Ruhani  

Go Back   Ruhani > İslamiyet ve İslami İlimler > Fıkıh İlmi
Kayıt ol Yardım Topluluk Ajanda Bugünki Mesajlar Arama

Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Arama Stil
Alt 01-21-2012, 20:55   #1 (permalink)

 
Sahir - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Üyelik tarihi: Dec 2011


Mesajlar: 656
Konular: 633

Karma Puanı: 10

Standart Madem Kaderimde Var, Neden Suçluyum?

Çokları tarafından şöyle sorulmaktadır:
Cenâb-ı Hak ezelde ilim ve iradesiyle herşeyi tesbit ve takdir ettiğine göre
bir insanın hakkında şer işlemeyi takdir etmişse o kimse nasıl hayır işleyebilir
ve bu durumda nasıl mesul tutulabilir?

Evet, Âlim-i Mutlak olan Allahü Azimüşşân, olmuş ve olacak her şeyi, ihtiyarî ve
ıztırarî bütün fiilleri ezelde takdir etmiş, tanzim etmiş ve Levh-i Mahfûz’da kaydetmiştir.
Hiçbir şey O’nun tesbit ve takdirinden ayrılamaz. Bütün varlıklar o takdire tâbidir. Lâkin bu
durum bizleri mesuliyetten kurtaramaz.

İlm-i kelâm âlimleri bu hakikati, ilim malûma tâbidir; öyle ise malûm ilme tâbi değildir,
kaidesiyle izah etmişlerdir. Istılâhta, ilim; bir şeyin zihindeki şekli, malûm ise o şeyin hariçteki
şekli olarak tarif edilir. Meselâ, bizim lâleyi bilmemizde, lâlenin zihnimizdeki şekli ilim, hariçteki
şekli, yâni kendisi ise malûmdur. İşte burada ilim, malûma tâbidir, yâni lâle hariçte nasılsa biz de
onu öylece bilmekteyiz. Yoksa lâleyi biz nasıl biliyorsak lâlenin kendisi o şekle uymak durumunda
değildir.

Yukarıda belirttiğimiz kaidede mevzumuz yönünden kastedilen ilim, işlediğimiz bütün amelleri
Cenâb-ı Hakk’ın ezelî ilmiyle bilmesi, malûm ise işlediğimiz amellerdir. Buna göre söz konusu
kaideyi şöyle ifade edebiliriz:

İnsanlar ihtiyarî fiilleri nasıl işleyeceklerse, Cenâb-ı Hak ezelde öylece bilmiş ve takdir etmiştir.
Yoksa, Zât-ı Akdes öyle bildiği için insanlar o fiilleri öyle işlemiş değildir. Şimdi, meseleye bazı
misâllerle biraz daha açıklık getirelim.

Güneş veya ay tutulmasının tarihini ve saatini önceden bilmemiz ilimdir. Malûm ise o tarihte
güneşin tutulmasıdır. Dolayısıyla ilim, malûma tâbi olmuştur. Malûm, ilme tâbi olsaydı,
biz güneşin hangi tarihte tutulacağını bilsek, güneş tutulması da o tarihte olurdu.

Veya, bir kimsenin adının Ahmed olduğunu bilmemiz ilimdir; malûm, o şahsın adının
Ahmed olduğudur. Böylece ilim, malûma tâbi olmuştur. Malûm ilme tâbi olsaydı, o kimsenin
adını Mehmed bildiğimizde adı Mehmed olurdu, Hasan bildiğimizdeyse Hasan olurdu.

Bir insanın, cüz’î iradesiyle işlediği bütün fiiller Cenâb-ı Hakk’ın ilm-i ezelîsindedir. Yâni,
o insanın bütün amellerini Cenâb-ı Hakk ezelde bilmektedir. Bu ilim de malûma tâbidir.
Malûm olan, o kimsenin işlediği iyi veya kötü amelleri, yâni fiilleridir. Kul o fiilleri işleyeceği
için âlim-i mutlak olan Allah öylece bilmiştir. Yoksa, Cenâb-ı Hak öyle bildiği için, kul da mecburen
o fiilleri işlemiş değildir. Yâni, malûm, ilme tâbi değildir.

Kulun işlediği fiil hayır ise Cenâb-ı Hak onu hayır olarak bilir; öyle de irade ve takdir eder.
Kulun şer olan fiilini de Cenâb-ı Hak ezeli ilmiyle şer olarak bilmiş ve o şekilde takdir
buyurmuştur.

Bu hakikate bir derece bakabilmemiz için gerekli kabiliyeti Rabb-i Alâ’mız bizlere ihsan etmiştir.
O’nun bizlere lütfettiği ilim ve irade sıfatlarından, hakkalyakîn biliyoruz ki, irade ilme tâbidir.
Meselâ, insan bir eser yapmayı bildiğinde, iradesi bu ilme tâbi olarak, eserin plân ve programını
tâyin eder. Daha sonra kudret de iradeye tâbi olur ve insan önceden plânladığı tarzda eserini
inşâ eder.

İşte, zaman ve mekânın yaratıcısı olan Allah, ezelî ilmiyle, bizim gerek irademizle işleyeceğimiz
bütün fiilleri ve gerekse irademiz dışında başımızdan geçecek bütün hâdiseleri bilmektedir.
İşte kader, bu bilme keyfiyeti üzerine, Cenâb-ı Hakk’ın küllî iradesiyle bizim hayat programımızı
takdiri ve Levh-i Mahfûz’da tesbitidir. Bu takdir ve tesbit ilme dayanmaktadır, ilim ise malûma
tâbidir. Buna göre bir kul kendi cüz’î iradesiyle, ibâdet etmeyi ibâdet etmemeye tercih ediyorsa,
elbette ki Cenâb-ı Hak onu abid olarak bilecek ve öyle takdir edecektir...
Yoksa Allahü Teâlâ o kulun ibâdet etmesini takdir ettiği için, o ibâdet ediyor değildir.
Şerle ilgili fiiller de aynı şekilde değerlendirilecektir.

Mevzuya ışık tutacak birkaç misâl daha verelim.

Bir komutanın yüksek bir yerden sahradaki askerlerinin hareketlerini fotoğraflarla tesbit ettiğini
ve bütün konuşmalarını hassas cihazlarla kaydettiğini farz ediniz. Bu komutan, daha sonra
huzuruna celbettiği askerlere fotoğrafları gösterip konuşmaları bantlardan dinlettiğinde,
hareketleri ve sözleri cezayı gerektiren bir nefer, "Siz benim hareketlerimi ve konuşmalarımı
niçin kötü olarak tesbit ettiniz?" diyebilir mi? Dese cezaya müstahak olmaz mı? Çünkü tesbit etme
fiili hâdiseye tâbidir. Yoksa hâdise, tesbite bağlı değildir.

Şimdi şöyle bir soru soralım: Hâdiseye tesir etmeme bakımından, yukarıdaki misâlde belirtilen
ânında tesbit ile, hâdiseyi olmadan önce tesbit etme arasında ne fark vardır?
Misâldeki komutan, neferlerin yapacakları işleri ve söyleyecekleri sözleri önceden,
meselâ bir rüya-i sâdıka ile bilseydi bu bilme keyfiyeti neferler üzerinde herhangi bir tesir mi
yapacaktı?

Kader de insanın ömrü boyunca işleyeceği bütün fiillerin ezelde tesbiti değil midir?

Yukarıdaki misâlde ifade etmek istediğimiz hakikati, televizyon, gayet güzel izah etmektedir.
Bilindiği gibi televizyonda hâdiseler bazen ânında verilmekte, bazen de geçmişte tesbit edilen
hâdiseler bugün gösterilmektedir. Her bir fen ve her bir keşif, Cenâb-ı Hakk’ın kâinatta dercedip
koyduğu bir hakikati ilân ettiği gibi, televizyonda suretlerin ve seslerin muhafaza edildiği hakikatini
izah etmiştir. Hâfız-ı Hakîm insanlara müstakbel hâdiseleri tesbit edebilecekleri bir âlet yapmayı
nasib etse, o takdirde Levh-i Mahfûz’un küçük bir misâli ortaya konmuş olacaktır. Şimdi, hem mâziyi,
hem hâli, hem de istikbali bize gösteren bu cihaz, dedemizin bir kabahatini gösterse veya istikbâlde
bir cinayeti sergilese, "Bu cihaz böyle tesbit etmese, dedem o kabahati işlemezdi, torunum da
câni olamazdı" diyebilecek miyiz?

İşte, Âdem aleyhisselâm’dan kıyâmet kopuncaya kadar, gelmiş ve gelecek bütün insanların
bütün amelleri Levh-i Mahfûz’da kaydedilmiştir. Kader-i İlâhî’nin bir defteri olan
Levh-i Mahfûz’daki bu kayıt, insanların işledikleri ve işleyecekleri fiillere tâbidir;
yâni nasıl işleyeceklerse öyle kaydedilmiştir. Yoksa Levh-i Mahfûz’da yazıldığı için insanlar
mecburen o tarzda hareket etmiş değildir. Kaldı ki, böyle bir iddiada bulunan kimseye
şu soru sorulacaktır: "Sen istikbâlde yapacağın işlerin Levh-i Mahfûz’da nasıl yazıldığını,
yâni mukadderatını biliyor musun?" O halde, bir insan bilmediği şeye göre nasıl hareket
etmektedir?

Evet, her meselede, ilim malûma tâbidir hakikati güneş gibi parlıyor ve kul cüz’î iradesiyle
hangi işi tercih ederse, Cenâb-ı Hakk’ın küllî iradesiyle o işi takdir ettiği ve fiilin işlenmesine
teşebbüs ânında da o işi yarattığı açıkça anlaşılıyor.

Bu hakikati izah etmek için birkaç misâl daha verelim: Bir öğretmenin yılların verdiği tecrübe
ve ferâsetle öğrencilerinin okula devam etme durumlarını ve sene sonunda alacakları notları
önceden bildiğini ve iradesiyle öğrencilere bu notları takdir ederek not defterine kaydettiğini
farzediniz. Sene sonu imtihanının tam tamına öğretmenin ilminde mevcut olan tarzda
neticelenmesi hâlinde sözkonusu öğretmen, öğrencilere hitaben:
"Ben neticelerin böyle olacağını tâ sene başında biliyordum" dese, zayıf not alan
öğrenciler: "O halde bizim ne kabahatimiz var? Siz bizi çalışkan olarak bilseydiniz,
biz de sınıfımızı geçerdik" diyebilirler mi?

İşte bu misâlde sınıftaki öğrencilerin hangilerinin başarılı olup, hangilerinin sınıfta kalacağını
öğretmenin önceden bilmesi ilimdir ve onun kemâline delildir. Malûm ise, öğrencilerin çalışıp çalışmamalarıdır. Dolayısıyla ilim, malûma tâbi olmuştur. Malûm, ilme tâbi olsaydı, öğretmenin
çalışkan bildiği talebeler ister istemez derslerine çalışacaklar, tembel bildikleri ise bütün
arzularına rağmen çalışamayacaklardı. Yâni, öğretmenin ilmi öğrencilerden bir kısmını
zorla çalışmaya, diğer kısmını ise çalışmamaya sevk edecekti.

Velî bir hâkim düşününüz. Bu zât, kerametiyle, adliye önünden geçen bir adamın hırsızlık
etmeye gittiğini keşfederek o şahsın cezasını takdir etse ve kayda geçse, biraz sonra
hâkimin keşfettiği aynı suçu işleyerek mahkemeye getirilen bu adama, hâkim,
suçunun karşılığı olan cezasını tebliğ edip bu cezadan bir miktarını da affettiğini bildirse,
elbette ki hırsız, hâkime teşekkür edecek, minnettar kalacaktır.

Suçlu, mahkemeden çıkarken hâkim kendisine şöyle hitap etse:
"Ben senin bu suçu işleyeceğini önceden biliyordum ve sen o suçu işlemeden cezanı da
takdir etmiştim." Bu takdirde suçlu, hâkime diyebilir mi ki,
"O halde benim ne kabahatim var? Siz benim bu suçu işleyeceğimi bildiğiniz için ben
suç işledim. Dolayısıyla beraat etmem gerekir."

Bu haddini bilmez hırsızın, gülünç durumuna düşmemek istiyorsak, cüz’î ihtiyârımızla
işlediğimiz kötü işlerde kadere yapışmayalım.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) İstanbul’un fethedileceğini de, âhirzaman hâdiselerini de
bilmiş ve ümmetine haber vermiştir. Bu ilim, malûma tâbidir. Onun içindir ki, İstanbul’u
Fatih Sultan Mehmed’in fethettiğinden bahsediyor ve âhirzaman fitnesine kapılanlardan da
nefret ediyoruz. Malûm, ilme tâbi olsaydı, İstanbul’u Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.)
fethettiğinden ve âhirzaman hâdiselerine—hâşâ—O’nun sebebiyet verdiğinden bahsetmemiz
lâzım gelirdi. Zamandan münezzeh olan Cenâb-ı Hak herşeyi ihata eden ilmiyle istikbâlde
insanların başına gelecek hâdiseleri elbette bilecektir. Bu bilme bizi mesuliyetten kurtarmaz.

Bunun aksini düşünenlerin iddiaları neticede şu noktaya varmaktadır: Hazret-i Allah, başımıza
gelecek hâdiseleri önceden—hâşâ—bilmeyecek, yani O Âlim-i Mutlak, herhangi bir fiili
işlememizden sonra o meseleye vâkıf olacak ki, o zaman mesul olalım...

Böyle düşünen kimseleri, bu yanlış düşünceye sevkeden husus, mahlûkun ilmiyle, mahlûkları
yoktan var eden Vâcib-ül Vücûd Hazretlerinin ezelî ilmini karıştırmalarıdır. Bu kimseler,
sonradan kazanılan ilmin ancak mahlûk ilmi olabileceği hakikatinden gafletle, dalâlete
düşmektedirler.

Mehmed Kırkıncı
Zafer Yayınları
Sahir isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Etiketler
kaderimde, madem, neden, suçluyum, var


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


gizli ilimler gizli ilim
Tüm Zamanlar GMT +4.5 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 13:10.


Powered by vBulletin® Version kapalı
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.6.0
YASAL UYARI : İçerik sağlayacı paylaşım sitelerinden biri olan Ruhani.Net Adresimizde 5651 Sayılı Kanun'un 8. Maddesine ve T.C.K'nın 125. Maddesine göre TÜM ÜYELERİMİZ yaptıkları paylaşımlardan sorumludur. Ruhani.Net hakkında yapılacak tüm Hukuksal Şikayetler, Yöneticilerimiz ile iletişime geçilmesi yada iletişim formunu doldurulması halinde ilgili kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde Ruhani.Net yönetimi olarak tarafımızdan gereken işlemler yapılacak ve size dönüş sağlanacaktır. her yürlü sorunlar için email ; ruhaninet@gmail.com
sakarya escort sakarya escort sakarya escort sakarya escort serdivan escort izmir escort eporner