Ruhani  

Go Back   Ruhani > İslamiyet ve İslami İlimler > Kur'an-ı Kerim Ve Hadisler
Kayıt ol Yardım Topluluk Ajanda Bugünki Mesajlar Arama

Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Arama Stil
Alt 02-16-2012, 05:26   #1 (permalink)

Avatar Yok
 

Üyelik tarihi: Jan 2012


Mesajlar: 291
Konular: 266

Karma Puanı: 2

Standart Allah teâlâ’nın kuşatması

Sonsuz güç ve kudret sahibi, mutlak hâkimi, mutlak efendisi, mutlak kudret sahibi olan Allah Teâlâ, her şeyi yoktan var etti. Allah Teâlâ’nın kendisinin tâbi olacağı hiçbir şart, kayıt veya belirleme de yoktur. Tersine bütün şart, kayıt ve belirlemeler, O’nun özgür iradesinin sonuçları olarak ta ortaya çıktı. O kâinatı istediği için, istediği anda ve istediği gibi yarattı. Başlangıçta değil, istediği her an tabiata müdahale etmektedir.

[Sözlükte, kuşatmak ve hâkim olmak manasından hareketle, bir şeyi her bakımdan tanıyıp bilmeye ihata denmiştir. Geleceği ihata etmek, henüz yaşanmamış zamanları ilmen kuşatıp bilmek demektir. Daha gelmemiş zamanlar, ileride var olacak gerçeklikleri yönüyle bilinir.

Peki, böyle bir bilgi insan zihni için mümkün müdür? İnsanlar, geleceğin nasıl yaşanacağını kesin bilgiler şeklinde öngörebilir mi?

Bilinen şu ki, normal şartlarda en çoğu geleceğe yönelik güçlü tahminlerde bulunmak ve gerçekçi hayaller kurmak dışında bu konuda insanın elinde bir şey yoktur.][1]

Şu anda bulunan varlığımızla düşüncede geçmişten geleceğe ulaşma çabamız, kesinlik bildirmeyen hükümler üretmekten öteye geçemez. Bir dakika ilerisinden bir yüzyıl sonrasına kadar bütün gelecek zamanlar, varlık realitemiz açısından henüz yaşanmamıştır. Hiçbir tahmin ve hayal mantıkta bilgi ifade etmediğinden ötürü, normal zihin yeteneğimizle gelecek zamanları bilmemiz mümkün olamaz.

Gelecek zamanlar bizim için henüz var olmadığı için, şimdiden müşahede edilmesi imkânsızdır. Gerçekte mevcut olmayan şeyler, duyularla algılanamaz Daha önce yaşanmış bir olay gibi daha sonra yaşanacak bir olaya da şimdiden şahit olmak yaratılışımız gereği mevcut olan engeller kalkmadan söz konusu değildir. Bu bakımdan, geleceğin bilgisi ancak düşüncede katiyet bildiren hükümler şeklinde olur. Varlığın sonrası şimdiden düşünülebilir olduğundan, varlık hakkında önceden hükmedilebilir. Ne var ki, zamanla yaşanacak şeyleri önceden düşünmek ve katî hükmetmek için zamana hâkim olmak gerekir. İrade ve güçle hâkim olunamayan şeyler hakkında düşüncede hüküm vermek, ancak tahmin değeri taşır. Eğer zamana gerçekten hükmümüz geçseydi, gelecek zamanı hükmen bilmek de imkân dâhilinde olabilirdi. Ancak insanın varlığa hâkimiyeti çok az olduğundan, zamana hükmü de pek zayıftır. Bu hâkimiyet yetersizliği sebebiyle tahmin ve hayalimiz daima muhtemel kalmaya mahkûmdur.

Geleceğin bilgisinin zaman hâkimiyetine bağlı olması uyarınca, geleceğe yönelik öngörülerin kesinlik derecesi, hâkimiyetin derecesine bağlanabilir. Yüksek bir hâkimiyet durumunda yürüttüğümüz öngörü, diğerinden daha kesin görünür. Örneğin masamızın üzerinde, algıladığı bir şeker taneciğine doğru sabit hızla yürüyen bir karıncanın bir dakika sonra nerede bulunacağını öngörmek, havada serbest uçan bir serçenin bir gün sonra nerede olacağını tahmin etmekten daha kuvvetli bir hüküm niteliği belirtir. Çünkü serçenin hemen bütünüyle hükmümüz*den çıkması yanında, önümüzdeki karıncaya bir ölçüde hâkim olduğumuz varsayılabilir. Karıncanın bir dakika sonra şeker taneciğiyle meşgul olacağına hükmedebilir, bu düşünceyi hayalimizde canlandırabiliriz. Fakat verilen bu hüküm bilgi değildir; çünkü hâkimiyetimizi engelleyecek ihtimallerin varlığı daima şüphe uyandırır. İrademizi aşan bir sebeple karıncanın yön değiştirmesi veya yürüyemez hale gelmesi mümkün olduğundan, bu kadar küçük bir varlık alanında ve bu denli kısa bir zaman diliminde bile öngörümüzün yanlışlarıma ihtimali vardır. Demek ki gelecek zamanlar, bildirilmediği sürece insana meçhuldür. Geleceği bilmek, ancak ihtimalleri yok eden mutlak bir hâkimiyetle olabilir.

Bu açıklama üzerinden ihatayı (kuşatmayı) mukaddes manada tanımlayacak olursak, ilâhî ihata, Allah Teâlâ’nın gelecek zamanlan mutlak ilmiyle kuşatması, henüz yaşanmamış gerçekleri önceden bilmesidir. Bütün gelecek, kesin bilgiler suretinde Allah Teâlâ’nın sonsuz ilminde yer alır; sonsuzlukta yaşanacak realiteler Allah Teâlâ’ya daima malumdur. Yaratan’ın gelecek zamanları bilmesi, mutlak ilmine ait bir şe’ndir [2]. İhata ise, Allah Teâlâ’nın varlık ve zamana mutlak hâkim olduğunu belirtir. Mukaddes ihatanın, geleceğe tamamen hükmeden mutlak rubûbiyetin ilmi olduğu da söylenebilir. Âlemlerin Rabbi’nin hükmünü engelleyecek bir sebep bulunmadığına göre, Cenâb-ı Hak değişmez hükümler şeklinde belirlediği zamanları katiyetle bilir. Yüksek ihata tecellîsi, kesin hükümler manasında geleceği belirleyip tâyin etmektir. Meydana çıkan sonsuz hükümler, zamanın görünümünü önceden vermiş olur.[3]

Yaratan’ın hükmü engellenemez, kayıt altına alınamaz.[4] Tabiatın sınırsız yaratılışında görüldüğü üzere, müteâl[5] irade yerel şartlardan bağımsız kaldığı gibi, nûranî kudretin yaratılmış mâhiyetlerce kısıtlanması da imkânsızdır. Muhalefet tanımayan bu serbestlik, Allah Teâlâ’nın her ne dilerse yapması, ne hüküm verirse olması anlamına gelir.[6]

Yaratan’ın her şeye hükmeden emri dışında âlemde bir şey meydana gelemez. Varlık tamamen O’nun elinde, olaylar O’nun hükmündedir.[7]

Müteâl iradenin beşerî iradeyi kayıt altında tutması, kulun tercihine vesayet ve vekâlet etmesi anlamındadır. “Allah istemediği sürece siz isteyemezsiniz.” [8] beyanı bunu ifade eder. Bu manada, mukaddes irade mahlûk iradenin vekili ve son merciidir.[9] Kul kendi kişiliği doğrultusunda bir şeye meyil gösterse, bu meyil mukayyet bir irade hükmü oluşturur; Allah Teâlâ kulun bu yönelişine ya izin verir, teyit eder veya engel olur, değiştirir. Bu, yerel iradenin nihaî düzeyde müteâl iradeye bağlanması demektir.

Yaratan, insanların kişiliklerini ilmen kuşatarak, herkesin karakterine bağlı meyil ve yönelişleri bilir; hükmünün merciiyeti cihetiyle önceden tâyin eder. Burada açıklanmayan, kulda karakterin nasıl ortaya çıktığıdır ki, yaratılış hikmetinin gizli tuttuğu bu bilinmez mesele “kaderin sırrı” anlamında sırru’l-kader şeklinde adlandırılmıştır.

Allah’ın varlık âlemi üzerinde çeşitli manalarda tecelli eden mutlak hâkimiyeti, bütün varlıkların geleceğini Allah Teâlâ’nın hükmüne, dolayısıyla muhît ilmine bağlamaktadır. İrade ve kudretin hükmünden hariç olmayan bir şey, ilmin ihatasın*dan da hariç değildir. Hâkimiyetin mutlaklığı, geleceğin müteâl hükümlerini ihtimal manasından uzak, kesin bilgiler mahiyetinde göstermektedir. Bizde tahminden öteye geçmeyen hükümler, müteâl hükme nispetle birer tâyindir.

Kur’ân-ı Kerîm’in geleceğe dair hâkimiyet ifadeleri, aynı zamanda ilmin ihatası manasına gelir. Tıpkı gelecekten yapılan gaybî ihbarların, aynı zamanda irade ve kudretin kesin hükmünü gösterdiği gibi. Cenâb-ı Hakk hükmüyle her şeyi kuşattığı anda ilmiyle de kuşatmış olur. Vahyin gelecek zaman*lara ilişkin bildirdiği müteâl hükümleri, mukaddes ilmin ihatası manasında okumak mümkündür.

Kur’ân-ı Kerim’in beyanına göre, gelecek zamanlar insan için bilinmez bir gayb âlemidir.[10] Geleceğin gizli hükümleri Allah Teâlâ’nın elinde, istikbalin bütün bilgisi O’nun yanındadır.[11] İleride neler yaşanacağını Allah Teâlâ’dan başka kimse bilemez; kimsenin, yarın başına neler geleceğini ve sonunda nerede öleceğini bilmediği gibi.[12] Allah Teâlâ muhît ilmiyle, insanların haberdar olduğu veya olmadığı her şeyi bilir.[13] İnsanların dünyada tek tek nasıl bir hayat süreceğinden, ömürlerini ne şekilde tamamlayaca*ğından aynıyla haberdardır.[14] Kıyametin nasıl meydana geleceği, mahşer gününde neler olacağı, hesaba çekilen kişilerin Allah Teâlâ’ya nasıl cevap vereceği, günahkâr kişilerin birbirlerine neler söyleyeceği, nihayet kimin cennete gireceği ve kimlerin azaba maruz kalacağı dahi Yaratan’ın malumudur.[15] Hatta cehennemde azap çekenlerin arasında yaşanacak münakaşalar, dile getirecekleri pişmanlıklar, cennet ehlinin kavuşacağı saadetler, yaşayacakları yerler, birbirlerine hitabın nezih cümle*leri ve ebedî nimetler, hepsi ilâhî ilmin ihatasına nazaran ayrıntısıyla bildirilmektedir.[16]

Vahyin bu gibi gayb haberlerinden başka, nüzul zamanında bildirilip sonradan aynıyla gerçekleşmiş tarihî ihbarları da vardır. Kur’ân-ı Kerim’in indiği dönem açısından yakın bir geleceği aydınlatan bu gaybî ihbarlar, bildirildiği üzere tahakkuk etmiş olmakla, ilâhî ihatanın aynen yaşanmış malumatına örnektir. Bu örnekler, bir zaman Nuh aleyhisselâma artık kavminden kimsenin iman etmeyeceği vahyedildikten sonra, gerçekten büyük tufana kadar kimsenin imana girmemesiyle müteâl ihbarın aynen vuku bulmasına benzer.[17] Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme vahyedilen yakın gayb haberleri, kendi hayatında aynen yaşanarak tarihe geçmiş olaylar durumun*dadır. Örneğin Mekke müşriklerinden Ebû Leheb’in iman etmeyip küfür üzere ahirete göçeceği, vahyin ilk yıllarında önceden bildirilmişti.[18] Bu kişi, hicretin ikinci yılında kendi evinde inançsız ve perişan bir halde öldü.

Varlık âlemi üzerinde böyle sınırsız bir hükümle tecellî eden ilâhî ihatanın, müteâl hükmün ıtlakınca sonsuz olduğu anlaşılır. Mukaddes ihata mutlak bir şe’ndir. Gelecek zamanlar, müteâl hükmün sınırsız tâyini cihetiyle daima malum ve mukadder olur ki, vahyin mutlak geleceğe yönelik kesin beyanları bu itibarladır. İhatanın sonsuzluğunu, mutlak ilmin, sonsuz hükümler eşliğinde geleceğin sınırsız realitelerini kuşatması şeklinde düşünmeliyiz. İhatanın sınırsızlığı, hükmün sınırsız*lığına eşdeğer; ihatanın tecellî sahası da müteâl hükmün kuşattığı varlık sahasına denktir.

Hükmün kuşattığı varlık sahası, müteâl iradenin yönelişine bağlıdır. İrade hangi keyfiyette hükmediyorsa, ilmin ihatası da o keyfiyette tecellî edecektir. İhata tecellîsinin, iradeye ait hüküm tecellîsi nisbetinde gerçekleştiği düşünülür.

Kur’ân-ı Kerim, Yaratan’ın nezdindeki yüce kader dîvanına İmâm-ı Mübîn adını vermiştir.[19] Bu yüce kitabın, hikmet dîvanı olan Ümmül-kitab’a istinad ettiği ve ona dâhil olduğu söylenmişti. Buna göre kader hükümleri hikmet hükümlerine, İmam-ı Mübîn de Ümmül-kitab’a bağlıdır.[20] Evveliyette hikmetin tesbit edilmesini kaderin tesbiti izlediği kadarıyla, iki mukaddes dîvanın mutlak bir münasebet üzere birbiri ardınca yazıldığı düşünülebilir. Allah Resulü’nün bildirdiğine göre, yüce hikmet ve kader kitapları, yaratılıştan çağlar önce Kalem ismindeki bir meleğe yazdırılmıştır. Kur’ân-ı Kerim, Allah’ın âlemdeki her şeyi önceden tek tek belirleyip kaydettiğini anlatmaktadır. Evvelî ihatayı ifade eden bu ilk kader kaydında, her şeyin mutlak bir tafsil üzere değil, nispeten mücmel yazılmış olduğu söylenebilir. Çünkü Kur’ân-ı Kerim, yaratılış zamanları boyunca mufassal yazılan diğer bir kader dîvanından bahseder. Bu itibarla İmam-ı Mübîn, müteâl kaderin icmal mertebesini belirtmektedir.

Yaratılış zamanlarının sonsuz ayrıntılı ihata tecellîlerini temsil eden mufas*sal kader dîvanı, vahyin beyanında Kitâb-ı Mübîn ismiyle anılır.[21] Evveli kader kitabı İmam-ı Mübîn nasıl yüce hikmet dîvanı Ümm’ül-kitab’a bağlı ve onun bir devamı ise, Kitab-ı Mübîn de onlara bağlı ve dâhil bir kitabet sayılır. Kıyamet gününe kadar daimî surette gerçekleşecek olan bu ikinci yazım, kaderin tafsil mertebesini belirtmektedir. Buna göre, evvelî dîvanda nisbeten mücmel kaydedilen her şey, yaratılış boyunca sonsuz ayrıntılarda yeniden yazılmakta, mutlak bir ihata üzere istinsah edilmektedir. Kur’ân-ı Kerim, görevli meleklerin gerçekleştirdiği bu daimî istinsahın, Kadir gecesiyle özel bir münasebeti olduğuna işaret eder.[22] Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin miraçta duyduğunu söylediği kudsî kalem seslerinin de aynı müteâl kitabete ait olması muhtemeldir.[23] Kur’ân-ı Kerim, varlık âleminde yaşanan her şeyin, henüz var edilmeden önce mübîn bir kitapta yer aldığını bildirmektedir.[24]

Evvelî ve daimî ihatanın böyle birbirine bağlı mukaddes yazımlarla temsil edilmesine mukabil, kıyamet ötesini kuşatan ihata tecellîlerinin kitabete geçmemesi, kader dîvanlarının ağırlıklı olarak ahiret öncesine ilişkin manalar ifade ettiğini gösterir. Bu manaların en genişi, mutlak rubûbiyetin temsil edilmesi olsa gerektir. Kader hakikatte bir rubûbiyet tecellîsi olduğundan, kader dîvanları da rubûbiyetin yüksek bir keyfiyette temsili için düzenlenmiştir. Bu yüzden Kur’ân-ı Kerim, kaderin yazılmasının hikmetini, insanlara mutlak rubûbiyet altında yaşadıklarını göstermek ve böylece Yaratan’a teslim olmalarını anlatmak şeklinde açıklar. Aynı doğrultu*da, her insanın hususî kaderinin manen boynuna asıldığı bildirilmektedir.[25] Alın yazısı da denen bu özel kitabet tecellîsi, her ferdin hayatına hâkim olan rubûbiyeti temsil eder. Allah Resulü, bu hususî yazımın, insana anne karnında ruhun üflenişine bağlı olarak gerçekleştiğini belirtmektedir.[26]][27]

Allah Teâlâ’nın önbilgisinin zaman içerisindeki ihatası ile anlamakta düşüncemizde O’nun tarafına meyledip noksanlık makamında kendimizi görmek uygun olacaktır. Yaratılışında kendisine danışılmayan bir varlığın sebebi olan yaratıcının iradesini sorgulamakta açmazların olacağını düşünmesi gerekmektedir. Allah Teâlâ’nın sonsuz kudreti karşısında insana verilmiş kısmî özgürlük kapısını kırmadan düşüncelerimizde bir sorgulayıcı değil, sorgulanan mahkûmun çilesi ile hareket etmek uygundur.[28] Çünkü Allah Teâlâ’da bulunan sonsuz bilginin[29] ve tecellinin kısacık akılla ölçülmesi bir yerde abesle iştigaldir. Hakikatte bizim uğraşımız O’nun rahmet penceresinden yaratılış hikmetlerini düşünmektir. Düşünme emri de Allah Teâlâ’nın ayrı bir emridir.

[1] BAYMUR, Feriha, Genel Psikoloji, İstanbul 1973. s. 193.
[2] Şe’n: Bir şeyin hususiyetinin fiilî tezâhürâtı, neticesi ve eseri; iş, gerek, tavır, hal.
[3] Gazzâlî, Me âricü l-kuds fi medârici ma ‘rifeti ‘n-nefs, 1988, s. 165.
[4] En’âm,57; Yûsuf,40; Sebe, 22; el-Furkan, 13.
[5] Müteal: Âlî, büyük
[6] Bakara,165; Ra’d, 41; Ahzâb, 38; Talâk, 3
[7] Âl-i İmrân,154; Mâide,1; Hûd,56; Ra’d,31; Yâsîn, 83.
[8] İnsân, 30; Tekvîr,29
[9] En’âm, 102; Hûd, 12; Zümer, 62
[10] Meryem,78; ,Tûr,41; Necm,35; Kalem, 47.
[11] En’âm,58; Yûnus, 20; Hûd, 123; Nahl,77.
[12] Âl-i İmrân,179; En’âm, 59; Neml,65; Lokman, 34.
[13] Bakara,255; En’âm,73; Tâhâ,110; Enbiyâ, 28.
[14] Muhammed, 19
[15] İbrahim,44; Nahl, 86; Meryem, 70; Tâhâ, 104; Lokman, 43; Sebe, 32; Nebe, 40; Mesed, 3
[16] Bakara, 167; İbrahim, 21; İnsân, 5-22; Nebe,31 -36.
[17] Hûd,36; Nûh, 25.
[18] Mesed, 1-3
[19] Yâsîn, 12.
[20] Zuhruf, 4
[21] En’âm, 59; Yûnus, 61; Hûd, 6.
[22] Duhân, 4
[23] Müslim, “îmân”, 263
[24] En’âm, 59; Yûnus, 61; Neml,75; Sebe, 3
25] İsrâ,13
[26] Buhârî, “Kader”, 1; Müslim, “Kader”, 1,2
[27] (KURT, 2002 ), s. 127-138
[28] (Âdem ile eşi) “Rabbimiz! Kendimize yazık ettik; bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen biz kaybedenlerden oluruz” dediler. (A’raf, 23)
[29] “De ki: “Rabbimin sözlerini yazmak için denizler mürekkep olsa ve bir o kadarını da katsak, Rabbimin sözleri tükenmeden denizler tükenirdi.” (Kehf, 109)

KAYNAKÇA
KURT Erkan Kur’an-ı Kerim’e Göre Allah’ın İlmi [Kitap]. - İstanbul : Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İlahiyat Anabilim Dalı Kelâm Bilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, 111101 , 2002 .
aSLı isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Etiketler
allah, kuşatması, teâlâ’nın


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


gizli ilimler gizli ilim
Tüm Zamanlar GMT +4.5 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 18:33.


Powered by vBulletin® Version kapalı
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.6.0
YASAL UYARI : İçerik sağlayacı paylaşım sitelerinden biri olan Ruhani.Net Adresimizde 5651 Sayılı Kanun'un 8. Maddesine ve T.C.K'nın 125. Maddesine göre TÜM ÜYELERİMİZ yaptıkları paylaşımlardan sorumludur. Ruhani.Net hakkında yapılacak tüm Hukuksal Şikayetler, Yöneticilerimiz ile iletişime geçilmesi yada iletişim formunu doldurulması halinde ilgili kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde Ruhani.Net yönetimi olarak tarafımızdan gereken işlemler yapılacak ve size dönüş sağlanacaktır. her yürlü sorunlar için email ; ruhaninet@gmail.com
sakarya escort sakarya escort sakarya escort sakarya escort serdivan escort izmir escort eporner