Kıptî'yi öldürenin, Mûsâ olduğunu söyledi. Katili aramakta olan Kiptiler, hemen Firavuna giderek ona durumu anlattılar. Bunun üzerine Fira*vun, askerlerine; Mûsâ'nm, Kıptîlere mensup bir adamı öldür*düğünden dolayı onu aramalarım ve yakalayıp getirmelerini emretti. Firavunun askerleri, Hz. Mûsâ(a.s)'ı şehrin yollarında ve sokaklarında aramak üzere şehre gittiler.

Firavun hanedanından mümin olduğunu gizleyen bir a-dam, -rivayetlere göre bu adamın ismi, Hazkıl idi- hemen Hz. Mûsâ (a.s)'a'gelerek Firavunun, kendisi hakkında vermiş ol*duğu emri haber verip ona, Mısır ülkesinden çekip gitmesini söyledi. Çünkü Firavunun askerleri, Hz. Mûsâ (a.s)'ı nerede bulurlarsa onu yakalayıp Firavuna götürecekler ve o da Kıptî adama karşı Piz. Mûsâ (a.s)'ı öldürmek isteyecekti. Bunun ü-zerine Hz. Mûsâ (a.s), hem Firavunun zulmünden kurtulmak ve hem de Allah tarafından peygamberliğe hazırlanmak için jvledyen ülkesine doğru yöneldi. Rabbine; kendisini dosdoğru bir yola iletmesi, Firavunun zulmünden kurtarması (ve düş*manlarda hiçbir kimsenin göremeyeceği şekilde kendisini in*sanların gözlerinden saklaması) için dua etti. Hz. Mûsâ (a.s)'in Medyen'e doğru yol aldığını haber alan Firavun, hemen onun peşi sıra casuslar gönderdi. Casuslar da Hz. Mûsâ(a.s)'ı ara*mak üzere yollara döküldüler. Fakat Hz. Mûsâ (a.s)'ı düşman*larından hiçbir kimse göremedi.[33]

Nitekim Yüce Allah, bu olayı Kasas Sûresinde şöyle an*latmaktadır:

"Mûsâ, halkının (Firavun hanedanının veya kendi ailesinin) haberinin olmadığı bir sırada (öğle vaktinde) şehre girdi ve orada birbirleriyle dövüşen iki adam gördü. Birisi, kendi adamlarından (israil oğullarından kendi dinine mensup bir adam), diğeri de düşmanlarındandı (Kıptilerdendi). Kendi tarafından olan adam, düşmanına karşı Mûsâ 'dan yardım istedi. Bunun üzerine Mûsâ, ona bir yumruk vurdu ve onun ölümüne sebep oldu. Mûsâ, 'Bu (Öldürme işi,) şeytanın işindendir. Çün*kü şeytan (düşmanlığı) besbelli saptırıcı bir düşmandır.' (Mûsâ: ) 'Ey Rabbim! Doğrusu (yaptığım bu işle) kendime zulmettim. (Bu yaptığımdan dolayı) beni bağışla' dedi. Bunun üzerine Allah onun (bu yaptığını) bağışladı. Şüphesiz ki Allah (hataları bağışlamak suretiyle) Gafur ve (utanç verecek şeyleri gidermede de) Rahîm olandır. Mûsâ: 'Rabbim1. Bana verdiğin (makam, izzet) nimet hakkı için artık suçlulara asla yardımcı (ve destek) olmayacağım' dedi'.

Şehirde (Kıptî'yi öldürdükten sonra yaptığı için sonucunu beklemek için) korku içinde etrafı gözetleyerek sabahladı. (Ertesi gün yolda giderken) birde baktı ki, dün kendisinden (o öldürdüğü Kıpti'ye karşı) yardım isteyen kimse (yine bir Kıptî tarafından haksızlığa uğradığından dolayı) bağırarak Mû-sâ'dan yine yardım istiyordu.. Mûsâ, ona (İsrail oğullarına mensup kişiye): 'Doğrusu sen, besbelli bir azgınsın. Mûsâ (yi*ne İsrail oğullarına mensup adama yardım etmek için) ikisinin de (hem Mûsâ 'nın ve hem de İsrail oğullarına mensup adamın da) düşmanı olan (Kıptî'yi) yakalamak isteyince; (Musa'nın kendisine doğru kızgın bir şekilde geldiğini gören İsrail oğul*larına mensup adam, Musa'nın kendisini yakalamak istediğini zannederek: ) 'Ey Mûsâ! Dün bir (Kıptî'nin) canına kıydığın gibi (bugün de) benim mi canıma kıymak istiyorsun? Sen an*cak (beni de öldürmek suretiyle) yeryüzünde (bu ülkede) bir zorba olmayı mı istiyorsun? Sen, (öfkeni yenerek ve öldürül*meyi hak edeni de öldürerek ) ıslah edicilerden olmayı istemiyorsun?' dedi.

Şehrin Öte başından (lıızlıca) koşarak (Firavun haneda*nından mümin olduğunu gizleyen) bir adam gelip Musa'ya: 'Ey Mûsâ! İleri gelenler (Kıptî'yi öldürdüğünden dolayı ona karşılık olarak) seni öldürmek için aralarında görüşüyorlar. Hemen (bu ülkeden) çık (başka bir yere) git! Doğrusu ben sa*na (samimiyetle) öğüt verenlerdenim. Bunun üzerine Mûsâ, korku içerisinde etrafını gözetleyerek oradan (Mısır'dan) çıktı ve: "Rabbim! Beni, (arkamdan gelebilecek) zalimler toplulu*ğundan kurtar' dedi.[34]

(Medyen tarafına yöneldiğinde Mûsâ: ) "Umarım ki Rabbim., beni, (buraya gitmekle) doğru yola iletir" dedi."[35]
Hz. Mûsâ (a.s)'ın, Şuayb'ın Kızıyla Evlenmesi ve Hayvanlarını Otlatması:


Hz. Mûsâ Kelimullah, kurtuluşu isleyen mazlum bir adarnın misali gibi, Mısır ülkesinden çıkıp Medyen ülkesine doğru ayaküstü yürüyerek gitti. Fakat Firavun hanedanından birinin kendisine yetişir korkusuna kapılmıştı. Üstelik Medyen'e g i-derken yanına yiyecek bile almamıştı. Bundan dolayı da ağaç yaprağı yiyerek karnını doyuruyordu. Medyen ülkesine varı n-caya kadar sekiz gece boyunca, yolculuğuna devam e tti. Niha*yet açlıktan ve yorgunluktan takati keşi İmiş bir vaziyette iken bir ağacın altına oturdu. Abdullah ibn Abbas bu konuyla ilgili olarak şöyle der:

"Hz. Mûsâ (a.s), Mısır'dan çıkıp Medyen'e gitti. Mısır ile Medyen arasında sekiz gecelik bir yürüyüş v ardır. Hz. Mûsâ (a.s), bu yolculuğu sırasında taze ot ve ağaç yaprağından başka yiyecek olarak bir şey yememişti. Yalınayak yürüdüğünden dolayı ayaklarının altı parçalanmıştı. Hz. Mûsâ (a.s), Allah'ın yarattığı temiz ve iyi kullarından birisi olduğu halde bir ağacın gölgesinde oturmuştu. Çünkü açlıktan karnı sırtına yapışmıştı. Bundan dolayı da yediği taze otlar (veya baklalar) daha hala karnında duruyordu. O, yarım bir hurmaya biie muhtaçtı."[36]

Hz. Mûsâ (a.s), dinlenmek için oturduğu bir sırada çoba n-ların Suladığı büyük bir kuyudan koyunlarını sulamak isteyen iki kızın, çobanların az ilerisinde, koyunlarını otlattıklarını gördü. Fakat onlar, kendi koyunlarını diğer koyunlara karıştırmamak için[37] koyunlarını diğer koyunlardan ayrı bir yerde bekletiyorlardı. Bundan dolayı Hz. Mûsâ (a.s), onların bu du*rumuna çok üzülüp onların yanına gitti ve erkeklere karşı boyle yapmalarının sebebini sordu. Onlarda, kendilerinin, bu k o-yunları gütmek zorunda olduklarını, çünkü babalarının ihtiyar ve yaşlı olduğunu, babalarının yanında bu koyunların güdül-mesi ve sulanması görevini üzerine aldıklarım söylediler. B u-nun üzerine Hz. Mûsâ (a.s), onların koyunlarını sul adı. Daha sonrada bir ağacın gölge yerine oturarak Rabbine dua etti.

Nitekim Yüce Allah, Kasas Sûresinde, Hz. Mûsâ (a.s) ile Şuayb'm kızları arasında geçen kıssayı şöyle anlatmaktadır:

"Mûsâ, Medyen (e yakın) bir su (kuyusuna) varınca, ku*yunun kenarında davarlarını sulayan bir insan topluluğu gördü. Onlardan ötede de davarlarını (diğer çobanların koyunlarıyla karıştırmamaktan) alıkoyan iki kadın buldu. (Onların yanma giderek: ) 'Bu yaptığınız da nedir?' (Niye bu çobanlan geçip sizde koyunlarınızı sulamıyorsunuz?)' dedi. Onlar da: 'Çobanlar (kuyunun başından) ayrılana kadar biz, (koyunlarımızı) s u-lamayız. (Ancak onlar iş lerini bitirdikten sonra koyunlarımızı sularız.) Babamız da çok yaşlıdır. (Onun yaşlılığı sebebiyle buna gücü yetmiyor. Üstelik babamızın yanında bu koyunları güdecek erkek çocukları da yoktur. Bundan dolayı da koyunl a-n gütme ve sulama görevini üzerimizi aldık)' dediler.

Bunun üzerine Mûsâ, (iyilik yapmak ve darda kalana yardımcı olmak maksadıyla) onların yerine davarlarını suladı. Sonrada (bir ağacın) gölgesine çekildi ve: 'Rabbim! Doğrusu bana indireceğin hayra[38] muhtacım' dedi."[39]

İbn Kesîr, "el-Bidâye ve'n-Nihâye" adlı tarih kitabında konuyla ilgili olarak şöyle der:

"Çobanlar, davarlarını sulama işini bitirdikten sonra kuy u-nun ağzına büyük bir kaya parçasını koyuyorlardı. Daha sonra da bu iki kız, koyunlarını sulamak için onlardan sonra kuyu*nun ağzına gelerek çobanların davarlarından artta kalan suyla içendi koyunlarını sulardı. Fakat o gün ise Hz. Mûsâ (a.s), k u-yunun başına gelerek kuyunun ağzındaki o büyük kaya parç a-smı tek başına kaldırdı ve kızlar için kuyudan su çıkardı ve onların koyunlarını bu su ile suladı. Daha sonrada o kaya par*çasını tekrar eski yerine koydu. O güne kadar k uyunun ağzında bulunan o kaya parçasını ancak on kişi bir araya gelerek yerin*den kaldırabilirmiş. Hz. Mûsâ (a.s) ise, kaya parçasını tek başma kaldırmış[40] ve daha sonrada tekrar eski yerine tek başına koymuştu.

Bunun üzerine kızlar, Hz. Mûsâ (a.s)'m yukarıda geçen duasını işitmişler ve hemen babalarının yanma dönüp Hz. M û-sâ (a.s)'m kendilerine yapmış olduğu iyiliği ve (ne kadar) güçlü olduğunu anlattılar. Babalarından da, onun bu güzel davra*nışlarından dolayı ona ikramdan bulunmasını ve koyunlarını güttüğünden dolayı ona bir ücret vermesini istediler. Babaları da, kendisinin çağırdığını söylemeleri için kızlarından birini ona gönderdi. Kızda yüzünü örtüp utana utana bir şekil de yürüyerek Hz. Mûsâ (a.s)'a gelip ona:

- "Bize yaptığın sulama hizmetinin karşılığı olarak ücretini ödemek için babam seni çağırıyor" dedi. Hz. Mûsâ (a.s)'m herhangi bir şüpheye kapılmaması için Şuayb'm kızı, Hz. Mûsâ (a.s)'a bu şekilde açıkça söyledi. Bu da; kızın ne kadar iffet*li, hayalı ve kendisini koruduğunu göstermektedir.

Bunun üzerine Hz. Mûsâ (a.s), Şuayb'm yanına gelip ona, başından geçen olayı anlattı. Şuayb ise ona:

"Korkma! Artık zalimler topluluğundan kurtuldun" dedi. (Kasas: 28/25) Daha sonrada koyunlarını gütmek şartıyla kızlaından birisiyle onu evlendirdi..

Bu yaşlı adamın kim olduğu hususunda ihtilaf edilmiştir. Bu konuda çeşitli görüşler vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:

1. Bazıları; onun, Hz. Şuayb (a.s) olduğunu söylemiştir. Alimlerin çoğuna göre, meşhur olan görüşte budur. Hasan el -Basri, bu görüşü; Malik b. Enes'ten naklen açık bir şekilde şöyle ifade etmiştir: Hz. Şuayb (a.s), kavminin Allah tarafı n-dan helak oluşundan sonra uzun bir müddet yaşamıştı. Nihayet Hz. Mûsâ (a.s) onunla buluşmuş ve onun kızıyla evlenmiştir.

2. Bazıları; onun, Hz Şuayb (a.s)'m kardeşinin oğlu old u-ğunu söylemiştir.

3. Bazıları da; onun, Hz. Şuayb (a.s)'m amcasının oğlu ol*duğunu ve Yüce Allah'ın Medyen halkına gönderdiği Pe y-gamber Şuayb'm olmadığını söylemiştir.

Tercih edilen görüş, birinci görüştür. Bu da, tefsircilerden çoğunun kabul ettiği görüştür."[41]

Hz. Mûsâ (a.s), Hz. Şuayb'm kızıyla evlendikten sonra şart koşulan müddeti tamamlayıncaya kadar onun koyunları otlattı. Rivayete göre bu müddet, on yıldı.[42]

Rivayet edildiğine göre; Hz. Peygamber (s.a.v.)', Mu*sa'nın (Şuayb'm koyunlarını sekiz mi? Yoksa on yıl mı otla t-tığı ile) iki süreden hangisini tamamladığı soruldu. O da:

- "İki süreden en tamam ve en mükemmel olanını tama m-lamıştır" buyurdu.[43]

Hz. Mûsâ (a.s)'m koyunları otlatmış olduğu bu müddet, Hz. Şuayb (a.s)'ın kızıyla evlendiğine karşılık ona verdiği mehir idi.

Hz. Mûsâ (a.s) koyun otlattığına göre; insanlardan hiçbir kimseye de bu gibi işlerle uğraşmasında bir ayıplık söz konusu değildir. Çünkü yaratılmışların efendisi olan Hz. Muhammed (s.a.v.)'de koyun otlatmıştı. Sahih bir hadisi şerifte, Resulullah (s.a.v.)'in şöyle söylediği nakledilmiştir:

"Hiçbir Peygamber yoktur ki, koyun otlatmamış olsun" buyurdu. Sahabeler:

- 'Ey Allah'ın resulü! Sende mi koyun otlattın?' diye sor*dular. O da:

- 'Ben Kureyş'in koyunlarını "Karârît"[44] denilen yerde otlatırdım* buyurdu."[45]

Nebiler ve resuller açısından koyunları otlatmak da bir çok hikmetler vardır: Onlar bu sayede sükunetliğe ve tevazuya al ı-şırlar. Ayrıca bu durum, onlar için, ümmetini idare etmek ve yönetmek için bir alıştırma mahiyetindedir. Tıpkı çobanların koyunların istediği gibi kumanda ettiği gibi onlarda, ümmeti e-rini, Öyle yönetirler ve önderlik ederler. Çünkü onlar, ümmetin durumunu düzeltip yönettiklerinden ve önder olduklarından ümmetin sorumluluklarını üzerlerine almışlardır. İşte peygamberler, koyun gütmelerinden dolayı ümmetlerin önderliğine böyle gelmişlerdir. Allah'ın salât ve selâmı onların hepsinin üzerine olsun. [46]
Hz. Mûsâ (a.s)'ın Mısır'a Tekrar Dönmesi ve Cenab-ı Allah ile Tur Dağında Konuşması

Hz. Mûsâ (a.s), Medyen ülkesinde on sene kaldıktan sonra kalbine vatanının özlemi düştü. Bunun üzerine vatanı olan M ı-sır ülkesine hanımı ve çocuklarıyla dönmeye karar verip yola koyuldu.

Bir ara Hz. Mûsâ (a.s), soğuk karanlık bir gecede yolunu şaşırdı. Yanlışlıkla Tur dağının sağ tarafına kadar gelmişti. Fakat önüne çıkan dağ geçidinden hangisine gideceğine dair bir işaret bulamadı. Hava şartlarının çok kötü olmasından d olayı ateş yakıp çevresini ve ailesini ısıtmak için çakmağını çıkarıp çaktı. Ama çakmak ateş çıkarmadı. Üstelik çakmağı tutuştur a-cak bir şeyde bulamadı. Gecenin bütün karanlığı ve soğukluğu şiddetlenmişti.

Aynı zamanda Hz. Mûsâ (a.s)'m hanımı da hamile idi. Bu sırada hanımının doğumu da yaklaşmıştı. Bunun üzerine ha*nımını bir yere oturttu. Bir yandan kötü hava şartları ve bir yandan da hanımının hamile olması Hz. Mûsâ (a.s)'ı şaşkınlığa uğramıştı. Ne yapacağını şaşırmıştı. Bu durumunu gidermek için bir ayağa kalkıyor, bir oturuyordu. Belki bir şey görürüm veya bir şey işitirim diye utku gözetlemeye başladı. Hz. Mûsâ (a.s) bir ara böyle bir durumda iken Tur dağının yan tarafında bir ışık gördü. Onu da, bir ateş zannetti.

Nitekim Yüce Allah, Hz. Mûsâ (a.s)'ın bu durumunu şöyle anlatmaktadır:

"Hani Mûsâ (Tur dağının yan tarafında) bir ateş görmüş*tü de ailesine durun! Ben bir ateş gördüm. Size ondan bir kor getiririm veya ateşin yanında bir yol gösteren bulurum' demiş*ti." (Tâhâ: 20/10)

Hz. Mûsâ (a.s), Tur dağının yakın bir yerine ulaştığında gökten orada bulunan bir ağaca doğru uzanmış büyük bir ateş demeti gördü. Hz. Mûsâ (a.s), gördüğü şeyden dolayı şaşırmı ş-tı. Fakat Hz. Mûsâ (a.s) ateşe yaklaştıkça -ateş ağaca indiğin*den dolayı- ağaç geri geri çekilmeye başladı. Hz. Mûsâ (a.s), ağacın geri geri çekildiğini görünce korkup geri dönmeye k a-rar verdi. Bu sırada Cenab-ı Allah'ın hitabını işitti. Allah ona ayakkabısını çıkartmasını ve daha sonrada şu kutsal olan Tuva vadisine girip Tur dağına yaklasmcaya kadar gitmesini emretti. Çünkü Cenab-ı Allah, bir yandan onunla konuşuyor. Daha sonrada onu Peygamber olarak seçiyor ve peygamberliğ ini tebliğ etmesi için Firavuna gönderiyor.

Nitekim Yüce Allah, Hz. Mûsâ (a.s)'m bu durumunu Tâhâ Sûresinde topluca şöyle anlatmaktadır:

"(Ey Muhammedi) Mûsâ 'nın haberi sana geldi mi? Hani Mûsâ (Medyen'den vatanı olan Mısır'a dönerken kötü hava şartlarının yüzünden yolunu şaşırmış ve bu sırada Tur dağının yan tarafında) bir ateş görmüştü de ailesine (beraberinde bu*lunan hanımına ve çocuklarına olduğunuz yerde) durun (ve ayrılmayın.) Ben (uzakta) bir ateş gördüm-. Size ondan bir kor (bir değneğin ucunda veya fitil haline getirilmiş otları tutuştu*rarak oradan bir ateş) getiririm veya ateşin yanında bir.yol gösteren (yanlışlıkla girdiğimiz bu yolu bilen veya bana yolu gösterecek kimseleri) bulurum' demişti.

Ateşin yanına gelince[47]: 'Ey Mûsâ! Şüphesiz Ben, (sana hitap eden ve seninle konuşan) senin Rabbinim. (Ayaklannda-ki) ayakkabılarını çıkart. Çünkü sen, kutsal (tertemiz veya mübarek kılınmış) Tuva vadisindesin ve Ben, seni (peygamberli*ğe) seçtim. Şimdi (sana) vahyolunanlan dinle[48]

"Şüphesiz ki Ben Allah'ım! Benden başka hiçbir "ilah" yoktur.

- Öyleyse (beni dinle, bana itaat et ve bana hiçbir kimseyi | ortak koşmaksızın yalnızca) bana ibadet et.

-Beni (her an ve her zaman) hatırlamak için namaz kıl.[49]

-Kıyamet mutlak olarak gerçekleşecektir.

-(Fakat Ben onun) vaktini (insanlardan) gizli tutarım.

-Her canlı (dünyada iken) işlediğinin karşılığını görsün diye (kıyameti mutlaka gerçekleştireceğim)

- O'na (kıyametin kopacağına) inanmayan, kıyametin ko*pacağını tasdik etmeyen ve (Benim emirlerime muhalefet ko*nusunda) arzularının peşinden giden kimse, seni bundan (kı*yametin kopacağına inanmaktan, tasdik etmekten ve kıyamet için hazırlanmak maksadıyla amel etmekten) alıkoymasın. Yoksa helak olursun."[50]

İşte Hz. Mûsâ (a.s) böylece Peygamber seçildi ve "Tur-u Sina" diye isimlendirilen Tur dağının yanında Rabbiyle böyle konuştu. Bu konuşma sırasında Allah, ona Firavuna ve onun hanedanına karşı peygamberliğinin doğruluğunu gösteren mucize vermişti. Bu mucize ise "asa" ile "el" mucizesi idi. Ayrıca Allah, ona, kendisine davet etmesi için Firavuna gitmesini em*retti. Bunun üzerine Hz. Mûsâ (a.s), Rabbinden; risâleti tebliğ ederken kendisine yardımcı olması için kardeşi Harun'u da kendisiyle birlikte Peygamber olarak göndermesini istedi. Ni*tekim Yüce Allah, Hz. Mûsâ (a.s)'m bu isteğini şöyle anlat*maktadır:

"Mûsâ: 'Rabbitn! Doğrusu ben, onlardan (Firavun hane*danından) bir kişi öldürdüm. (Oraya gittiğimde bundan dolayı beni buldukları takdirde) beni öldürmelerinden korkarım. Kardeşim Harun'un dili, benimkinden daha düzgündür. Onu, benimle birlikte yardımcı olarak (Peygamber) gönder ki, (Hâ*tûn, gerek duyulacak yerlerde) beni tasdik etsin. Çünkü (Fira*vun ve onun hanedanına tek başına gittiğim takdirde) beni ya*lanlayacaklarından korkarım" dedi. Bunun üzerine Allah: 'Senin (bu) gücünü, kardeşin (Hârûn) ile pekiştireceğiz. İkini*ze de öyle bir güç vereceğiz ki onlar, ayetlerimiz sayesinde size erişemeyeceklerdir. (Onlar, sizin tebliğiniz karşısında size zarar verme imkanını bulamayacaklardır)' buyurdu. "[51]

Bazı tefsirciler[52] bu konuda şöyle demektedirler: Hz. Mû*sâ (a.s), bu ateşe yaklaştığında ateşin gökten orada bulunan bir ağaca doğru uzandığım ve bu ateşin dumansız ve büyük bir ateş olduğunu ve ateşi yeşil bir ağacın içinde alevlenmekte o1duğu halde ağacın yeşilliğini artırmaktan başka bir şey yapm a-dığıtıı gördü. Hz. Mûsâ (a.s), bu duruma çok şaşırmıştı. Üstelik Hz. Mûsâ (a.s), ateşe yaklaştığında -ateş ağaca indiğinden do*layı- ağacın kendisinden uzaklaştığını görünce korkusu daha da arttı ve geri dönmeye karar verdi. Bu defa da ateşin alevi kendisine doğru yaklaşıyordu. Bunu gören Hz. Mûsâ (a.s), ne yapacağını şaşırmıştı ki tam bu sırada Rabbi ona Ku tsal Tuva vadisinde seslendi. Yüce Allah, ona ilk önce, bastığın yerin kutsal bir yer olmasından dolayı tazim ve saygı göstererek a-yakkabısraı çıkartmasını emretti. Ayrıca ona sağ elinde bulu*nan asayı yere atmasını emretti. Bunun üzerine o da onu yere attı. Elinde olanı yere attığında asa, koşan bir yi lan oluvermiş*ti. Daha sonrada Allah ona, elini koltuğunun altına yani koynuna koymasını ve sonrada geri ç ıkarmasmı emretti. Hz. Mûsâ (a.s) elini koynundan çıkardığında el inin bembeyaz olduğunu ve güneş gibi pırıl pınl parlamakta olduğ unu gördü.[53]
Hz. Mûsâ (a.s)'ın, Mısır'a Gitmesi ve Firavunu Yüce Allah'a İman Etmeye Çağırması:

Hz. Mûsâ (a.s), Rabbiyle Tur dağında konuşup Peygamber olduktan sonra geri dönüp ailesiyle birlikte Mısır'a doğru yürüyüp gitti. Mısır'a bir gece yarısı vardı. Cenab-ı Allah, Hz. Mûsâ (a.s)'m kardeşi Harun'a, Hz. Mûsâ (a.s)'ın kendisine doğru gelmekte olduğunu ve onunla buluşmasını müjdeledi, ayrıca kendisini, Hz. Mûsâ (a.s)'m yardımcısı ve onunla birlik*te Firavunu Allah'a davet etmek için Peygamber olarak gön*derdiğini bildirdi.

Daha sonra Hz. Hârûn (a.s), Hz. Mûsâ (a.s)'ı karşılayıp bir araya gelerek Firavunu Allah'a kulluk etmeye çağırmak üzere ona gittiler. Saraya vardıklarında Hz. Mûsâ (a.s), Firavunun huzuruna girmek için kapıdan kendisine izin vermesini istedi. Kapıcı ise Hz. Mûsâ (a.s)'a: "Firavuna ne söylemek istiyorsun?" diye sordu. Hz. Mûsâ (a.s) ise kapıcıya: "Firavuna alemlerin Rabbinin peygamberinin geldiğini söyle?" diye ce*vap verdi. Kapıcı ise Hz. Mûsâ (a.s)'m bu sözlerinden korkup hemen efendisinin huzuruna girerek Hz. Mûsâ (a.s)'m söyle*diği ve ondan işittiği sözleri Firavuna şöyle haber verdi:

- "Kapıda deli bir adam bulunup kendisinin alemlerin Rabbinin peygamberi olduğunu iddia ediyor" dedi. Firavun:

- "Onu içeri al" dedi.

Hz. Mûsâ (a.s), beraberinde Hz. Hârûn (a.s) olduğu halde Firavunun huzuruna girdiler. Daha sonra Hz. Mûsâ (a.s) ko*nuşmaya başlayarak Firavunu Allah'a kulluk etmeye davet edip ona Rabbinin risaletini tebliğ etti.[54] Firavun ise Hz. Mûsâ (a.s)'ın bu sözleriyle alay ederek ona:

- "Burada benden başka bir ilah var mıdır?" diye sordu.

Daha sonra Firavun Hz. Mûsâ (a.s)'ı inceleyip düşünerek onu kendi sarayında yetiştirdiği Mûsâ olduğunu anlayıp ona, daha Önceki durumuna dair -Kur'ân-ı Kerîm'in anlattığı gibi-şöyle dedi:

"Çocukken biz seni (Nil nehrinden alarak) yanımızda alıp yetiştirmedik mi? Ve sen hayatının birçok yıllarını (Kıptî'yi öldürmezden önceki dönemini) aramızda geçirdin ve yapaca*ğın işi (bizden olan Kıptî'yi öldürme işini) yaptın. Sen (bu ka*dar iyi imkanlarda yetiştiğin halde ve bunun karşılığı olarak bir Kıptî'yi öldürmekle) nankörlük edenlerdensin' dedi. (Fira*vun Musa'nın davetine cevap vermekten kaçınıp ona iyilikleri hatırlattı.) Mûsâ: 'Ben, bu (Kıptî'yi öldürme işini) cahillerden olduğum halde yaptım. (Bu işin öldürmek noktasına ulaşaca*ğını bilmiyordum ve bu olay; Yüce Allah'ın, beni, hidayet ve vahyi ile lütuflandırıp Peygamber yapmasından önce idi.) Bundan dolayı siz (in beni öldüreceğinizden korktuğum için (Medyen'e) kaçtmı. Sonrada Rabbim bana hüküm (peygam*berlik ve ilim) ihsan etti. (Böylelikle bilgisizlik ve sapıklıktan kurtuldum) ve beni peygamberlerden kıldı."

İşte senin başıma kalktığın bu nimet[55], İsrailoğullannı (emrin altında kullanmak üzere) köle ettiğin içindir' dedi. (Bunun üzerine Firavun ise: ) 'Alemlerin Rabbi dediğin de ne*dir? ' dedi. (Mûsâ 'da: ) 'Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulu*nanların Rabbidir? Eğer siz yakın (yani eşyayı delilleri ile bi*lip delil) getirebilenlerden iseniz (bu böyledir)' dedi.[56]


Hz. Mûsâ (a.s) ile Sihirbazlar, Firavunun Huzurunda:


Hz. Mûsâ (a.s), Rabbinin asaletini Firavuna anlatmaya devam ediyor. Firavun ise onu, hapiste cezalandırma ve kovma gibi tehditlerde ve vaatlerde bulunuyordu. Hz. Mûsâ (a.s) ise ona:

- "Biz sana apaçık delillerle gelen kimseleriz" dedi. Fira*vun ise:

- "Senin yanındaki de nedir?" diye sordu.

Hz. Mûsâ (a.s)'da yanında bulunan asayı yere attığında asa büyük bir ejderha oluvermişti. Elini de koynuna koyup çıkar*dığında ise eli, güneşin parlamakta olan ışığından bir parçası gibi olmuştu.[57] Firavun, Hz. Mûsâ (a.s)'m göstermiş olduğu bu mucizeler karşısında şaşkınlığa uğrayıp hemen üst düzey devlet yöneticilerini çağırdı ve onlarla Hz. Mûsâ (a.s)'m du*rumunu istişare etti. Onlar, Firavuna, Hz. Mûsâ (a.s)'ın getir*diği mucizeleri boşa çıkarabilmek için sihirbazlarının ona karşı toplanmaları gerektiğini söylediler.[58] Çünkü onlar böyle söy-iemekte, Hz. Mûsâ (a.s)'ı normal sihirbazlardan biri olduğunu zannetmişlerdi.

Bir müddet sonra sihirbazlar Firavunun huzurunda toplan*dılar. Firavun onlardan, "Musa'nın sihrine karşı bütün güç ve kuvvetlerini toplamalarını ve hedeflerini birleştirrmelerini" istedi. Eğer bunu başarırlarsa kendilerini, "mal ve makam ile mükafatlandıracağını" ve Musa'yı yendiklerinde ise onları, "kendisine yakın kimselerden yapacağına" dair söz verdi.[59]

Daha sonra her iki taraf, önemli bir günde[60] şehrin geniş bir yerin de halkın huzurunda bir araya geldiler.[61]

Sonuç ise; sihirbazlar sayı bakımından çoğunlukta[62] ol*duklarından dolayı onlar, Hz. Mûsâ (a.s)'dan yanında bulun*durduğunu yere atmasını istediler. Hz. Mûsâ (a.s)'da, onlara, kendilerine saygıdan dolayı ve onları yeneceğine inandığından kendilerinin yanlarında bulundurduklarını yere atmasını istedi.

Nitekim Yüce Allah, Hz. Mûsâ (a.s) ile sihirbazlar arasın*da geçen olayı şöyle anlatmaktadır:

"Sihirbazlar: 'Ey Mûsâ! Sen mi (asanı) atacaksın yoksa (yanımızdakileri) atanlar biz mi olalım?' dediler. Musa'da: '(ilk önce) siz atın!' dedi. (Bunun üzerine sihirbazlar, yanla*rında bulundurdukları ipleri yere) atınca (attıkları ipleri çeşit*li hile ve göz bağcılık yaparak) halhn gözlerini büyülediler, (yaptıkları hileler ile) onlara korku saldılar ve büyük bir sihir getirdiler.

Biz de, Musa'ya: 'Asanı (yere) bırak' diye vahyettih. Bir de (sihirbazlar ile halk) ne görsünler! (Yere atılan asa,) onla*rın uydurduklarını yakalayıp yutuyor. Böylece hak yerini bul*du ve sihirbazların yaptıkları şeylerde boşa gitti...."[63]

Sihirbazlar, yanlarında bulundurdukları iplerini ve değ*neklerini yere attılar. Sihirbazlar, çeşitli hile ve gözbağcılık ile yere attıklarını yılan haline dönderdiklerinden dolayı; 'Fira*vun hakkı için, şüphesiz biz (Mûsâ 'ya karşı) mutlaka üstün ge*leceğiz' dediler."[64]

Hz. Mûsâ (a.s), sihirbazların yere attıkları iplerin ve değ*neklerin sanki koşan yılanlar gibi vadiyi dolduran ve birbiri üzerine binen dağlar gibi gösterildiğini gördüğünde onların, bu yaptıklarına karşılık içine bir korku düşmüş ve dehşete kapıl*mıştı. Fakat Yüce Allah, Hz. Mûsâ (a.s)'a, önünde yükselip kalkmakta ve hareket etmekte olanların hepsi karşısında süku*nete erdirdi ve ona korkmamasını, çünkü kendisinin onlara karşı zafer kazanacağına ve kendisine yardım edileceğine dair vahiyde bulundu. Bundan dolayı Yüce Allah, Hz. Mûsâ (a.s)'a, yanında bulundurduğu asasını yere atmasını emretti. Hz. Mûsâ (a.s)'da asasını yere attığında, asa, büyük bir ejderha oluverip sihirbazların yalan ve dolandan yapıp da yere attıkları yılanların vb. şeylerin hepsini yakalayıp yutuverdi.

Nitekim Yüce Allah, Hz. Mûsâ (a.s)'m sihirbazlara karşı durumunu şöyle anlatmaktadır:

"(Sihirbazların çeşitli hile ve gözbağcılıkları ile yaptıkları dalaverelerle yere attıkları ipleri ve değnekleri koşan yılanlar gibi gördüğünde Mûsâ taşıdığı yapı nedeniyle veya insanların bunlardan dolayı tereddüte kapılıp kendisine tabi olamayacaklarından dolayı) içinde bir korku hissetti. (Musa'nın durumunu gören Yüce Allah, ona : ) 'Ey Mûsâ! Onların bu yaptıklarından dolayı korkma! Çünkü (bu mücadeleden) üstün çıkacak olan sensin sen. Sağ elinde bulunan (asayı yere) at da onların (gerçeğe aykırı olarak) yaptıkları (bu gösteri ve uydurmaları*nı) yutuversin. Çünkü onların bu yaptıkları sadece bir sihirbaz hilesidir. Nerede olursa olsun sihirbaz asla başarı kazanamaz' dedik.[65]

Tarihçilerin kaydettiğine göre;[66] Hz. Mûsâ (a.s) elinde bulunan asayı yere attığında, asa, uzun ve kaim bir boynu ile insanı ürküten korkunç büyük bir yılan haline dönüvermişti. Öyle ki asanın bu hale dönüştüğünü gören insanlar, ondan u-zaklaşmaya ve kaçmaya başlamışlardı. Bu yılan, firavun ve halkın gözlerine doğru koşan yılanlar gibi görünen sihirbazla*rın iplerini ve değneklerini hızlı bir şekilde birer birer toplayıp yutmaya başladı. Bu sebepledir ki insanlar, onun yaptığından etkilenerek korku içerisinde, bozguna uğramış bir vaziyette, dehşet içerisinde ve zor bir durumda kalmışlardı. Daha sonra Hz. Mûsâ (a.s), büyük bir yılan şekline dönüşen asasını tekrar eline alınca, eskiden olduğu gibi -sihirbazların yılanlarını ve değneklerini yutmuş olduğu halde- asa haline donuverdi. Hz. Mûsâ (a.s)'m göstermiş olduğu bu mucizenin; büyü, göz bo*yama, hayal, yalan, iftira ve sapıklık olmadığını iyiden iyiye anlamış olan sihirbazlar, bu mucizenin ancak Yüce Allah tara*fından yapılabilecek bir mucize olduğunu kabullenmişler ve Hz. Mûsâ (a.s)'a inananların da ilki olmuşlardı. Çünkü Allah, kalplerindeki gaflet perdesini aralamış ve kalplerini içinde ya*ratmış olduğu hidayet nuruyla aydınlatmış ve kalplerinin katı*lığını gidermişti. Onlarda kalplerine yönelerek huzurunda sec*deye kapanmışlardı. İşte bu sihirbazlar, Firavunun düşmanı olan Hz. Mûsâ (a.s)'a karşı zafer kazanmaları için ve galip gelmeleri için getirttiği sihirbazlardı.

Sihirbazlar, Hz. Mûsâ (a.s)'m göstermiş olduğu bu mucize karşısında iman edip Şanı Yüce Allah'ın birliğini kabul etmiş*lerdir. Çünkü sihirbazlar, bu mucizenin; sihir, gözbağcılık, ya*lan ve iftira olmadığını kesin ve net olarak anlamışlardı. Fira*vuna karşı peygamberliğinin doğruluğuna bir delil olması için Hz. Mûsâ (a.s)'m eliyle ortaya çıkan bu mucize, ancak galip gelen Allah'ın mucizelerinden bir mucizeydi.

Sihirbazlar bu mucizeyi gördüklerinde, bunu yapmaya in*sanın güç ye kudret yetiremeyeceğine anlamışlardı. (Çünkü kendileri, sihri en ince noktalarına kadar bilen kimselerdi.) İşte bu mucize, (insanlara garip ve) acayip gibi görünen şeyleri ya*pan ancak ilahi bir güç ve kuvvetten kaynaklanmaktaydı. İşte sihirbazlar, bu ilahi güç ve kuvvet karşısında yenilgiye uğra*dıklarından dolayı Allah'a yönelerek huzurunda secdeye ka*pandılar ve: "Alemlerin ve Mûsâ ile Harun'un Rabbine iman ettik" dediler."(Şuam: 26/47-48)

Firavun, Hz. Mûsâ (a.s)'ı aciz bırakamayıp aksine Hz. Mûsâ (a.s)'ın, kendisini aciz bıraktığının farkına vardığından dolayı Hz. Mûsâ (a.s)'a karşı kaybettiği güç ve kuvvetinin tek*rar kendisine dönmesini sağlamak için ve yenilgisini örtbas etmek için -daha önce hile ve düzenbaz kimseler olan- sihir*bazlara: "Doğrusu Mûsâ sizlere sihri (asıl) öğreten büyüğü-nüzdür. Andolsun ki (Musa'ya inandığınızdan dolayı sizlerin) ellerini ve ayaklarınızı çaprazlama olarak keseceğim. Hurma kütüklerine asacağım. O zaman hangimizin (azabının)daha çetin ve daha devamlı olduğunu yakında bileceksiniz." (Tâhâ: 20/71)

Ayette de görüldüğü üzere; Firavun, sihirbazları Allah'a iman ettiklerinden dolayı öldürmek, asmak ve elleri ile ayaklarını çaprazlama olarak kesmek ve onları, Hz. Mûsâ (a.s)'m kendilerine sihir öğretmek suretiyle onun emri altına girerek onu kendilerine sihir öğretmek suretiyle onun emri altına girerek onu kendilerine lider seçtikleri şeklinde ithamda bulundu.

Halbuki Firavun, Hz. Mûsâ (a.s)'m daha önceden onları tanı*madığını ve onlarla birlikte bir araya gelmediğini yakîni bir bilgi ile biliyordu. Çünkü Hz. Mûsâ (a.s), bu olaydan önce yaklaşık on sene Medyen halkı içerisinde kalmıştı. Bu sebeple Hz. Mûsâ (a.s), nasıl olurda onlara sihri öğreten büyükleri (ve liderleri olur)?! Üstelik Hz. Mûsâ (a.s), onları bir araya toplanıldığı gibi onların bir meydanda kendisine karşı toplandıkla*rını dahi bilmiyordu. Bilakis Firavun, sihirbazları, Hz. Mûsâ (a.s)'ın davetini ve mucizesini boşa çıkarabilmek içki onları ülkenin çeşitli yerlerinden çağırıp bir araya getirip onları Hz. Mûsâ (a.s)'a karşı kışkırtmıştı. Sonunda ise Firavun mağlup olduğundan dolayı kendi hatasını örtbas edip kapatabilmek için uğraşmaktaydı. Çünkü Firavun, Hakkın karşısında hiçbir şeyin fayda sağlamayacağını bilmemekteydi.

Sihirbazlara gelince ise onlar, iman üzere sebat ederek Fi*ravunun ceza ve tehditlerine aldırış etmediler. Üstelik onlar, cesurca ve imanlarının yardımıyla, Firavunun zalimliğini ve zorbalığını, ona meydan okurcasına onun yüzüne karşı şöyle söylediler: "(Ey Firavun!) Seni bize gelen apaçık delillere ve bizi yaratana tercih edemeyiz. (Hakkımızda) ne hüküm vere-ceksen ver! Çünkü sen ancak bu dünya hayatına hükmedebilir*sin. (Senin hükmün, dünyada geçerli olabilir. Daha önceden işlemiş olduğumuz) hatalarımızı (günahlarımızı) ve (Allah'ın ayetine ve peygamberinin mucizesine karşı çıkmak için) bize; zorla yaptırdığın sihri (n günahım) bağışlasın diye biz, Rabbimize iman ettik. Çünkü Allah (bizim için senden veya ona itaat edenlere vereceği sevap ve ecirden) daha hayırlı ve (kendisine isyan eden kimselere cezası da daha) devamlı*dır."[67]

Said b. Cübeyr, bu sihirbazların durumu ile ilgili olarak şöyle der:

"Sihirbazlar (Hz. Musa'nın göstermiş olduğu mucize kar*şısında Allah'a yönelerek onun huzurunda yere kapanarak) secde ettikleri zaman, cennette kendileri için hazırlanmış olan ve oraya varışlarını beklemekte olan süslü köşklerini ve saray*larını gördüler. Bundan dolayı sihirbazlar, Firavunun tehdit ve cezalandırmalarına aldırış etmediler. Bilakis hakkı, Firavunun yüzüne karşı söylediler."[68]

Zalim Firavun, tehdit ettiği şeyle onların ellerini ve ayak*larını çaprazlama keserek şehit etti. Firavun onları, en kötü bir şekilde cezalandırmıştı. Fakat bununla birlikte Firavunun teh*dit ve korkutması, onları, Allah'a olan imanlarından vazgeçir*medi.

Sonuçta ise onlar, şehitler ve iyi kullar olarak öldüler. Al*lah onların hepsinden razı olsun.

Abdullah ibn Abbas (r.a), bu sihirbazlar hakkında şöyle der:

"Onlar, günün ilk başlarında sihirbazdılar. Günün sonları*na doğru ise (Allah katında) iyi kullar ve şehitler oldular." [69]
Firavunun Sapıklıkta Sonuna Kadar Devam Etmesi:

Firavun, Hz. Mûsâ (a.s)'ın doğruluğunu gösteren ve galip getirici mucizeler ile kesin delilleri görmüştü. Fakat Firavun, Hz. Mûsâ Kelimullah (a.s) 'in getirdiği apaçık mucizelerden yüz çevirerek küfründe sonuna kadar devam etti ve inadında ısrar etti.

Devletin üst düzey yöneticileri, Firavunu; Hz. Mûsâ (a.s)'ı ve onun kavmini serbest bıraktığı takdirde ülkede bozgunculuk çıkaracaklarını söyleyerek Firavunun bu hareketini kınayarak onu, Hz. Mûsâ (a.s) ve onunla birlikte iman edenlere karşı kış*kırttılar. Bunun üzerine Firavun perişanlıktan, yenilgiden ve otoritesizlikten kurtulup Hz. Mûsâ (a.s) ve onunla birlikte i-nıan edenlere karşı üstün gelmek için devletin üst düzey yöne*ticilerine; Hz. Mûsâ (a.s)'m kavminin erkeklerini öldürmeye ve kadınlarını hizmetçi olarak kullanmak için sağ bırakmaya dair onlara söz vermek suretiyle onların bu konudaki zihnini ve kalbini teskin etti.

Daha sonra Firavun, kavminin ileri gelenlerine vermiş olduğu sözü yerine getirmek için pratiğe dökmeye başlayınca, İsrailoğulları, kendilerini kuşatan Firavunun zulmünü, eziyeti*ni, zorbalığını şikayet etmek suretiyle bunlara tahammül göste*remediler. Hz. Mûsâ (a.s) ise onlara, Firavunun bu yaptıklarına karşı sabretmelerini tavsiye etti ve onlara bu şekilde devam ettikleri takdirde güzel bir sonuca ulaşacaklarını vaat etti.

Nitekim Yüce Allah, bu konuyu şöyle anlatmaktadır:

"Firavunun kavminden Heri gelenleri, (Firavuna: ) 'Mû*sâ 'yi ve kavmini yeryüzünde (üstünlük sağlamak ve halkının dinini değiştirmek suretiyle Mısır topraklarında) bozgunculuk çıkartsınlar ve ilahlarını (ilah durumunda olan seni ve üstelik senin tapmakta olduğun ilahlarını) terk etsinler diye mi serbest bırakıyorsun?' dediler. (Bunun üzerine Firavun, ileri gelenle*rine cevap vermek üzere: ) 'Onların erkek çocuklarını öldürte-cek ve kadınlarını (lıizmetçi olarak kullanmak için) sağ bıra*kacağız. (Böyle yapmakla kendilerinin önceden de olduğu gibi, halen elimizin altında zillet içinde yaşayacaklarını bilsinler dive) elbette biz, onların üzerinde kahredici bir güce sahibiz dedi.[70]


Firavun Hanedanının, 'Dokuz Mucize' ile İmtihan Edilmesi:


Firavun zulüm yapmak suretiyle insanlara üstünlük kurma fikri kaplayıp Allah'a karşı azgınlaşmada, Hz, Mûsâ (a.s)'ı yalanlamada ve İsrail oğullarına eziyet etmede sonuna kadar devam etti. Yüce Allah'ta, Hz. Mûsâ (a.s)'a; Firavun ile hane*danının, İsrailoğullarını serbest bırakmayı engellemelerine ve onları yalanlamalarına ceza olarak yakında onların üzerine şiddetli bir azabın geleceğini bildirmesini emretti... Onların üzerine azab gelince, Hz. Mûsâ (a.s)'a Rabbinden; kendilerinin üzerine gelen azabı kaldırmasını istemek üzere ona geldiler.

Hz. Mûsâ (a.s)'da, onlara; iman etmek ve kendisine tabi olanlara eziyet etmemeleri şartıyla Rabbinden kendilerinin ü-zerine gelen azabın kaldırılmasını isteyeceğini söyledi. Onlar*da, Hz. Mûsâ(as)'a iman-edeceklerine ve kendisine tabi olan müminlere eziyet etmeyeceklerini dair söz verdiler.[71]

Bunun üzerine Allah, indirdiği azabı onlardan kaldırdığın*da onlar, tekrar eski azgınlıklarına dönüp Hz. Mûsâ (a.s)'a verdikleri sözlerinde durmadılar ve Allah'a karşı isyan ettiler. Onların, sözlerinde durmamalafından ötürü Allah onların üze*rine çeşitli musibetler ve belâlar gönderdi.

Bu bela ve musibetlerin hepsi de, onların, akılları başlarına gelsin ve Hakka dönsünler diye Allah tarafından bir korkutma ve ikaz mahiyetindeydi.

Yüce Allah'ın, Firavun hanedanının üzerine gönderdiği bu mucizevi azaplar dokuz tane olup onlar şunlardır:

1. Kıtlık ve Kuraklık: Bu; Kur'ân-ı Kerîm'de "seneler" şeklinde ifade edilmiştir. Ayette geçen "seneler" tabirinden maksat ise, Firavunun hanedanına isabet eden kuraklık senele*ridir. Böylece Firavunun hanedanı, bu seneler içerisinde ekin*lerden kâr ile gelir alamıyorlar ve ko yunlarından da süt elde edemiyorlardı.

2. Mahsullerin Azalması: Bu; musibetler, afetler, salgın*lar ve hastalıklar sebebiyle ağaçlarında mahsullerin azalması şeklinde meydana gelmiştir.

3. Tufan: Bu da; ekinleri ve meyveleri telef eden yağmur*ların çoğalması şeklinde meydana gelmiştir.

Bu rivayet, Abdullah ibn Abbas'tan rivayet edilmiştir. Bu rivayete göre ise, bu bela; Nü nehrinin, onların üzerine taşması şeklinde vuku bulmuştur.

4. Çekirgeler: Yüce Allah, bunları; görülmemiş bir şekil*de Firavun hanedanını üzerine göndermiştir.

Bu çekirgeler, yeşillikleri biçip talan ediyor ve kalabalık olmalarından dolayı da güneş ışığının yere değmesini dahi engelliyorlardı. Onlar, geriye ne bir ekin ve ne de bir meyve bırakıyorlardı.

5. Küçük Kene: Bu da; hububatları bozan güvedir. Bir ri*vayete göre ise; bu, herkes tarafından bilinmekte olan bir ke*nedir. Başka bir rivayette ise; bu, Firavun hanedanının yattığı yerleri altını üstüne getiren ve onların kapalı evleri ile yaşama*larına imkan vermeyen sivri sinektir.[72]

6. Kurbağa: Bu herkesçe bilinmekte olan kurbağadır. Bu kurbağalar, onların yanında öyle çoğaldı ki, onların yaşamları*nı bulandırmaya başladı. Çünkü bu kurbağalar; onların yemek*lerinin ve su kaplarının içerisine düşüyor, onların sergilerinin ve elbiselerinin üzerine sıçrıyordu. Hatta onlardan birisi bir Şey yemek veya içmek için ağzını açacak olursa, çevredeki kurbağalardan biri gelip ağzına atlıyordu.

7. Kan: Bu da; apaçık mucizelerden biridir. Çünkü içtikle*ri sular onlar için kana dönüşüyordu. Bundan dolayı kuyudan, nehirden ve her nereden içmek için biraz su aldıklarında o su*yun, hemen o anda taze bir kana dönüştüğünü görüyorlardı. Fakat bundan hiçbir şey tamamıyla İsrail oğullarına zarar vermiyordu.

8. Asa: Asanın, koşan şekildeki yılana (veya ejderhaya) dönüştüğüne dair Hz. Mûsâ (a.s)'ın mucizelerinden birisi olan bu mucize, daha önce (iki defa) geçmişti.

9. El: Hz. Mûsâ (a.s), elini koynuna koyduğunda elini bembeyaz olarak çıkarmaktaydı.

Nitekim Yüce Allah, bu mucizeler hakkında şöyle bilgi vermektedir:

"Andolsun ki Biz, Mûsâ 'mn (peygamberliğine ve kendisini Firavuna gönderen Yüce Allah'tan getirmiş olduğu haberlerin doğruluğuna delil olacak) 'dokuz tane' apaçık mucize verdik (Bundan dolayı Ey Muhammedi Mûsâ 'mn onlara geldiği za*man hakkında) İsrail oğullarına sor (u sor). Hani onlara, Mû*sâ gelmişti de (bütün bu mucizelere ve bunları gözleriyle gör*mesine rağmen) Firavun, Musa'ya: 'Ey Mûsâ! Doğrusu ben, seni büyülenmiş zannediyorum' demişti. Musa'da: 'Andolsun ki (Ey Firavun!) Sende bu mucizeleri apaçık deliller olarak göklerin ve yerin Rabbinden başkasının indirmemiş olduğunu elbette biliyorsun. (Fakat inat etmektesin. Bu bakımdan) doğ*rusu Ey Firavun! Bende senin helak olacağını sanıyorum' dedi.[73]

Yine Yüce Allah bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmak*tadır:

"Andolsun ki Biz, Firavun hanedanını düşünüp ibret al*maları için "yıllarca kuraklık" ve "mahsullerin azalmasıyla" cezalandırdık Onlara (sağlık ve bolluk şeklinde) bir iyilik gel*diğinde, bu (bolluk bizim sayemizde geldiği için bu bolluk), bizim hakkımızdır' dediler. Eğer onlara (kıtlık, kuraklık, hasta*lık şeklinde) bir fenalık gelirse, (bunları,) Mûsâ ile beraberin*deki (mümin)lerin uğursuzluğu (olarak) kabul ederlerdi. İyi bilin ki onların uğursuzluğu ancak Allah katındandır. Fakat onların çoğu (bunu) bilmezler.

Onlar: 'Bizi onunla büyülemek için ne kadar mucize gös-terirsen göster biz sana inanacak değiliz dediler. Bunun üzeri*ne Biz de ayrı ayrı mucizeler olmak üzere onlara "tufan", "çekirge", "küçük kene", "kurbağalar" ve "kan" gönderdik. Yine de (Musa'ya iman etmeyerek) büyüklük tasladılar. (Kü*fürleri, isyanları Allah 'a, resulüne ve müminlere eziyet verme*leri sebebiyle) onlar, günahkar bir topluluk idiler'[74]

Burada kastedilen; Yüce Allah'ın Firavun hanedanının ü-zerine çabucak gelebilecek olan dünyevi azaplardan bir çoğu*nu çeşitli şekillerde göndermesidir. Bundan dolayı da Yüce Allah onların üzerine ayrı ayrı azaplar olarak, tufanı, çekirge*leri, küçük keneyi, kurbağalan, kanı vb şeyleri göndermiştir.

Firavun hanedanı ne zaman ki bir azabı gördüklerinde üz*gün ve pişman olduklarım açıklamak üzere kendilerinin üzeri*ne gelen azabı ve cezayı kaldırmak için Rabbine dua etmesini istemek üzere Hz. Mûsâ (a.s)'a geliyorlardı. Hz. Mûsâ (a.s)'da onlara iman etmeleri şartıyla Allah'a dua edeceğini söylüyordu. Onlarda kendilerine teklif edilen bu şartı kabul ediyorlardı. Bunun üzerine Hz. Mûsâ (a.s)'da Allah'a dua edi*yordu. Hz. Mûsâ (a.s)'ın duası üzerine o azab, onlardan kaldı*rıldığı zaman onlar daha önceden üzerinde oldukları küfür ve şirke tekrar dönüyorlardı. Bu durum, Firavun ve onun askerle*rinden hiçbir kimsenin kurtulamadığı büyük azab gelinceye kadar devam etti. Bu büyük azab ise Firavun ve onun askerle*rinin denizde boğulması olayıdır.

Nitekim Yüce Allah, bu büyük azabı şöyle anlatmaktadır:

"Onlar, (Allah'ın dininden çıkan) fasık bir kavim idi. (On*lar, günah işlemekte ve Musa'ya verdikleri sözlerinde durma*dıklarından dolayı) Bizi öfkelendirince onlardan intikam aldık. Bundan dolayı onların hepsini suda boğduk. Üstelik onları sonradan gelecek olanlara geçmiş bir örnek ve ibret kıldık. "[75]
Firavun ile Askerlerinin Helak Olması:


Firavun; küfrünü, inadını, Allah'ın peygamberi ve Al*lah'ın kendisiyle konuştuğu Hz. Mûsâ (a.s)'a karşı muhalefeti*ni sonuna kadar sürdürdü. Hz. Mûsâ (a.s)'m, çeşitli azap ve mucizelerle Firavunu korkutması ve uyarması da ona bir fayda sağlamadı. Üstelik Firavun, Hz. Mûsâ (a.s)'a, İsrail oğullarının kendisi ile birlikte gitmesine izin vereceğine dair vermiş oldu*ğu sözde de durmadı.

Bundan dolayı Yüce Allah, Hz. Mûsâ (a.s)'a; İsrailoğulları ile birlikte gece yarısı Mısır ülkesinden çıkıp Filistin ülkesine gitmesini emretti. Bunun üzerine Hz. Mûsâ (a.s) ve onunla bir*likte bulunan İsrailoğulları hazırlandılar.

Rivayete göre; İsrail oğullarının, çocukları dışındaki sayısı 600.000'den fazlaydı. Hz. Mûsâ (a.s), İsrailoğulları ile birlikte geceleyin Mısır'dan çıkıp Kızıldeniz yönünde bulunan Süveyş kanalına doğru yürüyüşe geçti. Firavun ve onun askerlerine de yakalanmamak için yürüyüşlerini çabuklaştırarak hızlı hızlı yürümeye başladılar.

Firavun ertesi gün olduğunda, Hz. Mûsâ (a.s)'ı ve İsrail oğullarını şehirde göremeyince, onların, ülkeden çekip gitmiş olduklarını anladı. Firavun neye uğradığını şaşırmış bir vazi*yette hemen bütün ordusunu hazırladı.

Bir rivayete göre; Firavunun süvarileri 100.000 kişiydi. Askerlerinin toplam sayısı ise 1.600.000'den fazlaydı.[76]

Firavun, onların Mısır'dan ayrılışlarının ikinci gününün sabahında askerleri ile birlikte onlara ulaştı. Bu sırada iki topluluk birbirini gördü. İsrail oğulları sayı bakımından zayıf ol*dukları için tehlikeyi hissedip helak olacaklarım zannettiler. Çünkü önlerinde deniz, arkalarında ise düşmanları durmaktay*dı. Kendileri ile Ölüm arasında sadece birkaç saat veya bir an kalmıştı. Bu durumda Allah'a tevekkül etmeleri gerekirken bağırma ve sızlanma şeklinde kargaşa çıkartarak:

- "Ey Mûsâ! Doğrusu biz, (düşmanlar tarafından erişilip) yakalanacağız" dediler.

Bunun üzerine Hz. Mûsâ (a.s), onların belirginleşmiş kor*kularım sakinleştirdi. Onlardan korkuyu gidermek içinde asa*sını kaldırıp denize vurdu. Deniz, Allah'ın kudreti sayesinde yarıldı. İsrail oğullarının boylan sayısınca 12 kuru yol meyda*na geldi. Mucize olarak bu 12 yol arasında deniz suları yüksek bir dağ gibi hareketsiz kaldı. Hz. Mûsâ (a.s) ve onunla birlikte bulunan İsrail oğulları, görenlerin akıllarını hayrete düşürecek şekilde bu büyük mucizeyi gördükten sonra Firavun ve asker*lerinden kurtulacaklarına dair müjdelenmiş olarak koşar adım*larla -yürüdükleri yer, Allah tarafından kurutulduğundan ötü*rü- denizin zemininden yürüyüp gittiler.

Nihayet İsrailoğulları, denizi sapasağlam geçip en sonda gelenlerle birlikte tamamen denizden çıktıklarında, Firavun, ordusunun başında Öncü komutanı olarak Hz. Mûsâ (a.s) ve Israiloğullarını denizde yetişip yakalamak için onların arkasın*dan denizin kıyısına geldi. Tam bu sırada Hz. Mûsâ (a.s), de*nizi, Firavun ve askerlerinin giremeyeceği yani kendileri ile onlar arasında denizin bir engel teşkil edeceği bir şekle dön*dürmek için asasıyla denize tekrar vurmayı istedi. Fakat Allah, Hz. Mûsâ (a.s)'a denizi terk ettiği hal üzere bırakmasını emret*ti. Çünkü Allah, onların denizde boğulmasını istiyordu. Şöyle ki: "(Ey Mûsâ!) Denizi (yarıp kavmini geçirdikten sonra onu terk ettiğin hal üzere) açık olarak bırak. Çünkü onlar, boğula*cak bir ordudur" (Duhân: 44/24) ayette geçen "denizi açık olarak" ifadesinden maksat, denizi kendi halinde sakin olarak "bırak" demektir.

Firavun, denizin kıyısına geldiğinde denizde yollar açıldı*ğını, o dehşetli ve hayret verici bu manzarayı kendi gözleriyle gördü. Bunun, Yüce Allah'ın bir eseri olduğunu iyice anladı. Bundan dolayı da ürperdi ve denizin içine doğru ilerleyip gir*mekten korktu. İsrail oğullarını takibe çıktığına bin pişman oldu. Ama pişmanlığı, kendisine bir fayda sağlamadı. Askerle*rine karşı sağlam ve cesur görünmek zorunda kaldı. Saldırgan ve güçlü rollere girdi. Ahlaksız ve inkarcı karakteri, küçümse*yip itaati altına aldığı batıl davasının peşinden koşturduğu as*kerlerine:

- "Görmüyor musunuz, deniz, benden ve benim heybetim*den korktuğundan dolayı benim için nasıl da açılıp yol oldu. Bana itaat etmekten ve tapmaktan vazgeçip kaçan kölelerime mutlaka yetişeceğim. Onları yakalayıp ülkeme (kahredilmiş ve kovulmuş olarak) geri götüreceğim" dedi.

Firavun böyle söylerken de içinden, denizden kurtulmanın bir yolunu bulmayı istiyordu. Bundan dolayı da kendisi arkada kalıp askerlerine, önünde durmakta olan denizi küçümseyerek cesaretlendirip onları denize doğru yürütmeyi düşünüyordu. Ama ne gezer! Artık vakit geçmişti ve ecel saati gelip çatmıştı.

Firavun, bir ileri bir geri gidiyor ve askerlerini denize gir*mek için teşvik ediyordu. Kendisi ise denize girmekten kaçmı*yordu.

Tam bu sırada Cebrail dişi kısrak at üzerinde oraya gelip Firavunun erkek atının önüne geçerek atını ileri doğru sürmeye başlayınca Firavunun atı da» Cebrail'in dişi kısrak atının peşi*ne düştü. Cebrail hemen kısrağını süratlendirerek açık durum*da olan deniz yollarından biline girdi. Firavunun atı da koşarak denizdeki yola girdi. Firavun artık bir şey yapacak durumda değildi. Zira askerleri de onun denize girdiğini görünce onun peşi sıra hızla açık durumda olan deniz yollarına girdiler. Artık hepsi denize girmişlerdi. İlk başta açılan deniz yollarına giren*ler, karşı kıyıya çıkmak üzereyken Yüce Allah, Hz. Mûsâ (a.s)'a denizin eski haline dönmesi için asasıyla denize vurma*sını emretti. Hz. Mûsâ (a.s)'da asasıyla denize vurduğunda de*nizin büyük dağlar gibi havaya kalkmış bulunan dalgaları eski haline geri döndü. İsrail oğulları dışında Firavun ve askerle*rinden hiçbir kimse kurtulamadı. Zira deniz, Firavun ve asker*lerini içine çekip boğmuştu.

Nitekim Yüce Allah, Şuarâ Sûresinde bu olayı şöyle an*latmaktadır:

"Derken (Firavun ve askerleri onların Mısır'dan ayrılış*larının ikinci günü) güneşin doğduğu vakitte (onların denize girdikleri sırada) onların ardına düşüp yetiştiler. İki topluluk birbirini görünce, Musa'nın arkadaşları, (Musa'ya): Eyvah! (Düşmanlarımız tarafından) yakalanacağız' dediler. Mûsâ ise (Allah'ın kendisine vermiş olduğu vaadin güveni ile: 'Düş*manlarınız) asla (size yetişemeyeceklerdir!) Muhakkak ki Rabbim (onların bize yetişip zarar vermelerine fırsat vermeye*cek şekilde) benimdir ve bana dosdoğru yolu gösterecektir' dedi. Bunun üzerine Mûsâ 'ya: 'Asanı (önünde bulunan) denize vur' diye vahyettik O denizde hemen (İsrail oğullarının boyla*rı sayısınca 12 yola) yarıldı ve (denizden ayrılan) her bir par*ça büyük bir dağ gibi (lıavaya kalkmış dalgalar) oldu. Sonrada diğerlerini (Firavun ve askerlerini açık olan) deniz (yollarına doğru) yaklaştırdık. Mûsâ 'yi ve beraberindekileri topluca (de*nizden çıkartmak suretiyle denizde boğulmaktan) kurlardık.

Daha sonra ise diğerle/ini (Firavun ve askerlerini, açık olan denizyollarına girdiklerinde hepsini) suda boğduk. (Ve onlar*dan hiçbir kimse kurtulamadı.)"[77]

Deniz, Firavun ve askerlerinin üzerine kapanınca onlardan hiçbir kimse kurtulamayıp hepsi boğuldu. Firavuna gelince ise o, denizin dalgaları arasında boğulma ve ölümün yaklaştığı bir sırada Allah'a iman ettiğini ve O'na teslim olduğunu söyledi.

Nitekim Yüce Allah, Firavunun bu durumunu şöyle an*latmaktadır:

"Nihayet Firavun, boğulacağı anda: 'israil oğullarının iman ettiği ilahtan başka ilah olmadığına inandım. Artık bende Müslümanlardanım' dedi. (Başın sıkıştığından dolayı, daha önce değil de) şimdi mi inandın? Halbuki daha önce (Allah 'a) başkaldırmıştım Üstelik (hem kendini ve hem de başkalarım dosdoğru yoldan saptırdığın, İsrail oğullarına zulmettiğinden dolayı) bozgunculuk edenlerdendin."[78]

Fakat Firavunun, dalgalar arasındayken yapmış olduğu imam ve günahlarından tövbe etmesi kendisine hiçbir fayda sağlamadı. Üstelik denizin dalgalan içinde askerleriyle birlikte helak oldu. [79]


İsrailoğulları Tih Çölünde:


Yüce Allah, Firavun ve askerlerini denizin dalgalan ara*sında boğmak suretiyle helak edip İsrail oğullarını da çetin bir azaptan kurtarınca, Hz. Mûsâ (a.s)'a, İsrail oğullan ile birlikte Beytü'l-Makdis'e doğru gitmesini emretti.

Bu emir üzerine hemen yola koyuldular. Yolda gittikleri bir sırada İsrailoğulları şiddetli bir şekilde susadılar. Bunun Üzerine sitemli bir şekilde Hz. Mûsâ (a.s)'a şikayette bulundu*lar. Ondan, kendilerine su bulup getirmesini istediler. Allah'ta, Hz. Mûsâ (a.s)'a; asasıyla orada bulunan taşa vurmasını emret*ti. Hz. Mûsâ (a.s)'da asasıyla orada bulunan taşa vurdu. Taş, İsrail oğullarının içerisinde bulunan 12 boydan her birisinin ondan akan suyu içebileceği şekilde 12 gözeye ayrılıp, ondan su fışkırdı. Daha sonra Allah, onlara gayret ve zahmet çek-meksizin rızık olarak gökten "bıldırcın" ve "kudret helvası"nı gönderdi.[80]

Sonrada Allah, Hz. Mûsâ (a.s)'a; İsrail oğullarına vaat et*tiği kutsal şehre onları sokmasını emretti.

Hz. Mûsâ (a.s) ile birlikte bulunan İsrailoğullan, Allah ta*rafından kendilerine vaat edilen kutsal şehre yaklaştıklarında orada Heysanlıların[81] kalıntılarından ve Ken'anlılardan oluşan zalim bir kavmin yerleşmiş olduğu bir şehir buldular.

Hz. Mûsâ (a.s), onlara; şehre girmelerini, onlarla savaşma*larını ve onlaıı kutsal şehirden çıkarmalarını emretti. Fakat onlar bunu yapmaktan kaçınıp cihattan kaçtılar ve düşmanla*rıyla karşılaşmaktan korktular. îsrailoğulîan, Hz. Mûsâ (a.s)'a karşı Allah'ın emrinden çıktıklarını gösteren şu sözleri söyle*diler:

"Ey Mûsâ! Onlar orada bulundukları müddetçe biz oraya asla girmeyiz. Şu halde sen ve Rabbin gidin (bizim yerimize onlarla siz) savaşın. Biz burada oturacağız. "[82]

Tarihçilerin kaydettiğine göre; Hz. Mûsâ (a.s), İsrail oğul*larına bu kutsal şehre girmelerini istemezden önce şehir halkından haber getirmeleri için İsrail oğullarından birkaç kişiyi o kutsal şehre gönderdi.

Tefsirciler bununla ilgili olarak şöyle derler: "Hz. Mûsâ (a.s)'tn kutsal şehir halkından haber getirmeleri için şehre gönderdiği kimseler, 12 kişiydiler."

Bu kişiler, o kutsal şehre gittiler. Şehre vardıklarında hal*kın iri ve cüsseli kimseler olduğunu gördüler. Şehir halkının bu halleri, onları korkuya düşürdü. Daha sonra onlar, -Hz. Mû*sâ (a.s), onlara; gördüklerini İsrail oğullarına anlatmamalarını tembih ettiği halde yine de- gördüklerini İsrail oğullarına haber vermek için geri döndüler. Geri dönenler, şehir halkında ne gördülerse hepsini İsrail oğullarına anlattılar. Bunun üzerine İsrailoğulları düşmanlarının yanma varıp onlarla savaşmaya ve cihat etmeye dair kendilerinde güç ve kuvvet bulamadılar.

Zaten İsrailoğulları, Mısır'da, Kıptîlerin hakimiyeti altında kaldıkları müddetçe zillet ve zorluklara alıştıklarından dolayı böyle bir hayata razı olmuşlardı. İşte bundan dolayı Allah'ın emrini yerine getirmekten kaçındılar ve düşmanlarıyla da sa*vaşmaktan korktular. Onların bu davranışları üzerine Allah, onları, Tih çölüne attı ve onları kırk sene çölde bıraktı. Böyle*ce onlar çölde sersem sersem dolaşıyorlar yok oluyorlar, ölü*yorlar, sağa-sola doğru göçüp gidiyorlardı ve daha sonra tekrar dönüp dolaşıp eski yerlerine geliyorlardı.

Nitekim Yüce Allah, İsrail oğullarının Tih çölünde kaldık*larına dair şöyle buyurmaktadır:

"Allah (Musa'ya): '(Cihat etmekten kaçındıkları için) ora*sı onlara kırk yıl yasaklanmıştır. (Bu müddet içinde) orada şaşkın şaşkın dolaşacaklar. Sende yoldan çıkmış toplum için üzülme!' dedi."[83]

Bu, Yüce Allah'tan onlara bir ceza idi. Bu ceza onlardan zillet ve zorluk üzere yaşamaya alışan bu ilk nesil yok olup gidinceye kadar devam etti.. Onların yerine, çölde hür yetişen ve izzetle yaşayan bir nesil geldi. Bu nesil, Yuşa b. Nûn ile birlikte kutsal şehre (Arzı Mukaddes'e) girdiler. [84]
İsrailoğulları Tarihinden Alınacak İbretler:

Kur'ân-ı Kerîm, Allah'ın kendilerine verdiği nimetlere in*karla, lütuf ve ihsana isyanla karşılık veren bu azgın ve asi top*luluğun hayatım daha sonra gelen insanların ibret alması için onlardan çokça bahsetmiş ve onların başından geçen hadisele*re ve olaylara geniş yer vermiştir.

Bunların yanı sıra Yüce Allah; onların üzerine nimetlerini çoğaltmış, onları düşmanlarının tuzağından kurtarmış ve düş*manları olan Firavun ile askerlerini de denizin dalgalan ara*sında helak etmiştir.

Fakat İsrail oğullan, Allah'ın kendilerine vermiş olduğu sayılamayacak kadar çok olan güzellikler ve ihsanlardan sonra buzağıya tapmışlar, peygamberleri olan Hz. Mûsâ (a.s)'m da*vetinden yüz çevirmişler, kendilerine gönderilen birçok pey*gamberi öldürmüşler, iyi kimselerin kanlarını dökmüşler ve daha birçok tüyler ürpertici işler yapmışlardır.

Sonunda ise Allah, İsrail oğullarını maymunlara ve do*muzlara çevirmiş, onlara gazap etmiş, onlara lanet etmiş ve onlara horluk ile yoksulluk damgasın! vurmuştur.

Nitekim Yüce Allah, bunun sebebini şöyle anlatmaktadır:

"israil oğullarının üstüne horluk ve yoksulluk damgası vu*ruldu ve Allah'ın gazabına uğradılar. (Allah, İsrail oğullarına verilen bu cezaların sebebini şöyle açıklıyor) İşte bu, (onlara verilen cezalar) Şüphesiz ki Allah'ın ayetlerini inkar ettikle*rinden ve (kendilerine gönderilen) peygamberleri de haksız yere öldürdüklerinden dolayı idi. İşte bu (nları yapmalarının sebebi ise) isyan etmelerinden ve aşırı gitmelerinden dolayı idi." (Bakara: 2/61)

Yine Yüce Allah, onların bu durumunu şöyle anlatmakta*dır;

"Allah onlara zulmetmedi. Ama onlar kendilerine (çeşitli şekillerde) zulmediyorlar." (Âl-i Imrân: 3/117)

Eğer biz, İsrail oğullarının işlemiş oldukları günahları ve suçları genişçe anlatmaya kalksak, (diğer anlatmamız gereken şeyler için) bize yer kalmaz. Üstelik büyük bir cilt kitap yaz*mak gerekir. Çünkü onların hayatları, insanlık hakkında işle*dikleri günahlar bir yana, sadece peygamberler ile Yüce Allah hakkında işledikleri sürekli günahlar ile doludur. Zira onlar, Şanı Yüce Allah'a çeşitli iftiralarda bulunmuşlardır. Örneğin; Allah'ı cimrilikle ve aşırı cimrilikle suçlamışlar, yine Allah'a acizliği ve zulmü isnat etmişlerdir.

Nitekim Yüce Allah, İsrail oğullarının bu durumunu şöyle anlatmaktadır:

"Yahudiler: 'Allah'ın eli bağlıdır (cimridir)' dediler. (Böyle) söylediklerinden dolayı (Yüce Allah'ın zatına yakışma*yan bir nitelemede bulunmalarından ötürü) onların elleri bağ*lansın ve onlara lanet olsun. Hayır, Onun iki elide açıktır. Nasil dilerse (cömertliğinden) öyle infak eder..... "[85]

İsrail oğullanılın hayatında görülen başka tarihi olaylar ve hadiseler daha vardır. Fa'kat onların hayatlarının uzun ve geniş olması itibariyle sadece bir kısmını anlatmayı uygun bulduk.[86] Allah, doğru yola ileten ve başarılı kılandır. [87]

Hz. Mûsâ (a.s) ile Hz. Hızır (a.s)'in Kıssası:

Kur'ân-ı Kerîrri, bize, Hz. Mûsâ (a.s) ile Hz. Hızır (a.s)[88] arasında geçen kıssayı anlatmıştır.

Bu kıssa, ilim talep etme yolunda alçakgönüllülüğü göste*ren bir kıssadır.

Bu kıssa, Hz. Mûsâ (a.s) ile Hz. Hızır (a.s) arasında gayb ve garip gibi görünen haberlere dair geçmiş bir kıssadır....

Yüce Allah, gayb ve garip gibi görünen haberleri bu salih kula yani Hz. Hızır'a bildirmiştir. Fakat Ulu'1-azm peygam*berlerinden biri olan Hz. Mûsâ (a.s), gayb ve garip gibi görü*nen haberleri tanıyıp anlayamamıştır...

Bazen Şam Yüce Allah'ın yarattığı birisinde, önemli işler olabilir. Çünkü bazen ikinci derecede olan, birinci derecede olanın bilmediği şeyi bilebilir...

Bu kıssalar; geminin delinmesi olayı, çocuğun öldürülmesi olayı ve yıkılan duvarın yapılması olayıdır.

Bu kıssaların hepsi, Kur'an ile sünnette açıklanmış haber*lerden ve normalde garip gibi görünen işlerdendir.

Resulullah (s.a.v.) gözetici ve faydalı üslubuyla, Hz. Mûsâ (a.s) ile Hz. Hızır (a.s) arasında geçen kıssayı bize haber ver*miştir.

Buhârî ile Müslim, Übey b. Ka'b yoluyla Resulullah (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir:

"Mûsâ, İsrail oğullan içinde bir gün hutbe anlatmaya kalk*tığı sırada kendisine:

- "İnsanların bilgi yönünden en bilgilisi hangisidir?" diye sordular. Musa'da:

- "Benim" dedi.

Mûsâ, bu konudaki bilgiyi Allah'a havale etmedi. Bundan dolayı da Allah, onu, (böyle cevap vermesinden ötürü) kınamış ve ona:

- "İki denizin bitiştiği yerde benim bir kulum vardır ki o, (bilgi yönünden) senden daha bilgilidir" diye vahyetti. Mû*sâ'da, Allah'a:

- "Ya Rab! Ben onunla nasıl buluşabilirim?" diye sordu. Allah:

- "Bir balık al ve onu içerisinde su bulunan bir kovanın i-çine koy. Onu yanında taşı. Onu nerede kaybedersen, işte o kulum orada (demek)tir" buyurdu.

(Bunun üzerine Mûsâ, bir balık alıp kovanın içine koydu ve yanındaki genç arkadaşına[89]

- "Balığı nerede kaybedersen, onu bana haber ver" diye tembih etti.)

Mûsâ, beraberinde genç bir arkadaşı olduğu halde yola koyuldu. İki denizin bitiştiği yerde bulunan büyük bir kaya parçasının yanma varıp orada başlarını yere koyup uyudular. Kovanın içindeki balık, kımıldayarak kovadan sıçrayıp denize düştü. Fakat Allah, balık için denizin akışını tuttu ve denizin yüzeyinde bir halka oluşturup balığın ondan gizli bir yol bula*rak denizin içerisine doğru girmesini sağladı.

Genç uyandığında balığın denizin içine düştüğünü gördü. -paha sonra uyanan Musa'ya haber vermeyi unuttu. Sonra ikisi de, o günün geri kalanı ve bütün gece boyunca yürüdüler. Er*tesi gün olduğunda, Mûsâ, genç arkadaşına:

- 'Kuşluk yemeğimizi bize getir (de yiyelim). Doğrusu bu yolculuğumuzdan epey bir yorgunluk çektik' (Kehf: 18/62) de*di.

Halbuki Mûsâ, Allah tarafından kendisine emir olunan ye*rin ötesine geçmedikçe yorgunluk duymamıştı. Genç arkadaşı, Musa'ya:

- Gördün mü? Kayaya sığındığımız vakit balığı (n denize düştüğünü sana haber vermeyi) unuttum. Onu sana söylememi bana ancak şeytan unutturdu. (Doğrusu balık) şaşılacak şekil*de denizin içinde yolunu tut(up git)ti' (Kehf: 18/63) dedi.

Balığın şaşılacak bir şekilde denizin içinde yolunu tutup gitmesi Musa'yı ve genç arkadaşını şaşkına çevirmişti. Mûsâ:

- "İşte aradığımız (yer) orasıdır (Kehf: 18/64) dedi.

Tekrar izlerini takip ederek geldikleri yere geri döndüler. Büyük kaya parçasının yanma vardıklarında, bir elbiseye bü*rünmüş (ve elbisenin bir tarafını ayaklarının altına, bir tarafını da başının altına sermiş ve arkasının üzerine dümdüz yatmış olan) Hızır'ı gördüler. Mûsâ, ona selam verdi. Hızır' da:

- (Kimsenin bulunmadığı) bu yerde (Allah'ın) selamı ha! Kimsin sen?' diye sordu. Musa'da:

- Ben, (Allah'ın sana gönderdiği) Musa'yım!' dedi. Hızır:

- İsrail oğullarının Musa'sı mısın?' diye sordu. Mûsâ:

- Evet! (İsrail oğullarının Mûsâ'sıyım. Sende bir ilim bu*lunduğu bana haber verildi.) Sana öğretilen rüşdü[90] bana öğ*retmen için sana geldim' dedi. Hızır:

- Sen benimle (beraber bulunmaya) sabredemezsin' (Kehf: 18/67) dedi. Çünkü Ey Mûsâ! Ben, Allah'ın kendi il*minden bana öğrettiği öyle bir ilme sahibim ki, sen, onu bile*mezsin. Sen ise, Allah'ın kendi ilminden sana öğrettiği öyle bir ilim vardır ki, onu da, ben bilemem' dedi. Mûsâ:

- inşallah' sen, benim, sabrettiğimi göreceksin. Senin (yaptığın) iş (lere) de karşı gelmem' (Kehf: 18/69) dedi. Hızır, Musa'ya:

- Eğer bana uyarsan, sana bilgi verinceye kadar hiçbir şey hakkında bana soru sorma' (Kehf: 18/70) dedi.

Bunun üzerine sahile doğru yürüyüp gittiler. Sahilde bir gemiye rastladılar. Kendilerini gemiye almaları için, gemi sa*hipleriyle konuştular. Gemi sahipleri, Hızır'ı tanıdılar. Hızır ile Musa'yı, ücretsiz olarak gemiye aldılar. Bunun üzerine Hızır ile Mûsâ, gemiye bindiler. Hızır, Musa'nın beklemediği bir anda ansızın ayağıyla geminin bir tahtasını söktü. Mûsâ, Hı*zır'a:

- Bunlar, bizi, ücretsiz olarak gemiye alan bir topluluk. Sen ise onların gemisini delmeye çalışıp batırmak istiyorsun. (Yoksa sen,) 'gemi halkını boğmak için mi deldin? Gerçekten sen, (zararı) büyük bir iş yaptın' (Kehf: 18/71) dedi.

Resulullah (s.a.v.) sözüne devamla şöyle dedi: "Musa'nın, Hızır'a karşı bu ilk. davranışı, bir dalgınlık ve unutkanlık eseri idi...

O sırada bir serçe, geminin kenarına konup denizden bir yudum su almıştı.

- Hızır, Musa'ya:

ü 'Senin ilmin ve benim ilmim, Allah'ın ilminin yanında, şu serçenin (gagasıyla) denizden aldığı bir yudum su kadar!' dedi.

Daha sonra gemiden çıktılar. Deniz sahilinde yürüyüp git*tikleri sırada başka çocuklarla oynayan bir oğlan çocuğu gör*düler. Hızır, hemen oğlanın başını tutup koparmak suretiyle onu Öldürdü. Mûsâ, Hızır'a:

- 'Tertemiz bir canı, hiç bir kimseyi öldürmediği halde kat*lettin ha!' (Kehf: 18/74) dedi. Hızır'da, Musa'ya:

- 'Ben,, sana, benimle beraberliğe sabredemedin, deme*dim mi?' (Kehf: 18/75) dedi.

Süfyan derki: 'Bu, birinci tepkisinden daha ağır idi.' Mûsâ, Hızır'a:

- 'Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam, artık bana arkadaşlık etme. Hakikaten benim tarafımdan son Özre ulaştın' (Kehf: 18/76) dedi.

Bunun üzerine (yine yola koyulup) gittiler. 'Nihayet bir köy halkına varıp onlardan yiyecek istediler. Köy halkı ise, onları, misafir etmekten kaçındılar. Bu arada, orada yıkılmak üzere bulunan bir duvarla karşılaştılar.' (Kehf: 18/77) Hızır, eliyle onu doğrulttu. Mûsâ, Hızır'a:

- 'Bunlar, yanlarına geldiğimiz halde bizi misafir etmeyen ve bize yemek vermeyen bir topluluk. İsteseydin elbette bu yap*tığın iş karşılığında bir ücret alırdın' (Kehf: 18/77) dedi. Hı*zır'da, Musa'ya:

- 'İşte bu, benimle senin aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sa*na, hakkında sabredemediğin şeylerin iç yüzünü haber verece*ğim' (Kehf: 18/78) dedi.

Resulullah (s.a.v.) devamla: 'Allah, Musa'ya rahmet etsin. İsterdim ki, o, sabretseydi. Bu sayede Allah, bize, ikisi arasın*da geçen işleri haber verirdi!!' buyurdu."

Bu hadisi, Buhârî ile Müslim rivayet etmiştir.[91]

Bir İkaz: Allame Kurtubi derki: "Allah'ın veli kullarının kerametleri, mütevatir ayetler ile haberlerin gösterdiğiyle sa*bittir. Veli kulların kerametlerini ancak inkarcı olan bidatçi ile sapık olan kimseler kabul etmez. Halbuki Yüce Allah'ın, Hz. Meryem hakkında naklettiği haberler ise; kışın yaz meyveleri*nin ve yazın ise kış meyvelerinin ortaya çıkması şeklindedir. Bunlar ( da, Hz. Meryem'in, eliyle kuru ) hurma ağacını sal-lamasıyla ağacın meyve verir bir hale dönmesi biçimindedir. Halbuki Hz. Meryem, Peygamber değildi...Hz. Hızır'ın ise gemiyi delmesi, çocuğu öldürmesi ve yıkık duvarı yapması da aynı şekilde kerametin ortaya çıktığını göstermektedir.''[92]
Hz. Mûsâ (a.s) 'in Ölümü:

Hz. Mûsâ kelimullah (a.s), Tih çölünde kardeşi Hz. Harun'dan sonra ölmüştür.

Hz. Mûsâ (a.s ), İsrailoğullarmı; Allah'ın, kendilerini savaşmakla emrettiği kutsal şehre sokamadı. Fakat bu kutsal şehre, İsrailoğullarmı, Yuşa b. Nun soktu.Bu konuya daha önce değinmiştik.Bu sebeble de bu konuyu tekrar anlatmaya gerek yoktur.

Hz. Mûsâ (a.s) öldüğünde, 120 yaşında idi.

Buhârî'nin, Hz. Mûsâ (a.s)'m ölümüyle ilgili rivayet ettiği hadiste deniyor ki: "Ölüm meleği, Musa'nın canını almak için onun yanma gelmişti. Mûsâ, ölüm meleğine şiddetli bir şekilde "baktı. Bunun üzerine ölüm meleği, (onun bu bakışından) kork*tu ve gözü karardı. Daha sonra Yüce Allah'a:

- Ey Rabbim! Sen beni öyle bir kuluna gönderdin ki, o kulun, ölmek istemiyor' diye dua etti.

Daha sonra Yüce Allah, ölüm meleğini üzerinden o hali kaldırdı. Onu tekrar Musa'nın (canını alması için) görevlendi*rip ona:

- Musa'ya tekrar dön de ona:'elini bir sığırın sırtına koy*masını ve elinin, sığırın sırtındaki tüylerden ne kadarmı kapsıyorsa, o her bir tüye karşılık ona bir yıl ömür verileceğini söyle!' dedi. Ölüm meleği, Musa'nın yanma varıp Allah'ın , kendisi hakkında ne buyurduğunu ona söyledi. Mûsâ, bu ilahi mesajı duyunca:

- Ey Rabbim! Bu kadar yıl yaşadıktan sonra ne olaca*ğım?' diye sordu. Allah'ta:

- (Müddet bittiğinde,) öleceksin' buyurdu. Bunun üzerine Mûsâ:

- Öyleyse ölüm şimdi gelsin' deyip Allah'tan; bir taş atı*mı mesafeye kadar kendisini kutsal şehir (Kudüs)'e yaklaştır*masını (ve orada ölüp oraya gömülmesini) diledi.

(Hadisin ravisi) Ebu Hureyre der ki: "Resulullah (s.a.v.) sözüne devamla şöyle buyurdu:

'Eğer ben, Musa'nın gömüldüğü yerde sizinle birlikte bu-lunsaydım, onun mezarının, yol kenarında ve kızıl bir kum te*pesinin yanında bulunduğunu sizlere mutlaka gösterirdim.[93]

Allah'ın salât ve selâmı, Hz. Musa'nın üzerine olsun.

Amin. [94]



[1] Hz. Mûsâ (a.s)'m ismi Kır'ân-ı Kerîm'in 34 Sûresinde olmak üzere toplam 136 yerinde geçmektedir. Bunlar şunlardır: Bakara: 2/51, 53, 51, 55, 60, 61, 67, 87, 92, 108, 136, 246, 248; Âl-i İmrân: 3/84; Nisa: 4/153, 153, 164; Mâide: 5/20, 22, 24; En'âm: 6/84, 91, 154; A'râf: 7/103, 104, 115, 117, 122, 127, 128, 131, 134, 138, 142, 142, 143, 143, 144, 148, 150, 154, 155, 159, 160; Yûnus: 10/75, 77, 80, 81, 83, 84, 87, 88; Hûd: 11/17. 96, 110; İbrahim: 14/5, 6, 8; İsrâ: 17/2, 101, 101; Kehf: 18/60, 66; Meryem: 19/51; Tâhâ: 20/9, 11, 17, 19, 36, 40. 49, 57, 61, 65, 67, 70, 77. 83, 86, 88, 91; Enbiyâ: 21/48; Hacc: 22/44; Mü'minûn: 23/ 45, 49; Furkân: 25/35; Şuarâ: 26/10, 43, 45, 48, 52, 61, 63, 65; Nemi: 27/7, 9, 10; Kasas: 28/3, 7, 10, 15, 18, 19, 20, 29. 30, 31, 36, 37. 38, 43, 44. 48, 76; Ankebût: 29/39; Secde: 32/23; Ahzâb: 33/7. 69: Saffât: 37/114, 120; Gâfir: 40/23, 26, 27, 37, 53; Fussilet: 41/45; Şür: 42/13; Zulıruf: 43/46; Ahkâf: 46/12, 30; Zâriyat: 51/38; Necm: 53/36; Saff: 61/5; Naziât: 79/15; A'lâ: 87/19.

Hz. Mûsâ (a.s)'m Kur'ân-s 'Kerîın'de geçtiği kıssaları için b.k.z. Bakara: 2/40-100; Nisa: 4/153-155; Maide: 5/20-26; A'râf:7/103-17l; Yûnus: 10/75-93; Hûd: 11/96-102; İbrahim: 14/5-8; İsrâ: 17/101-104; Mü'minûn: 23/45-49; Şuarâ: 26/10-68; Nemi: 27/7-14; Kasas: 28/3-83: Ankebût: 29/39-40: Secde: 32/23-26; Saffât: 37/114-122: Gâfir: 40/23-46, 53-54; Zuhruf: 43/46-54; Zariyât; 51/38-40; Saff: 61/5: Nâziat: 79/15-25 (ç).

[2] Bakara: 2/40-100: Nisa: 4/153-155; Mâide: 5/20-26; A'râf: 7/128-171; İbrahim: 14/5-8: Meryem: 19/51-53; Tâhâ: 20/77-98; Şuarâ: 26/52-68; Nemi: 27/9-14; Sec*de: 32/23-26; Saffât: 37/i 14-115: Gâfir: 40/53-54: Saff: 61/5; Nâziât: 79/15-25 (ç).

[3] A'râf: 7/128-171 (ç).

[4] Kasas: 28/3-83 (ç).

[5] B.k.z: Yûnus: 10/75-93: Hûd: 11/96-102; isrâ: 17/101-104; Tâhâ:20/40-76; Mü'minûn: 23/45-49; Şuarâ: 26/ 10-68; Kasas:28/36-42; Ankebût: 29/39-40; Gâfir: 40/23-46; Zuhruf: 43/46-54: Zariyât: 51/38-40 (ç).

[6] Mümin (Gâfir): 40/51 (Konuyla ilgili benzeri ayet için b.k.z: Tevbe: 9/40) (ç).

[7] İbrahim: 14/13-15.

[8] A'râf: 7/128.

[9] Kasas: 28/5-6..

[10] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 382-388.

[11] Hz. Mûsâ (a.s)'ın soyu için b.k.z: İbn Cerir etTaberî, Tarih, 1/198; İbnü'l- Esir, ci-Kâmii, 1/169; İbn Sa'd, Tabakât, 1/55; Mes'udî, Murûcu'zZeheb, 1/48; Hâkim, el-Müstedrek, 2/574; İbn Kuteybe, el-Maârif, sh.20 (ç)

[12] Bununla ilgili olarak b.k.z: Kasas: 28/33-35; Meryem: 19/53; Şuarâ: 26/12-14 (Ç).

[13] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 388-389.

[14] B.k.z: İbn Cenr et-Taberî, Tarih, 1/199; İbnü'1-Esîr, el-Kâmil, 1/170 (ç).

[15] Hz. Yûsuf"(a.s)'ın davetini kabul eden Firavun, Reyyân b. Velid idi. Hz. Yûsuf (a.s), Reyyân'm ölümünden sonra onun yerine geçen ve aynı soydan gelen Kâbûs'u da Allah'a iman etmeye davet etmiş ise de ona kabul ettiismemişti, (B.k.z: İbn Cerîret-Taberi, Tarih, 1/187; îbnü'I-Esîr, el-Kâmil; 1/147 (ç).

[16] Kasas: 28/3-6.

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 389-390.

[17] Geçmişte Firavun bu şekilde bir uygulama yapıyordu. Günümüzde bazı ülleler, halkı müsiüman olan ülkeleri sömürmek ve zayıflatmak için oradaki etnik grupları bahane ederek onların arasına sınırlar çizmekte. Böylece bu ülkeler güçsüz bırakılıp onları köle gibi kendi çıkarları doğrultusunda kıilanmaktadırlar. İşte Firavunun düşüncesi de buydu. Fakat Firavun, İsrail oğullan hakkında bunları düşünürken Hz. Mûsâ (a.s)'m kendisinin başına bela olacağını hiç düşünmemişti. Çünkü Atah'ın hilesi, Firavun ve onun gibilerinin hilesinden daha büyüktür, (ç).

[18] Bakara: 2/49 (Konuyla ilgili benzeri ayetler için b.k.z: A'râf: 7/14; İbrâhîm: 14/6.

[19] İsrail oğul lannm bulunmuş olduğu durumdan kurtulması için Yüce Allah, on&ra Hz. Mûsâ (a.s)'ı Peygamber olarak göndermişti. Kur'âm Kerîm ise bize, tüm pey*gamberlerin davetlerini ve yöntemlerini örnek almamız için onların hayatlarını anlatmaktadır. (ç).

[20] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 391-392.

[21] Sa'bbi, KasasiTl-Enbiyâ, s, 167-168. (Ayrıca b.k.z: Îbnü'1-Esîr, ei-Kâmil, 1/170-171; İbn Cerîr et-Taberî, Tarih, 1/199-200) (ç).

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 392-394

[22] Hz. Hârûn (a.s)'ın, Hz. Mûsâ (a.s)'dan ne zamandan önce doğdığu hususunda tarihçiler arasında ihtilaf vardır. Burada geçtiği üzere Hz. Hârûn (a.s), Hz. Mûsâ (a.s)'dan bir yıl önce doğmuştur. Diğer bir rivayete göre ise Hz. Hârûn (a.s), Hz. Mûsâ (a.s)'dan üç sene önce doğmuştur. Yazarımız Sabûnî, burada ilk görüşü nak*lederken, Hz. Hârûn (a.s)'ın hayatını müstakil olarak anlatırken ise ikinci görüşü nakletmiştir. Ayrıca Hz. Hârûn (a.s)'ın, Hz. Mâsâ (a.s)'dan bir yaş büyük olduğuna dair b.k.z: İbn Cerir et-Taberî, Tarih. 1/200 (ç).

[23] Kasas: 28/7-8.

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 394-395.

[24] Çünkü Hz. Mûsâ (a.s)'in doğduğu yıl, İsrail oğullarından doğan çocukların öldü*rüldüğü yıldı. Bundan dolayı da annesi, Hz. Mûsâ (a.s)'ı gizli olarak emziriyadu.(ç).

[25] Eş'ariler, Hz. Mûsâ (a.s)'ın annesine gelen bu vahye dayanarak onun, 'kadın bir Peygamber' olduğunu iddia etmişlerdir. Fakat Eş'ariierin bu görüşü gerçeğe uygun değildir. Bu konuyla ilgili geniş açıklamalar için b.k.z: Prof. Dr. Süleyman Toprak ve Prof. Dr. Şerafeddin Gölcük, Kelam, s. 289-290 (ç).

[26] Firavunun, Hz. Mûsâ (a.s)'ı gördüğünde onu öldürmeye kalkışrnasınmsebebi, Hz. Mûsâ (a.s)'ın İsrail oğullarına ait bir çocuk olması endişesinden dolayı idi. Çünkü kendisinin tahtmı gördüğü rüyada İsrail oğullarından doğıcak bir çocuk ele geçirecekti. Bununla ilgili olarak b.k.z: Said Havva, el-Esas-ı İî't-Tefsir, 10/481 (ç).

[27] Kasas: 28/9.

[28] Çünkü bu çocuk, Asiye'nin iman etmesine sebep olacaktı, (ç).

[29] Bununla ilgili olarak b.k.z: İbn Cerîr et-Taberî, Tarih, 1/202; İbnul-Esîr, el-Kâmil, 1/173 (ç).

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 395-397.

[30] Tahâ: 20/39.

[31] Kasas: 28/10-13.

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 397-400.

[32] Medyen: Kulzum denizinin üst tarafında Tefcük şehrinin hizasında Tebük'e altı merhale kadar uzaklıkta, Tcbük'ten büyük birbirine komşu iki şehirdir. Hz. Mûsâ (a.s)'m davarlan suladığı kuyu üzerine bir bina yapıimış olarak halen durmaktadır. Medyen'e, Hz. İbrahim (a.s)'m oğlu Medyen'den dolayı "fvfedyen" ismi verilmiştir. (Ya'kud, Mu'cemu'l-Buldan, 1/299. 5/77) (ç).

[33] Ayın durum. Mekke'den Medine'ye hicret ederken Hz. Peygamber (s.a.v.)'iiı de basma gelmişti, (ç).

[34] Aynı şekilde Hz. Peygamber (s.a.v.) de Mekke'den Medine'ye hicret ederken şöyle diyordu: "Rabbim! Beni dahil edeceğin yere (Medine'ye) hoşnutluk ve esen*likle dahil et. Çıkaracağın yerden de (Mekke'den de) hoşnutluk ve esenlikle çıkar. Katından beni destekleyecek bir kuvvet ver." (İsrâ: 17/80) (ç).

[35] Kasas: 28/15-21.

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 400-404.

[36] Bununla ilgili olarak b.k.z: İbn Cerîr ei-Taberî, Tarih, 1/205; Îbnü'1-Esîr, cl-Kâmil, 1/1 76; İbn Asâkir, Tarih, 6/322 (ç).

[37] Bu olay, kızların ne kadar iffetli ve edepli olduğunu gösterir, (ç).

[38] Yani nimete, yardıma vb bir şeye ihtiyacım var demektir (ç).

[39] Kasas: 28/23-24.

[40] On kişinin kaldırabildiği bu koskoca kaya parçasının, karnı sırtına geçmiş bir vazıyette olan Hz. Mûsâ (a.s) tarafından kaldırılmasında garipsenecek bir durum yoktur. Çünkü Hz. Mûsâ (a.s), bunu. Allah'ın izniyle yapmıştı, (ç).

[41] İbn Kesir, el-Bidâye ve;n-Nihâye, 1/243-244 (ç).

[42] Alimler arasında bu müddet* hususunda ihtilaf vardır. Bu ihtilaf, Kasas: 28/27'deki ayetin delaleti zannİliginden ve bazı değişik hadislerden kaynaklanmak*tadır. Çünkü Hz. Mûsâ (a.s)'a ayette; ilk önce sekiz yıl şartı koşuluyor. Fakat bunu on yıla tamamladığında bunun bir lütuf olacağı belirtilmektedir. Bundan dolayı da Hz. Mûsâ (a.s)'m bu iki rakamdan hangisini tamamladığı ayette belirtilmediğinden ve değişik hadislerden ötürü bu konu alimler arasında ihtilaflıdır. Yazarımız Sabûnî'de, bu müddetin on sene olduğu görüşünü benimsemiştir, (ç).

[43] Bu hadisi, el-Bezzar ve İbn Ebî Hatim çeşitli senetlerle rivayet etmiştir. Ayrıca buna benzeyen bir hadisi, Buhâri ve İbn Mace de rivayet etmiştir. Bu hadislerin hepsİ için İbn FCesîr'in tarihine bakılabilir, (ç).

[44] Kararît" lafzı hakkında iki görüş vardır. Birincisi: Bir para birimi olarak "Kı-rât'ın" çoğulu olmasıdır. Buna göre Karârît. Kırât'm çoğuludur. Bazılarına göre, dirhemin altıda biridir. Bazılara göre ise, dinarın onda birisinin yarısıdır. Ki bu, dinarın yirmide birisi eder. Diğer bazıları da. dinarın (1/24) yirmi dörtte biri olarak hesap etmiştir. İkincisi ise:Karârit, Mekke yakınında bulunan bir yerin adı olması*dır. Ibrâhîm el-Harbi. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in burada koyun güttüğünü bildirmiş*tir.

Buna göre hadiste geçen Karârît kelimesi; para birimi olarak alındığında Hz. "cyganıber (s.a.v.)'in para karşılığında Kureyş'in koyunlarını otlattığı Mekke'nin dışmda bulunan bir yer olduğu anlaşılır. Tarihi olaylara ikinci görüş daha uygun düşmektedir, (ç).

[45] Buhârî, İcâre 3.

[46] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 405-410.

[47] Kasası 28/30'da bu nidanın, ağaç cihetinden geldiği bildirilmektedir, (ç).

[48] Merhum Said Havva, bu ifadeden şu sonuçlan çıkarmaktadır: "İlk önce Yüce Allah Hz. Mûsâ (a.s)'a takınacağı tavırda mütevazi olmasını öğretti. Çünkü, ayak*kabılarını çıkartması emrini verdi. Sonrada edebini takınmasını istedi. Buda şunu göstermektedir; edebin Öğretilmesi ve öğrenilmesi, terbiyede sağlıklı bir başlangıç*tır. Nice eğitici var ki. edebi öğretmekle işe başlamadığından, hiçbir şey elde ede*memiş ve onun öğrettikleri kendi aleyhine sonuç vermiştir. Bu bakımdan, her bir resulün, kavminden takva ve İtaat olmak üzere iki şey istendiğini görmekteyiz, ilmi elde etmek hakkını vermeleri gerekir."

(Said Havva, el-Esâsi fi't-Tefsir, 9/34} (ç).

[49] Bu. Tevhidden sonra namazdan daha büyük fariza olmadığının bîr delilidir, (ç).

[50] Tâhâ: 20/9-16 (Benzeri ayetler için b.k.z: Kasas: 28/29-32, Nemi: 27/7-12; Naziâl: 79/15-16) (ç).

[51] Kasas: 28/33-35 (Benzeri ayetler için b.k.z: Tâhâ: 20/25-39) (ç).

[52] B.k.z: Taberî, Tarih. 1/206-207; İbnü'1-Esîr. el-Kâmil, 1/178-179 (ç)

[53] Konuyla ilgili ayetler için h.k.z: Nemi: 27/12, Kasas: 28/32 (ç).

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 410-414.

[54] Hz. Mûsâ (a.s)'m bu durumu için b.k.z: Tâhâ: 20/4S44, 47-48; Şuara: 26/10-18; Naziat: 79/17-19 (ç).

[55] "Yani İsrâiloğullarını, zelil köleler japtığın için bu böyle olmuştur. Böylelikle Hz. Mûsâ (a.s), Firavunun lütuf diye göstermeye çahşttği 'Hz. Mûsâ {a.s)1! besst-mesini' kökten çürütmüş olmakta ve buna "nimet" adının verilmesini kabul etm-mektedir. Çünkü böyle bir işin asıl sebebi; İsrail oğularının kökleştirilmesi, Hz. Mûsâ (a.s)'ın Firavunun yanında büyümesinin sebebi olmuştur. Eğer onlara in*memiş olsaydı, Hz. Mûsâ (a.s)'ı anne babası yetiştirmiş olacaktı." (Said Havva. el-Esas fi't-Tefsir, 10/275) (ç)

[56] Şuarâ: 26/18-28 (Benzeri ayetler için b.k.z: A'râf: 7/103-105) (ç).

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 414-416.

[57] B.k.z: A'râf: 7/106-108; Şuarâ: 26/30-33 (ç).

[58] B.k.z: A'râf: 7/109-112 (ç) ].

[59] [B.k.z: A'râf: 7/113-114 (ç).

[60] B.k.z: Tâhâ: 20/59 (ç).

[61] Halkın önünde Hz. Mûsâ (a.s)'m sihirbazları Allah'a davet ettiğine dair b.k.z; Tâhâ: 20/61 -62 <ç).

[62] Bu sihirbazların sayısı hakkında ihtilaf vardır. Muhammed b. Kab'a göre bunk-nn sayısı, seksen bin; Kasım b. Ebi Berde'ye göre yetmiş bin; Süddi'ye göre otuz bm küsur; Ebu Ümame'ye göre on dokuz bin; İbn İshâk'a göre on beş bin; Kabüi Ahbar:a göre on iki bin; Abdullah ibn Abbas'a göre yetmiş veya kırk kişi idiler, (ç).

[63] A'râf:7/115-I19.

[64] Şuarâ: 26/44.

[65] Taha: 20/68-69.

[66] B.k.z: tbn Cenret-Taherî, Tarih, 1/209-210 (ç).

[67] Tâhâ: 20/72-73 (Sihirbazlar ile ilgili ayetler için b.k.z: A'râf: 7/113-126; Yûnus: 10/80,82, Tâhâ: 20/61-73, Şuarâ: 26/38-51) (ç).

[68] İbn Cesîr, el-Bidlye ve'n-Nihâye, 1/256.

[69] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 416-422.

[70] Arâf: 7/127-129.

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 422-423.

[71] Bununla ilgili olarak b.k.z: A;râf: 7/134-136 (c).

[72] Bazı rivayetlerde bunun, küçük bir cins maymun olduğu belirtilmektedir, (ç).

[73] İsrâ: 17/101-102.

[74] A'râf: 7/130-133.

[75] Zuhruf: 43/55-56.

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 424-428.

[76] Bu rivayeti; îbn Kesîr, "el-Bİdâye ve:n-Nİhâye, 1/253'te kaydetmiştir.

[77] Şuara: 26/60-66.

[78] Yûnus: 10/90-91 (Benzeri ayetler için b.k.z: A'râf:7/136, İsrâ:17/103; Tâhâ: 20/78, Şuarâ: 26/66; Kasas: 28/40; Duhân: 44/24) (ç).

[79] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 428-432.

[80] B.k.z: Bakara: 2/57; A'râf: 7/160 (ç).

[81] Tarihçiler, Heysanlılan, tarih kitaplarında geçen Hititler olarak kabul emektcdrler (ç).

[82] Maide: 5/24.

[83] Maide: 5/26..

[84] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 432-435.

[85] Maİde: 5/64.

[86] Yazarımız Sabûnî'nin de belirttiği gibi İsrail oğullarının talihleri çok geniş ve uzundur. Geniş bilgi için Kur'ân-ı Kerîm ayetlerine, tefsir kitaplarına ve taribkitapnna bakılabilir, (ç)

[87] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 435-436.

[88] Alimler arasında Hz. Hızır (a.s)'ın Peygamber olup olmadığı konusuihtilafhdns Bazısı onun bir Peygamber olduğunu iddia ederken, bazısı da onun veli bir kul ot*luğunu iddia etmişlerdir. Merhum Elmalın Hamdi de, Hızır'ın yaşamadığı gÖrüji-nü kabul etmektedir. B.k.z: Hak Dini Kur'an Dili, 5/370-371.

[89] Kuran-i Kerîm'de bu şahsın ismi açık bir şekilde geçmemektedir. Fakat bu şiı-sm, Yuşa b. Nûn olduğu ileri sürülmektedir, (ç).

[90] Yani dosdoğru görüşlülük, doğru görüş, bilgi vb şey demektir, (ç).

[91] Buhârî, İlm 44, Enbiyâ 27, Tefsirü Sure-i Kehf 2.4: Müslim. Fezail 170-174 (2380); Tirmizî, Tefsirü Sure-i Kehf İ; Müsııed: 5/ 117, 118.

[92] Kurtubt, el-Camîu li Ahkâmi'1-Kur an, 11/ 28 (ç)..

Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 437-442.

[93] Buhârî, Cenaiz 69, Enbiyâ 31; Müslim, Fezail 157,158; Nesai, Cenaiz 121; Müsned: 2/7, 269. 315, 351, 513, 533 (ç).

[94] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 442-443.
Sahir isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Etiketler
aleyhisselam, musa


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


gizli ilimler gizli ilim
Tüm Zamanlar GMT +4.5 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 07:13.


Powered by vBulletin® Version kapalı
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.6.0
YASAL UYARI : İçerik sağlayacı paylaşım sitelerinden biri olan Ruhani.Net Adresimizde 5651 Sayılı Kanun'un 8. Maddesine ve T.C.K'nın 125. Maddesine göre TÜM ÜYELERİMİZ yaptıkları paylaşımlardan sorumludur. Ruhani.Net hakkında yapılacak tüm Hukuksal Şikayetler, Yöneticilerimiz ile iletişime geçilmesi yada iletişim formunu doldurulması halinde ilgili kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde Ruhani.Net yönetimi olarak tarafımızdan gereken işlemler yapılacak ve size dönüş sağlanacaktır. her yürlü sorunlar için email ; ruhaninet@gmail.com
sakarya escort sakarya escort sakarya escort sakarya escort serdivan escort izmir escort eporner